Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Haklı kim? - 4

Haklı kim? - 4
 

Evet, demiştik ki;
Yanlış mıydı peki “gerçekten” yapılan şey?…  hemen şöyle bir “ana tanımlarıyla”, davranışların adıyla  "listeleyerek",  o arkadaşların yaptıklarına, tutumlarına, gerçeklere bakalım:

Öyle bir bakalım ki hatta,  konuyla ilgili hem benim hem onların yaptıklarımızın dediklerimizin, “kurallara”, hepimizin bildiği, herkes için geçerli o edep erkan, izan, sevgi, saygı ve de genel geçer doğrulara, tüm insanlar için istisnasız geçerli olan o iyi-doğru-makbul-değerli  olarak  zaten bilinen ortak kabullere, ahlak kurallarına, etik değerlere uygunluğu ile kıyaslayalım… ve de bir takım tutumların karşılığı olan sözlük tanımlarına, lugatlarda bunların  nasıl adlandırıldığı ile de bir sıralayalım bakalım. Koyu renkli yazdıklarım bu tutumların lugat karşılıklarıdır.

Ne demişlerdi?
“Yeni formatı istemiyoruz, eskiye dönülsün. MB’nin sahibi bizleriz. Biz olmazsak MB de olmaz. Ya bizim dediğimiz olur, ya da biz gideriz!!

Gerçek şudur ki, böyle bir söylem dahi zaten, bunun “samimi şekilde” bir eylem, bir protesto, bir tepki oluşundan çok, bir hak arama da olmayıp, resmen bir rest çekiş, hatta bir blöf, şantaj, tehdit olduğudur. Ayrıca da bir gerçeği saptırış, yani  samimiyetsizlik, sahtelik, bir hakkı saptırarak haksızlıktır, çünkü MB nin sahibi zaten Mililyet A.Ş. dir, dolayısıyla bir saldırganlıktır, ajitasyondur.

Bu da yetmezmiş gibi, buna ilaveten, kendilerini pek fazla bir önemseyiş, vazgeçilmez görüş, kendilerini herşey üzerinde/MB üzerinde tek hak sahibi ve tek “etkin” kendileriymiş gibi bir anlayış, düşünüş, zihniyet, yani bir “kibir”dir, kendini beğenmişliktir.
Hasılı, densizliktir, kendini bilmezliktir, kendini birşey sanmaktır, haddini bilmezliktir, çalım atmaktır, büyüklük taslamaktır, tepeden bakmaktır, ahkam kesmektir.

Daha da ilavesi, kendilerini bir çoğunluk-muş gibi göstermeye çalışış,  böyle bir hakları esasen zaten olmadığı halde, haklılar-mış, hakları varmış gibi gösteriş, sunuş, yani  “gerçeği çarpıtış”tır, ki yalana, sahteliğe, “sunî”liğe girer;  “ayak oyununa”a girer.

Üstelik tam da bundan da hareketle kendilerini gerçekten bir “çoğunluk” ve “haklı haline” getirebilmek için, başkalarının  da bu hareketlerini onaylamaları, katılımları ve kendileriyle birlikte hareket etmeleri arzusuyla, insanları bir manüple ediş, bir galeyana getiriş, etkilemeye çalışış, kendilerinin bu yanlışına insanların da sürüklenmesini sağlamaya çalışış… yani  insanları da “kendi emellerine alet etmeye” çalışmaktır; Yanıltmaktır, yanlışa yöneltmektir. İnsanların da kendileriyle birlikte hareket etmelerini isteyiş, “o niyetle” bir hareket ediştir. “Provokasyondur”. “Kışkırtmadır”, “kandırmacadır”,  insanları da kendi yanlış düşünüş ve yapışlarına, kendi yanlışlarına ortak etmeye çalışıştır, fütursuzluktur, ard niyettir, samimiyetsizliktir. Cürettir,  saygısızlıktır, küstahlıktır.

