Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '11

 
Kategori
Blog
 

Haklı kim? - 1

Haklı kim? - 1
 

Gördüm ki cevap hakkım doğmuş gene…

Hem de epey bir cevap hakkı…

Ama amaç, kimin gerçekten haklı olduğunu belirleyebilmek.

Kimbilir belki de benim daha da bir bilmem-öğrenmem gereken bir şeyler vardır.

Ya da sizlerin…

Konu, Ata Kemal Şahin’in en son “Unuttuk mu sandınız” başlıklı ve Emine Supçin’in (ama asıl onun önceliğinde esasen onunla aynı şekilde hareket eden diğer birkaç kişinin daha –ki Şahin’in kendi ikrarı da vardır, kanıtlıdır zaten böyle olduğu) tekrar MB’ye dönmesini sağlayabilmek için, bunu gerçekleştirmeyi teminen, kendisinin “sadece” dostça-insani duygularla kaleme aldığını belirttiği yazısı ve bu yazıyla gerçekleştirdiği  ve de ortaya çıkan (ve benim etrafımda da örülen) durumlar ve olgular.

Malum, 3 ay önce, asıl vakayinüvis ve pirmete’nin başı çektiği ve ilk başta Emine Supçin, vakayinüvis, pirmete ve Mehmet Sağlam’ın, daha sonra da sanırım  en fazla topu topu 4-5 kişinin daha “belki” onların peşinden ve aynı amaçla MB’de yeni uygulamaya alınan beta formatı “protesto” etmeleri bağlamında, “Biz eski formatı istiyoruz, ya bizim dediğimiz olur, ya da biz gideriz!!” demeleriyle yönetime karşı ortamda  bir “rest çekiş” gerçekleşmiş, bu kişiler kendilerini "çoğunluk"  olarak ifade ederek, haliyle taraftar toplamaya çalışmış, insanlar da kendilerini haklı bulsunlar, onlarla birlikte hareket etsinler arzusuyla durum bir "kışkırtma" niteliğine de bürünmüş, böylece ve sonrasında da üyeler arasında da farklı görüşler ve ortamda da bir tartışma ve gerginlik oluşmuştu…

Üstelik bu hareket, taraftar bulmayıp yönetim tarafından da restleri görülmeyince bu kişiler gitme blöflerini haliyle uygulamaya geçirerek veda da edip biz gittik de dedikleri halde sürdürülmüş, yine bu kişiler marifetiyle ve gitmeyip ortamda kalan  yine taş çatlasa 3-4 kişiyi aşmayan yandaşları tarafından da konu ortamda sürekli sıcak tutulmaya çalışılarak  böylece bir  “zorlama” “süreç” de oluşturulup,  bu süreç ve hareket o günden bu yana da devam ettirilmiş idi. Ve şu son olanlar da esasen  yine bu sürece dahildir.

Ben de o kişilerin gidişinin zaten diğer herhangi bir gidişten  çok daha farklı bir özelliği bulunduğu için, gidişlerinden ziyade de gidiş şekillerinin veya bu söylem ve hareket şekillerinin asıl çok yanlış, haksız, yakışıksız, hatta çirkin olmasına bağlı olarak, Sn. Ata Kemal’in  de o yazısıyla gerçekleştirdiği onlardan yana bu girişiminin yine doğru bir hareket olmadığını savunmuş ve itirazlarımı belirtmiş idim, en doğal hakkımı kullanarak bu yönde fikrimi beyan etmiş idim.

