Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Nisan '09

 
Kategori
Eğitim
 

Hakkari'de bir mevsim

Yazarı: Ferit Edgü

Ferit Edgü ''Hakkâri’de Bir Mevsim'' adlı romanını 1976 yılında kaleme almıştır. Hakkâri ili, doğusunda İran, güneyinde Irak devletleri sınırıyla, kuzeyinde Van, batısında ise Siirt vilayeti toprakları bulunan, Doğu Anadolu’nun güneydoğusunda, köşede yer alan, çok engebeli bir yerdir. Yurdumuzun en engebeli, aşılmaz dağlarla çevrili, dağların yükseklikleri 4 bin metreyi bulabilmekte ve bu dağlarda hiç erimeyen karlar bulunmaktadır.

Öğretmen, geçirdiği kazadan sonra kendisine geldiğinde, teknesinin kayalara çarpıp battığından ve kendisinin denizci olduğundan başka hiçbir şey hatırlamaz. Bu kazanın gerçek mi yoksa düşünce mi olduğunu da hatırlamaz. Çevresinde bulunan insanlara denizi ve tayfaları sorar, onlar da hiçbir şey anlamazlar. Çünkü öğretmenin konuştuğu dili bilmemektedirler.

Öğretmen, karların üzerine bir çubukla denizin dalgalarını ve gemiyi çizer fakat yine anlamazlar. Öğretmen şaşkınlık içindedir. Acaba gerçekten bir kazazede midir, yoksa başka bir nedenden dolayı mı buradadır? Bunu hatırlamaya çalışır fakat hiçbir şey hatırlamaz.

Kendi ismini dahi hatırlayamadığı bu süreçte yaşamayı sürdürmek ve kişiliğini bulmak zorunda olduğunu, bunun içinde bir şeyler yapması gerektiğini düşünür. Ne yapması gerektiğini, dillerinden anlamadığı insanlar çevireni aracılığıyla söylerler. Sürülerin çobanlığını yapamaz. Çünkü meraları ve otları bilmez. Toprağı olmadığı için ekin biçemez. Parası olmadığı için tefecilik yapamaz. Çevirmenliğini yapan muhtar öğretmene konuştuğu dili, okumayı, yazmayı ve hesap yapmasını çocuklara öğretmesini söyler. Öğretmen de kabul eder. Muhtar sınıf için içi örümcek ağlarıyla dolu, toz toprak içinde bir odayı gösterir ve temizleyip burayı temizleyip sınıf olarak hazırlayacaklarını söyler.

Çocuklar odaya doluşurlar. Çocukların elbiselerini yırtık, ayakları yalınayaktır. Saçları makasla kırpılmış oğlanlar ve saçların dibi bit ve sirkeyle dolu kızlar vardır. Kendi dilleriyle konuşup bağrışan bu çocukların on altısı erkek, beşi kız olmak üzere sayıları yirmi birdir. Öğretmen odayı sınıf durumuna getirmek için, öğrencilerle birlikte tahtaları yan yana koyup, kara boyayla boyarlar ve böylece karatahta oluştururlar. Kereste parçalarını da paslı çivilerle çakıp sıra yaparlar.

Öğretmen çocuklara defter ve kitap için kente gider. Kent denilen yer büyük bir köye benzemektedir. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Hakkari İli Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gider ve köydeki öğrencilerin defter ve kitaba ihtiyacı olduğunu söyler. Öğrenci listesini alan görevli öğretmene yarın gelmesini söyler. Öğretmen köye döneceğini, yarına kalmayacağını söyleyince görevli güler. Çünkü köye ilk otobüs iki gün sonradır.