İnsanları manüple etmek sadece bir tek koşulda doğrudur, bunun dışında kalan her manüplasyon, kötüdür, çirkindir, yanlıştır ve insanlara zarardır, saygısızlıktır, samimiyetsizliktir.  İnsanları sadece “doğru bir şeylere” yöneltmeye, yönlendirmeye, ancak ve ancak haklı bir duruma onların da katılımını sağlamaya çalışırsanız,  ancak bu koşulda böyle bir istekte bulunursanız, o zaman sadece doğru ve iyi, iyi niyetli ve hakça bir iş yapmış olursunuz.  “İyi niyetle” haklılığa hizmet etmek üzere, doğruyu tesis etmek üzere, o yönde hareket ederek, insanları etkilemeye çalışırsanız, ancak bu koşulla insanları manüple etmek doğru, iyi ve de iyi niyetli, değerli birşeydir, ama şu yukarıdaki durum çok daha başka bir şeydir. İyilikle, doğrulukla, dürüstlükle, edeple, iyi niyetle, dolayısıyla da değerlilikle hiçbir alakası yoktur.

Ben de sırf bunun için  o tek yazımı, 2 bölümlük  “Neden? Ve kanıyor musunuz gerçekten?” başlıklı yazımı yazmışımdır zaten. Farkedin, görün gerçeği doğruyu demişimdir, kanmayın, aldanmayın, yanlışı doğru zannetmeyin demişimdir insanlara.  Doğruyu gerçeği söyledim diye de o insanlar da bana gıcık olmuşlardır haliyle, kendilerine bakacakları eğriyi doğruda ayıracakları yerde,.  öylelerine göre “ben”,  “kötü-çirkin-değersiz-kötü niyetli” olarak tanımlanmışımdır.  Bu kişiler bu denli yanlışlardadırlar işte yani.... Söylüyorum, yanlışa doğru yaramaz, kötüye iyilik yaramaz, hatta sefile asalet yaramaz diye vecizem bile var ama, bu dahi anlaşılmıyor bir türlü işte.

Ve evet, şu koyu renkle belirttiğim tanımlar, aynen de yine yaptıklarının gerçek ve doğru tanımlarıdır, bakınız lügatlara, karşılığında aynı açıklamaları görürsünüz. Ben koymuyorum adlarını bunların. Bu davranış ve tutumların adı neyse onları belirtiyorum “sadece”.  Abartmıyorum da yani, o arkadaşların  gerçekte ne ise yaptıkları, onların adını belirtiyorum, tam da bire bir gerçekte ne ise ve adı da ne ise, tam da olduğu gibi, yani tam da doğru ve gerçek ne ise o şekilde. Dolayısıyla asıl kimin neyi abarttığını da iyi ayırdediniz… Format gibi, tümüyle “şeklen” bir değişiklik,yenilik olan gayet sıradan ve zaten teknolojik gerçeklikte olması, yapılması gereken bir zorunluluğu böylesine hiç olmaması gereken bir şey-miş gibi ve de bu raddede büyüterek, önemseyerek had safhada suni bir şekilde abartan ve böylesi bir hale dönüştüren onlardı.

Peki, şimdi söyler misiniz, bütün bu saydıklarım hoş, doğru, iyi, güzel, makbul, nitelikli ve değerli davranışlar  mıdır? Böyle olduğunu kim iddia edebilir ki? Aklı başında hiç kimse bunu iddia edemez. İstenmeyen, sevilmeyen, dışlanan davranışlardır bunlar. Makbul olmayan, yanlış, kötü ve değersiz insan davranışlarıdır. Herkes için de böyledir bu…  Kibir, kandırmaca, saygısızlık, kışkırtma, samimiyetsizlik vs. vs. bunların tümü ve dahi bırakın bunların hepsinin bir arada oluşunu, bir tanesinin bile hatta, iyi-doğru-dürüst-değerli-makbul insan davranışı olduğunu kim söyleyebilir ki? Hiçkimse!

