Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ekim '10

 
Kategori
Deneme
 

Hakikatler I

Hakikatler I
 

NET


Daha küçücük bir çocukken filozof olmaya karar vermiştim. Okuldan artan zamanlarımda çokça kitap okur, boyumdan büyük sözler yazardım. Annem gizli gizli yazdıklarımı takip eder, sonra da beni karşısına alıp, “ Sen de diğerleri gibi Cinali resimleri yapsan ne olur sanki!” diye fırça çekerdi. Oysa ben güzel şeyler düşünüp, yazdığıma inanıyordum. Dolayısıyla taktir bekliyordum. Ama bilmediğim bir şey vardı: Sen doğmadan önce kalıbın doğuyordu…”Benim çocuğum zekidir, cesurdur, doktor olacak o, yalan söylemez v.b.” Böylece göbek kordonun kesilir kesilmez, beşik niyetine, ebedi istirahatgahın olacak olan kalıplara yatırılıyordun…

Annen seni kolları arasında emzirirken, ileride muhtemelen hayatında en az bir kere duyacağın : Sözümü çiğnersen sütümü helal etmem, cümlesinden habersiz, çiğ sütü yudumlarsın…

Ya ben cesur, zeki, ya da doktor olmayacaksam…

Ama bırakmazlar, bir kere zeki olduğun ya da cesur oluğun, ağır olduğun, ele aleme ilan edildi ya, geri dönemezsin. Artık seni çok acı bir yol bekliyordur. Hayatın boyunca sana ait olmayan bir karakterle yaşamak , gündüzleri maskeni yüzüne sımsıkı yapıştırıp, geceleri kimsenin sana konduramadığı acılarınla yüzleşmek zorundasındır…

“ Anne, lambayı kapat, ben korkmam”, derken, bir yandan da odana sızan gölgelerin kıpırtılarını ta yüreğinde hissedersin. Yorgan burnuna kadar çekilmiş halde, titrek ellerinle annene el sallarken, bir cümle seni birkaç saniyeliğine yatıştırır: Aferin benim yiğit oğlum!

Oysa, “anne al beni kucağına, korkuyorum ben, sarıl bana” demeyi ne çok arzu ederdin. Bir de düşüp dizini parçaladığında haykıra haykıra ağlayıp, kahvede oturan babanın kucağına atlamayı…vNe yazık ki, sen erkeksin, ağlayamazsın…Daha o yaşta alırlar gözyaşı özgürlüğünü elinden…

Belki fıkır fıkır bir kızsındır. Oynamak, eğlenmek, kahkahalar atmak istersin de, alnına yapıştırılan “ağırbaşlı” yaftasına karşı gelemezsin. Herkes öyle biliyordur seni. Sen bile öyle olduğunu zannediyorsun bazen…vKızsan eğer, orta okula başladığın gün doyasıya koşup atlama, oynama gibi bir lüksün kalmamıştır artık.

Keşke bıraksaydılar da, boyumdan büyük laflar etmeye devam etseydim. Belki filozof olamazdım ama, en azından denedin olmadı derdim. Bastırıldım, demezdim.

Lise yıllarımda tiyatroya yöneldim. Kendi yazdığım piyesleri okul tiyatrosunda gösterime sunuyordum. Kısa zamanda bu konuda adım duyuldu. Kaymakama kadar gitmiş her hafta okulda düzenlediğimiz tiyatro gösterileri. Yanında bir üniversitenin rektörü olduğu halde gösterimize geldi. Gecenin sonunda rektör kaymakama ve okul müdürüne beni destekleyebileceğini, hatta seneye mezun olunca üniversitenin tiyatro bölümüne sınavsız alınabileceğimi söylemiş. Sabah müdürüm beni odasına çağırıp haberi verince, sevincimden ne yapacağımı şaşırmıştım. Büyük tiyatrolarda oyunlarım oynanacaktı. Bundan daha büyük bir mutluluk olamazdı benim için.