Çünkü Sn. Ata Kemal’in tutumu ve o yazısı, o yanlışı yapan kişileri, yanlış yaptıkları ve yanlışı onlar yaptıkları halde, o yanlışı ve çirkinlikleri hiç görmezden gelerek, o kişileri bir de aksine üstelik abartılı bir şekilde de överek, onore ederek bir davet, hatta sizsiz olmaz, siz çok değerli insanlarsınız, siz bize lazımsınız mahiyetindeydi. Yani, daha en başta bu kişilerin zaten restinin ana hamuru olan ‘MB biziz, MB’nin sahibi biziz, biz önemli kişileriz, biz olmazsak MB de olmaz, bizim dediğimiz yapılmalı, yoksa gideriz” anlayışı, düşünüşü, hareketi, yanlışı ile aynı paralelde, zaten öz itibariyle tam da bunu, yani tam da o yanlışı zaten destekleyen göstergedeydi.  Bunlar önemli ayrıntılardır arkadaşlar.

Ancak doğru düşünen, doğruyu yapan, ve yaptığım şey sadece  “gerçeği ve doğruyu” belirtmek olduğu halde, çeşitli alakasız söylemlere, absürd yargılamalara, çeşitli hakaretlere maruz kaldım.

Üstelik o gerçeği ve doğruyu belirten ve niye ve nelere itiraz ettiğimi belirttiğim yorumlarım da kendisi tarafından silinmiş durumda da şu an. Fakat hakkımda ve aleyhime bir takım hakaretler ve yanlış ve yanılgılı hiç de haketmediğim, çirkin yorum ve cevaplar yazı altında aynen durmaktadır.

Dolayısıyla, bir çirkinliğe ve haksızlığa yine maruz kalmış olan ve mağdur durumda olan ben olmama rağmen, herhangi bir okuyucunun, özellikle de tarafsız bir okuyucunun, ben  her ne demişim de böyle bir tepkiye ve hakaretlere de maruz kalmışım, ben mi haklıyım, yoksa Ata Kemal ve bazı yorumcular mı haklı, muhakemesini yapabilmesi imkanı da böylece ortadan kaldırılarak, bana bir yanlış ve bir haksızlık, saygısızlık,  hatta bir yamuk "daha" yapılmış olmaktadır.

Hatta yalnızca bana değil, konuyu ve durumu merak edip, neyin ne olduğunu anlamak ve bilmek isteyecek herhangi bir okuyucuya, okuyuculara da böylece haksızlık yapılmış, okuyucuya da saygısızlık yapılmış ve onların hür iradeleriyle özgür düşünebilmeleri sınırlandırılmış, bilme haklarına ve akıl yürütme özgürlüklerine de set çekilmiş, engellenmiş olmaktadır.

Böylece beni hiç tanımayan, bilip bilmeyen insanların dahi, bu durumun niye, hangi durumlar nedeniyle böyle oluştuğunu da bilen veya bilmeyen insanların dahi hakkımda yanlış düşüncelere-zanlara yol açılmış olarak, itibarıma yönelik bir saldırı niteliği oluşmaktadır böyle yapılmak suretiyle de.

Yani, Ata Kemal arkadaşım, yanılmaya, yanlışlar yapmaya, devam etmektedir. Ama ilginç tarafı kendisinin doğruyu yapmakta olduğunu savunmaktadır, hatta belki  de gerçekten öyle inanmakta öyle düşünmektedir. Yani “zannetmektedir”… ille de bir kasıt olması gerekmez. Ancak şu var ki, son gerçekleştirdiği ve yorumlarımı ve onlara verdiği cevapları silmeyi “tercih etmiş”,  bunu seçmiş olması, dürüst, mert, saygılı, içten, iyi niyetli ve hakça bir irade ve anlayışla, doğru bir düşünceyle, nitelikli ve makbul, değerli, doğru ve dürüst bir çizgiyle örtüşmemektedir. Her ne kadar kendisi bunun iyi niyetli ve bana yararı ve yardımcı olacak bir girişim olduğunu iddia ediyorsa da, benim bir yanlışım yok Sn. Ata Kemal, dolayısıyla benim sizin böyle bir girişiminize ihtiyacım da yok, siz yanlışı yapanlara yardımcı ve yararlı olabilirsiniz ancak.