Yani sadece “bana göre” değil,  bu yukarıda sözü edilen tutum ve davranışlar  “herkese göre” zaten  “genel geçer” yanlışlardır, kötü ve değersizdir. Sahiplerini de küçültür, değersizleştiren davranışlardır da üstelik. Gerçekten değerli olanlar böyle davranmazlar da zaten. Yanlış mı? Değil. Tam da doğru olan, yani  “gerçek” budur işte, bu kadar da net! Onun için hiçkimse de bana, “bakalım senin doğrun herkes için geçerli mi, herkes için doğru mu? Belki de sen yanlış düşünüyorsundur, sen yanlış değerlendiriyorsundur. Sana yanlış gelen şey, belki de onların doğrusudur… sana yanlış gelen şey belki de benim için doğrudur” diyemez! Derse o da demagoji yapıyor, o da dürüst değil, o da bir şeyleri saptırmaya çarpıtmaya çalışıyor, abesle iştigal ediyor, o da yanlış ve değersiz bir şey yapıyor demektir. Bu budur. Bunun başkaca bir düşünce şekli yoktur. Aklı çalışanlarda da, aklı olan, yüreği olanlarda da ve neyin ne olduğunu gerçekten bilenler için aklın da vicdanın da yolu  birdir ve böyledir.

Ama  işte,  kendilerine ve yandaşlarına soracak olursanız da,  onların bu  yaptıkları bir “dik duruştur”, bir “tepki”dir sadece!
Yani hiç de yanlış bir tutum olmadığı, hatta makbul, değerli,  hatta hatta “soylu-asil”… ve haklı bir şey olduğu savunuluyor. Ben de buna itiraz ediyorum zaten işte.  Onların yaptığı o yanlışlara bile değil esasen … Asıl, ortada böylesine bir yanlışlar yığını apaçık dururken, bir de gayet rahat, hiç sıkılmadan, birilerinin üstüne üstlük bir de böyle diyebilmesine..! tahammül kalmıyor artık! Kambur üstüne kambur.

Sorarım, basit midir bu kadar, bu kadar hafifsenebilir midir bu? Önemsiz midir, çok sıradan, normal, doğal, olağan bir durum mudur bu, bu kadar? Ve şık, hoş bir durum mudur?

Onun için işte onların gidişlerini dönüşlerini vs. yi değil zaten, onların gidiş-dönüş "şekillerini", yani bu "davranış şekillerini” önemsiyorum ben. İnsanın “ne yaptığı” önemlidir evet. Fakat insanların  o yaptığı şeyi niye ve “nasıl”,  ne şekilde yaptığı, ne yaptığından çok çok daha önemlidir. Bunu hiç aklınızdan çıkarmayın.  Yoksa giden de dönen de dilediği zaman gider de döner de, hiçkimse de hiçbir laf etmez, edemez de zaten.  Normal bir şekilde adabıyla edebiyle, haklı gerekçeleriyle veya haklı bile olmasa dahi ama saygıyla, dürüstçe, samimiyetle, insana yaraşır, insanlara da çirkinlikler yapmadan giderse de gider, dönerse de döner, hiç kimse de karışmaz zaten böyle olduğunda da. Çünkü ortalık da karışmaz. Nitekim bir yığın normal bir şekilde giden de dönen de arkadaşımız oluyor, onlara bir laf eden  oluyor mu, olmuyor. Neden? Çünkü gidişlerinde de dönüşlerinde de bir anormallik, olağan dışı veya absürd, yakışıksız bir durum yoktur. Dolayısıyla bir sorun da çıkmaz.