Öğretmen bunun üzerine şehrin çarşısına gider. Yağmurdan ıslanmamak için dar kapılı ve penceresi olmayan bir kapıdan içeri girer. Burası kitapçı dükkanıdır. İçerde yaşlı bir kitapçı ve yüz kadar eski, tozlu, örümcek ağlarıyla kaplı kitaplar vardır. Burası bölgenin en zengin kitaplığıdır. Öğretmen kendisini kitapçıya tanıtmadan, kentteki diğer insanlar gibi kitapçı da, bir köyünün öğretmeni olduğunu anlamıştır. Kitapçı öğretmene okuması için on kitap seçer ve bir haritayla mühür hediye eder. Köye iki gün sonra hareket edecek olan otobüsten başka araba olmadığı için, öğretmen geceyi bir handa geçirir. Hana bir adam gelir ve öğretmeni Valinin beklediğini söyler.

Birlikte valinin yanına giderler. Vali; öğretmene hakkında olumlu ve olumsuz çok şey duyduğunu, buraya nasıl düştüğünü bildiğini söyler. Öğretmene neye ihtiyacı olduğunu sorar. Öğretmen de ''kitap, defter ve ilaç'' der. Vali emir vereceğini ve öğretmenin istediklerinin yarına hazır olacağını söyler. Öğretmenin adına gelen mektupları öğretmene verir.

Öğretmen oradan ayrılır ve hanın yolunu tutar. Daha önceden aşılmış olan mektupları okuyan öğretmen mektupları gönderleri hatırlayamaz. Mektubu gönderenlerin yüzlerini hatırlayamaz. Birden kendi yüzünü hatırlamak ister, hatırlayamaz. Handa ayna olmadığı için yüzünü göremez. Ancak yarınki gün berbere giderek yüzünü görür. Yüzünün oradaki insanlara benzemeyen bir insan yüzü olduğunu düşünür. Berberden çıkar ve İlköğretim Müdürlüğü’ne gider.

Hazır olan kitapları alır, alışverişi de yaptıktan sonra köye döner. Öğretmeni muhtar karşılar. Öğretmene ilaç getirip getirmediğini sorar. Çünkü Seyit’in çocuğu çok hastadır. İlaç torbasını alıp Seyit’in evine giderler. Öğretmen hasta olan çocuğun yanına yaklaştığında öldüğünü görür. Öğretmen bu olaydan çok etkilenir. Burada hayatın çaresiz olduğunu ama başka bir hayatın da olabileceğini; bunu bulmak gerektiğini, düşünür.

Sonraki gün ilk ders başlar. Çocuklar odaya doluşular. Kentten getirmiş olduğu Bayrağı, İstiklal Marşı’nı söyleyip asarlar. Öğretmen kentten getirmiş olduğu kitap, defter, silgi ve boyaları öğrencilere dağıtır. Öğretmen öğrencilerden bildikleri tüm sözcükleri defterlerine yazmalarını ister. Öğretmenin söylediklerini ilk önce anlayamayan çocuklara öğretmen tekrar açıklamaya çalışır. Öğretmen çocukların yazdığı sözcüklerle, öğreteceği dille, çocukların elli sözcük bildiğini görür. Öğretmenin ellerini birbirine çırpması, zil çalıyor, demektir. Öğretmen ikinci derste üçüncü ve dördüncü sınıflardan seçmiş olduğu on sözcükle cümle kurmalarını ister. Birinci ve ikinci sınıflara da işaretle ve resimlerle dilini öğretmeye çalışır. İlk günün derslerini böylece biter.

O akşam öğretmen kitapçının verdiği haritayı incelemek ister. Kapı çalınır, öğretmen duymaz. Kapı açılır ve öğretmenin daha önce hiç görmediği biri içeri girer. Halit adındaki bu kişi muhtarın ikinci karısının abisidir. Öğretmenin dilini iyi konuşan Halit köye yeni bir öğretmen geldiğini kentten öğrenmiştir. Kentte köye gideceğini söylediğinde pastaneden öğretmene verilmesi söylenen mektupları da öğretmene verir. Öğretmene bir şeye ihtiyacı olursa kendisine bildirmesini söyler gider.