Onun için, hem bütün bu çerçevenin aydınlığa çıkması açısından, hem hakkımı savunabilmem açısından, hem doğruyu yapabilmem ve yapabilmemiz açısından, hem de gerçeği-gerçekleri bilebilmemiz, görebilmemiz açısından, dolayısıyla da doğru düşünebilmemiz, doğru hissedebilmemiz, doğru ve sağlıklı kararlar ve değerlendirmelerle, doğruyu farkedebilmemiz açısından bu konuyu tüm yönleriyle ve detayıyla irdelemekte ve açıklamakta sonsuz fayda vardır. Eğer doğruyu yapabilen, yani nitelikli insanlar olmayı istiyorsak, nitelikli bir insan olduğumuzu düşünüyorsak!

Ayrıca bu son durum gerçekleşmeden  önce ve tümüyle esasen bu konudan bağımsız olarak yazmış olduğum  iki bloğum, “Nitelik” ve “Nitelikli – Niteliksiz” başlıklı yazılarımın okunması da görüş açımızı açacak, ufkumuzu genişletecektir “bir ihtimal”.

Ve konunun en başında şu aşağıdaki ufak açıklama da yeterince düşünülerek okunduğunda kuşkusuz yine yarar sağlayacaktır dileğindeyim.

Bir şeyde ya da durumda ne yanlıştır ne doğrudur ve de kim haklıdır doğruyu yapmaktadır, kim haksızdır ve yanlışı yapmaktadır ayırdedebilmek için öncelikle, gerçekleri  gerçekten bilmek gerekmektedir.

Gerçeği bilmezsek ya da bilemezsek eğer,  gerçeği göremeyeceğiz, farkedemeyeceğizdir de.
Ve “doğru” da gerçekle örtüşen demektir… ana tanımı itibariyle.

Dolayısıyla, gerçeği bilemeyen, gerçeği göremeyecek,  yani doğruyu da bilemeyecek, farkedemeyecek ve de doğruyu da yapamayacaktır haliyle… Böylece de haksız olacaktır, yanlışa düşecek, yanılmış olacak ve ne yazık ki  yanlışı yapmış olarak haklı değil, haksız olmuş olacaktır, haksızlık etmiş olacaktır.

Ancak, bunun için sadece “gerçeği bilmek” de yeterli olmamaktadır. Asıl, hiçbir gerçeği gözardı etmemek  gerekmektedir. Çünkü  gerçeği bilsek bile düşünürken, bazı gerçekler dikkatimizden kaçabilir veya bazı gerçekler sıklıkla gözardı edilebilir. O nedenle, doğru hissedebilmek ve doğru düşünebilmek için o konuyla ilgili hiçbir gerçeği gözardı etmemek, bir şeyi düşünürken o konuyla ilgili ve o konuya etkin, bütün gerçekleri  mutlaka hesaba katma zorunluluğudur, asıl kural.

Evet şimdi bakalım bu arkadaşlar tam olarak ne yapmışlar. Yani  tam olarak ne olmuş, “olan”,   “yapılan”, gerçekleşen-gerçekleştirilen ne imiş, neler imiş… yani gerçekler-gerçek ne imiş?

Ve “ben” bütün bunlar olurken ne yapmışım, nasıl düşünmüşüm, ne demişim, nasıl bir yol izlemişim? Bütün bu olanlar benden tümüyle bağımsızken, tüm şu olan bitenlerin benimle alakası ne, bütün bu durumlar içinde benim konumum ne?  Benim bu hareketle, bu yapılanlarla hiçbir bağlantım, hiçbir dahlim yokken, bu arkadaşlar acaba beni niye hedef tahtası haline getirmişler, benim neyim onların işine gelmemiş acaba?


Her bir blogda fazla vaktinizi almamak için, bu da yine bir yazı dizisi olacak arkadaşlar.
Devamı sonraki bloglarımda…

Filiz Alev
05.12.2011

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..