“Dik duruş” diyorlar, neyin dik duruşu Allah aşkına?  Alt tarafı bir format değişmiştir. Bu mudur, buna mıdır dik duruş, buna mı denir, böyle mi olur dik duruş? Hayrettir yani gerçekten!
“Tepki!” diyorlar, neye tepki? Bir haksızlık yapılmamıştır onlara, bir saygısızlık yapılmamıştır onlara, hatta bir sene öncesinden tüm üyelerin fikirleri önerileri istenmiştir, haberdardırlar da zaten bundan, bir emrivaki yapılmamıştır.  Kimse çiğnenmemiştir.  Bir dayatma da söz konusu değildir. Kimse dış kapının dış mandalı konumuna dahi sokulmamıştır. Aksine herkes insan yerine, adam yerine konulmuştur, sorulmuştur, katılım ve öneri istenmiştir… daha ne? Hatta hatta denemeye aldık oluşacak aksaklıkları da bildiriniz, düzeltelim, bize yardımcı olunuz denilmiştir…
İnsaftır yani.
Tepkiymiş, dik duruşmuş… Hayır! Abartıydı… fevrilikti… şımarıklıktı… saygısızlıktı… Bana göre hatta çok çok çirkin birşeydi.

Ve birden şu ana dönmüş olacağım yine tekrar ama, tam yeri de burası çünkü:
Şimdi de hemen daha yeni, ve hala, Ata Kemal Bey'in o yazısına yaptığı yorumda Supçin demiş ki, aynen onun cümlesi : “Ve fakat pek çok giden dostlarımız gibi aslında bizimki darbe gibi algıladığımız Beta sistemine karşı bir serzenişti.”

Buyurun burdan yakın, aradan üç ay geçmiş, şimdi  durumu daha da hafifsiyor… yaptıkları şey daha da önemsizleştiriliyor, böylesi katmerli ve önemli bir yanlışı önemsizleştirmek için ne mümkünse yapılıyor yani . Dikkatinizi çekerim!

Öyle ki cümlenin neresinden tutsak elimizde kalıyor zaten:
Serzeniş deniyor…  serzeniş!! Hayrettir gerçekten.
Açın bakın sözlüklere, serzeniş buna mı denirmiş acaba? Şu yaptıklarıyla “serzeniş” kelimesi ne kadar örtüşüyor? Tek bir noktası dahi örtüşebilir mi ki? Asla.

Ve yönetimin yaptığını da “darbe” gibi algılamışlar… bak bak bak..!
Algıda da hayi büyük bir sorun var anlaşılan.
Ve de,
Orantısızlığa bakınız, birini, yani kendi yaptıklarını mini minnacık yapıyor, öbürünü ise koskocaman. Olmaz yani olmaz…. “darbe” diyor, seçilen kelimeye bakınız. Neye darbe, neresi darbe, nasıl bir darbe acaba… format değişikliği yapmak darbe oluyor. Güler misiniz, ağlar mısınız..?
Abartıya bakınız, samimiyetsizliğe bakınız, sahteliğe bakınız. Kendilerini makul, makbul gösterebilmek, mağrur tutabilmek adına gerçeğin eğilip bükülüşüne bakınız, nasıl çarpıtıldığına bakınız. Doğru bir insan davranışı mıdır, değerli dürüst saygılı ve saygın bir davranış mıdır, mütevazı soylu asil bir davranış mıdır? Bence değil.  Ama bazılarınızca öyle demek ki ha? İlginç:))

Ben miymişim gerçeği eğip büken! Kimlerin gerçekleri nasıl da yamulttuğu işte bizzat kendi yazdıklarıyla, kendi dedikleriyle kanıtlı, ispatlı ortada. Ama onlara göre hayır, yok,  “ben” fesatlanıyor muşum onlara, çekemiyor muşum, haset ediyor muşum, iftira atıyormuşum, “ciğerime dokunuyormuş”, onlar çok değerli ve iyi olduğu için bana zararmış işime gelmiyormuş onların varlığı, kaygılanıyormuşum, pastayı tabii ki onlar gibileriyle onlar kadar değerlileriyle paylaşmak istemiyor muşum... Böyle diyor bir de, bizzat kendisi benim için… ve sadece o değil, yandaşları da, bunlara aldananlar da böyle diyorlar, benim için.

