Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '14

 
Kategori
Deneme
 

Hakkı Baba

Hakkı Baba’ya Taksim'de yürürken rastladım. Ara yollardan birinin köşesinde oturmuş etrafı izliyordu. Yanına gidip oturma isteğime uydum. Birbirimizi tanımıyorduk. Selamlaştık önce. Halini, hatırını sordum. Gayet net ve sakin konuşuyordu. Kimi insanlarla ilk tanıştığınız anda daha önceden birbirinizi tanırmış gibi bir his yaşarsınız ya işte öyle bir şey hissettim ben de. Bu da insanların kimi ortak hissedişlere sahip olduğunu gösteren önemli işaretlerden biridir bana göre!

Hava rüzgârlı ve soğuktu. Laflamaya başladık. Ona havanın soğuk olduğunu, şöyle sıcak bir sobanın hiç de fena olmayacağını söyledim. Soğuktan öyle kolay kolay etkilenmediğini, otuz yıldır İstiklal caddesi civarında yaşadığını söyledi. Otuz yıl. Evsizlerden biri olduğunu anlamıştım. İyice emin oldum. Yaşına göre dinç gösteriyordu. Beyazlamış, uzun sakalları vardı. Sigara yüzünden dudaklarının etrafı kızıl bir renk almıştı. Kafasındaki kasket ona sevimli bir hal katıyordu.

Ona gecelerin daha soğuk olduğunu, uyuduğu sıcak bir yer olup olmadığını sordum. Battaniyesi var mıydı, yok muydu? Taşıyamadığını, gerek duymadığını söyledi. Boş kutuların içinde üşümediğini ...

Halinden şikâyet etmedi. Sızlanmadı. Söylenmedi. Yaşaması için herhangi başka bir yere, bir eve ya da birileri ile sürdüreceği zorunlu bir yaşama ihtiyaç duymadığını da ekledi. ‘’Böyle huzurum yerinde’’ dedi.  Arada onu seven, düşünen insanlar varmış, gelip halini hatırını sorarlarmış. Bunu söylerken gülümsemesi dikkatimden kaçmadı. Sakindi, yine de kolay değildi bu şartlar. Yüzüne baktım, mutlu da değildi!

Sustum. Ne diyeceğimi bilemedim. Ona acımak gibi bir zihinsel yanılgı ve cehalet içine girmedim. Onu yargılamadım ama ona nasıl bir destekte bulunurum diye de düşünmeden edemedim. Hatta içinde bulunduğu durumu kabul edip nasıl yaşadığına ilişkin kişisel sorumluluğu üstüne almasından dolayı da içten içe saygı duydum. Hakkı Baba’yı bir kere gördüm ve sevdim. Ayrılırken elini öptüm, sarıldım ona. İyi dileklerim hep onunla olacak, rastlaşırsak yine dostluğum da…

Malezya Aborjinlerini düşündüm.* Onlar için aile, birlikte yaşadıkları halk demektir. Her yaşlı topluluğun bilge kişisidir ve geçmişten günümüze gelen kültürün de taşıyıcısıdır. Dede-çocuk temasında bu kültür birikimi aktarılır. Bu halk hırsızını da sahiplenir, delisini de… Hırsızımız der, delimiz, dedemiz, çocuğumuz; ‘biz büyük bir aileyiz’. Dede-torun ilişkisinin, topluluğun en yaşlı ferdi ile çocuk arasındaki kültürel bağın koptuğu günümüz halklarında ise aile; salt anne, baba ve çocuklardan oluşan minik yapıya indirgenmiştir!

Hakkı baba bizden biri, halktan biri. Yaşlı, yorgun, yalnız. Geçtiğimiz yıl kavga eden bir grubu ayırayım derken birileri onu çok fena yaralamış. Belki hala hasta! Ki kavalını üflerken öyle çok da uzun üfleyemediğini itiraf etti. Belli ki yaralanmanın etkileri hala daha geçmiş değil. Halini her ne kadar kabullenecek olgunluğu ve asaleti gösterebilmiş olsa da herkes gibi o da kendini bir aile içinde hissetmek isterdi! Hepimiz isteriz. Sadece aile bağlarıyla, kan bağı ile yakın olduğumuzu düşünmek ne kadar da eksik, hatalı ve sağlıksız! Bu bakış açısı toplumda bencil, duyarsız, kibirli insanları çoğaltmaktan başka bir işe yaramaz. İnsan kendini geliştirdiği ölçüde hiçbir ayrım yapmadan kime ne faydası olabileceğini düşünebiliyorsa ‘insan’ olabilir! İçimizdeki dost, içimizdeki insan kan bağına değil, gönül bağına bakar. Saygının, sevginin, anlayışın, dostluğun filizlenip büyümesi sadece gönül bağı ile olur. Bu bağ zaten bizi insanlık bağı ile mühürlemiştir!

Tanımadığınız birinin halini hatırını sormak, sevginizi, halinizi paylaşmak, yemeğinizi paylaşmak, hayata olan katkınızı paylaşmak güzeldir. İnsanı, insanlığı çoğaltır. Sechehaye’nin ‘içinde yaşadığı dünyanın sevgisizlik, güvensizlik, mekanik ilişkiler ve iletişimsizlik üzerine kurulmuş değerlerinin! bilincine varıp bunları değiştirememenin verdiği acizlikle kendisini feda eden insanında’ olduğu üzere kimin becerebildiği oranda neleri feda ettiğini kim bilebilir! Nitekim benim gibiler için şizofren olmak, sağlıksız olan toplumsal yapının normalmiş gibi görünüp aslında anormal olan ikiyüzlü insanlarından biri olmaktan daha kıymetli bir değerdedir!

Dışarıda kendimizden ayrı olduğunu ‘sandığımız’ her hayatın bir mesajı var. Ne demişler; ‘her insan bir kitaptır’. İnsan kendi de dahil olmak üzere kişisel hayatlar üzerine gözlem yapmak suretiyle sezginin ve içsel bilişin kapılarını daha derinlere doğru açan algıyı deneyimleyebilir. İnsan, kim olduğunu ancak böyle bilebilir! Etiketlerin ardına saklanarak değil!

*Kadim bilgelik, Robert Wolff

  

 
Toplam blog
: 118
: 631
Kayıt tarihi
: 07.10.13
 
 

İnsanın kendinden bahsetmesi meselesi benim için zor konuların başında gelir. Bu anlamda söyleneb..