Öğretmen kafasına takılan bir soruya cevap verebilmek için ve karşılaştığı güçlüklerin üstesinden gelebilmek için on tane emir yazar. Bunlar;

1. Her şeyden önce olduğun yeri iyi belirle.

2. Kimsin, neyin sahibisin bunu bil.

3. Düşleri bırak, gerçeklere bak.

4. Yalnızlık yasak.

5. Kendine bir başka yurt arama.

6. Yeni bir dil öğren.

7. Burasını öğren.

8. Tanrı’ya olan inancını yitirdinse, insanlara inan.

9. Başına ne gelirse gelsin, yaşamayı sürdürmeyi bil.

10. Gereksiz sorular sorma.

Öğretmen bir sabah kendi kendine bazı itiraflarda bulunur. Sınıfının ve öğrencilerinin olduğunu, kendisinin hem öğretmen hem öğrenci olduğunu, koşullar ne olursa olsun bunların da mutluluk olduğunu düşünür. Bu duygularla öğrencilere derslerini verir.

Seyit’in çocuğunun ölümünden 13 gün sonra, Piran’dan bir bebeğin ölüm haberi köye gelir. Daha sonra başka köylerden de ölüm haberi gelir. Muhtar öğretmenin anlayacağını düşünerek onun bu duruma bakmasını ister. Öğretmen hekim olmadığını, bunun için ilaç veremeyeceğini söyler. Yapılacak tek şeyin durumu kente bildirmek olduğunu söyler ve bir dilekçeyle bildirir. Dört beş gün sonra dilekçeyi götüren öğretmen Ankara’ya dilekçe yazar. Dilekçelerden birinin postaneye Ankara’ya gönderilmesi için diğerinin de Valiye verilmesi için muhtara götürmesini söyler. Dört gün sonra muhtar cevabı getirir. Cevapta yollar açıldığı zaman bölge sağlık ekibinin köye gönderileceği yazılıdır.

Aradan günler geçer. Karlar erimeye başlar. Yollarda kar kalmamıştır. Bir akşam öğretmenin evinin kapısı çalınır. Gelen kravatlı bir adam ve muhtardır. Kravatlı adam İlköğretim Müfettişidir. Müfettiş öğretmene, ''Kışı nasıl geçirdiğini'' sorar. Öğretmenin köye çok faydalı olduğunu müfettişe, muhtar anlatmıştır. Çocuklara çok şey öğrettiğini, okulu hiç kapatmadığını, çocukların öğretmenin dilini konuşabildiklerini muhtar söylemiştir. Müfettiş, öğretmene, ''hakkında iyi rapor vereceğini ve bir hafta sonra okulu kapatabileceğini'' söyler.

Bunun üzerine öğretmen çocuklarla son bir ders yapar. Öğretmen öğrencilerden, ''Öğrettiği şeyleri unutmalarını'' ister. ''Çünkü hayatın bunlardan ibaret olmadığını, hayatın gerçek bilgilerini yaşayarak öğreneceklerini'' söyler. Türküler söylenir ve şenlik içinde son ders işlenir.

Görevini tamamlayan öğretmen toparlanır. Sabahleyin bir katır getirirler. Öğretmenin eşyalarını yüklerler. Öğretmen de ata biner. Köyden çıkana kadar öğretmene Halit eşlik eder. Köyden uzaklaşırlar ve bir ırmağın kıyısına gelirler. Irmağın kıyısında bir tekne vardır. Bu, Halit’in daha önce bulup öğretmen için hazırladığı teknedir. Öğretmen Halit’le vedalaşır ve bir başka yolculuğa ırmakla devam eder.

Sonuç:

Öğretmenlerin şu ya da bu gerekçe ile sürgün edilmeleri, onların görevlerini aksatmaları için bir neden olmamalıdır. Çünkü ancak bu anlayışla çalışıldığı zaman, toplumlarda değişme, gelişme ve kalkınma sağlanabilir. Aksi halde öğretmenler, gelişmeyi engelleyen bir güç konumuna düşebilirler.

Ganime Çağlar

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..