Sorarım, ortada değerli birşeyler, değer verilecek, önemsenecek, özenilip, gıpta edilecek bir durum, bir “değer” mi var ki haset edeyim, çekemeyeyim, fesatlanayım..? alemsiniz valla :)

Yani  yine aynı şey işte, aynı huy, aynı değersizlik, bu defa da “benim üzerimden” kendilerini önemsetme çabası, kompleks oluyor yani bu da yine o tutumlarında da olduğu gibi... İnsanların asıl vasıflarını da bu tür tutumları ele verir zaten... yani sırf o format hikayesine veya ortamdaki durumlara has sadece o olaya özel bir durum da değil demek ki… Diyorum ya beni karıştırmayın bazı insanlarla, karıştırmasın bazıları da kendileriyle… çünkü karıştırdığınızda bana hakaret oluyor. Onun için zaten ben de diyorum, ben nereee... onlar nere, öyleleri nere diye!

Ve “pek çok giden dostlarımız” deniyor. Yine dikkatinizi çekerim… Yanlış aynı yanlış, huy aynı huy, anlayış aynı anlayış, zihniyet aynı zihniyet… Değişen bir şey yok. Bir hataydı, hatamızı anladık tavrı, uslubu yok.  Yaptıkları şeyin yanlış olduğunu bir idrak, yaptıkları yanlışın bedelini ve sorumluluğunu bir yükleniş, bir özür, pişmanlık, öyle bir sorumluluklarının bulunduğunu da bir idrak, o sorumluluğu da bir yerine getiriş, yani o idrakı da topluma bir sunuş, topluma, insanlara, doğruya bir saygı yok! Neyin ne olduğu o kadar açık ki. Tam anlamıyla bir sorumsuzluk... esasen daha da ötesi var da, editorya'dan geçmez diye yazamıyorum.

Yine o cümlede bile işte deniyor ki hala,
“Pek çok giden dost”!! Ben söyleyeyim size kaç tane o “pek çok”!
Onlarla birlikte hareket ederek giden benim bildiğim, 5-6 kişiyi dahi aşmaz. Velevki taş çatlasa 10-15 diyelim, olmadı 20 diyelim… 7000 küsur kayıtlı üye, hadi geçelim onu da 200-300 aktif üye arasında “sadece “ 10-15 kişi” gerçekten ne de pek çok değil mi?

Ve evet, ciğerime dokunuyor  insanların böyle şeyler yapması,  bu kadar çok yanlışlar, bu kadar çok haksızlıklar...  ve böylesi yanlşları, böyle yapanları  alkışlaması, desteklemesi bir de bazılarının… bu kadar çok doğruyu yanışla, haklıyı haksızla, değersiz olanı değerli olanla karıştırması insanların evet ciğerime dokunuyor...  çünkü benim ciğerim insan hamuruyla yoğrulu, insanım ben, insanın bu hallere girişi evet, dokunuyor ciğerime… yakışmıyor insana, insan olana böylesi yanlışlar, haksızlıklar,  “insan” bu değildir çünkü. İnsanın bu hali nasıl dokunmasın, insan olanın ciğerine?

Şimdi bana, 3 ay önce ve  şu son safhada da bu durumun aynen de şu yukarıda tarif ettiğim şekilde gerçekleşmediğini de bir üek insan dahi söyleyemez!  İddia da edemez, gerçeğin bu olduğunu inkar da edemez. Böyle olmuş, böyle gerçekleşmiştir çünkü. Herşey de yazılı çizili yazılarda, kayıtlarda kanıtlı, ispatlıdır da zaten. Ne bir yalandır, ne de bir iftira… “gerçek”tir, kendileri böyle yapmıştır.

Üstelik daha bitmedi... dahası da var :((

O da yine sonraki bölümlerde…


Filiz Alev
27.12.2011

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..