Akşamı zor ettim. Eve öyle bir koşuşum vardı ki, bahçede fasulye diken annem, beni birinin kovaladığını sanmış. Çok sevinçliydim ve annemin de sevineceğini, benimle gurur duyacağını düşünüyordum. Bir solukta olan biteni anlattım. Yüzü asıldı annemin, terli alnını kırıştırıp “Ben seni tiyatrocu ol diye mi okuttum? Hem köylüye ne diyeceğim hangi bölümde okuduğunu sorarlarsa? Tiyatro da, öyle mi? Sil kafandan, olmaz öyle şey. Hemşire okuluna git diye ayaklarına kapandım, istemedin. Bak Sevilay seneye hemşire çıkıp maaşa geçecek, ” demez mi…

Hayallerim paramparça olmuştu. O günü hayatım boyunca unutmadım. Tiyatro yazarlığı hep içimde kaldı… Yıllar sonra bir üniversitenin dramaturji yani dramatik yazarlık bölümünü kazandım. Bu kez de hiçbir zaman sevmediğim işim yüzünden okuluma devam edemedim. Hep nasip değilmiş dedim. Ama belki de nasip olacaktı, birileri beni kendi fırçasıyla resmetmeseydi.

Anneme kırgın mıyım, hayır. O da kendi çapında, hayatımı garanti altına almak istemişti. Ben onun kıymetlisiydim hep, yerlere göklere sığdıramadığı… O yüzden, hayatımı kendi akışına bırakırsa, zarar göreceğimi düşündü hep. Komik ama, annemin ve babamın bu tutumunu askeri müdahalelere benzetmişimdir hep… Hani ülkenin refahı için derler de, ülke ne hisseder, ne yaşar diye düşünmezler ya…

Şimdi benim de çocuklarım var… Onları inceliyorum, yeteneklerini ve yeteneksizliklerini takip ediyorum. Büyük kızım kemanı çok seviyor, küçüğü flütü … Onları bu konuda destekleyeceğim. Başarısız olsalar bile, içlerinde ukde kalmayacak, annem engel olmasaydı, şöyle olurdu demeyecekler. Madem ki ben anneyim, onlar için yaratılmış bir meleğim, onları arkalarından itelemeye, ya da önlerine geçip çekiştirmeye hakkım yok. Ben onların üzerinde uçup, hayat yolunda onlara refakat etmeliyim. Gerektiği yerde, onların bile haberi olmadan, yollarının üzerindeki taşları almalıyım…

Onlar ağlayacaklar bir gün, canlarını yakacak birileri… Ben, benim kızlarım cesurdur, hayatla mücadele edebilirler, deyip görmemezlikten gelebilir miyim? Bana güçlü görünüp, geceleri pencerelerinden yıldızlara dertlerini anlattıklarını öğrensem, ölmez miyim ben?

Biliyorum, güçlü diye birisi yok. Herkes korkuyor bir şeylerden. Herkesin ağlayası var doya doya, herkesin kahkaha atası var… Hata yapar bütün insanlar. Bütün insanlar bir gün mutlaka pişmanlık duyar. Bütün insanların kalbi var ve kalplerinde sızlayan birer yaraları… En kabadayısının bile, bembeyaz çiçeğe bürünmüş bir erik ağacı karşısında şair olacağına eminim. O yüzden seviyorum bütün insanları…

İçine insan dökülen kalıpları sevmiyorum. Kek değiller ki, kalıbın şeklini itirazsız alabilsinler. İnsanların yaralarını, eksiklerini , hatalarını reddeden düşünceleri sevmiyorum. Ağaç değiller ki, çürüyen dalını kesiverelim…

Anne! Beni duy, ben senin görmek istediğin kadar güçlü, başarılı, hatasız değilim. Senin iftihar ettiğin kadar zeki de değilim. Evet, okullar bitirdim birincilikle… Ama bir de bana sor ne çektiğimi… El bir kez okur anlarken, ben beş kez okuyunca anlayabiliyordum icabında. Ama sırf sen “ Falanca senden daha mı akıllı ki, senden yüksek not almış” demeyesin diye, sabahlara kadar ders çalıştım. Ve küçük bir sırrım var, senin bile bilmediğin. Hani bahçedeki ısırgan otlarını bana toplatırdın, hatırlar mısın? Sana, beni ısırganın yakmadığını söylemiştim. Senin ellerin yanmasın diyeydi anne… Aslında hep yandım…

Ben senin güçlü kızınım ya anne….

 
Toplam blog
: 28
: 814
Kayıt tarihi
: 14.06.10
 
 

32 yaşında bir belediyeciyim. Mahalli İdareler/ Fırat Üniversitesi mezunuyum. Tam bir roman delisiyi..