Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mayıs '14

 
Kategori
Deneme
 

Halim selim (sıradan bir insanın sıra dışı yaşamı - on dördüncü bölüm)

Halim selim (sıradan bir insanın sıra dışı yaşamı - on dördüncü bölüm)
 

Sıradan insanlar


Neyse, bu arada yağmur da şakır şakır yağıyordu. Halim de horul horul uyuyordu. O uyurken bilmeyen orada aslan var sanırdı. Yüzü şekilden şekle giriyordu. Kim bilir rüyasında neler görüyordu.
 
Sabah erkenden uyandı. Bu arada hava açmıştı. Bu şehrin havasına “akıl, sır ermez” derdi. Hava bir bakıyorsun açık, bir bakıyorsun oradan buradan bulutlar toplanmış bir şakırtı, yağmur yağıyor. Sonra bakmışsın hava yine pırıl pırıl. Yağmuru çok seviyordu, ama bu şehrin havasına da şaşıyordu. İkisi ayrı ayrıydı. Bunları düşündü.
 
Oda arkadaşı Nuri’de gelip yatmış horul horul uyuyordu. “Gece kimbilir nerlede dolaşıyor? İyiceme şaşırtdı bu adam. Akşam bi kenara çekip gulanı bükmeli. Noluyor sene böyle, bi derdin sıkıntın mı var? Söyle belki bi çare buluruz”  diyecekti. Bunları aklından geçirdi kalktı usulca giyinip dışarı çıktı.
 
Kapının önünde oturdu bir çay söyleyecekti. Masraf olmasın diye vazgeçti. Nasıl olsa işyerinde hala fazladan bir çay alacağı vardı. Güldü, kendi kendine “bakıyom alıceni unutmeyon, eferin sene” dedi. Aklına borcuna da sadık olduğu geldi, yine güldü. İçinden “vakdı gelince ödeme erkeğisen” dedi.
 
Halim bu; her zaman kendi kendine konuşur kendiyle dalga geçerdi. Ne yapsın garibin tek eğlencesi buydu.
 
Halim buna benzer düşüncelerle büronun yolunu tuttu. Vakit çok erkendi. O böyle erkenden işe giderken yanından geçtiği Dostlar meyhanesini “yine dolu mu?” diye merak ederdi. Öyle alkolik falan değildi. O meyhaneye parasız kalınca ya bir, ya iki sefer uğramıştı. Merakı “bu saatte yine mi dolumu?” diyeydi. Çünkü o meyhanenin ne zaman açıldığını kimse bilmezdi.
 
Bir keresinde Nuri anlatmıştı. Sabahın esselatında, o civardaki otel ve pansiyonlarda kalan alkolikler meyhaneci gelmeden meyhanenin önünde kuyruk olurmuş. ‘Tıpkı emekli, hastane kuyruğu gibi’. Meyhaneci bunu bildiğinden erkenden gelir besmele çekip kapıyı açarmış. O sıra bekleyenler içeri doluşurmuş. Bardağına şarap dolduran bir kenara çekilip zıkkımlanırmış. O sıralar meyhanenin yanından geçenler içerden arı uğultusu gibi sesler duyarmış.
 
Halim’de bir gün merak edip kafasını kapıdan içeri uzatınca, alkoliklerin muhabbete daldığını görmüş. Tabi Halim başını uzatınca, içerdekiler ‘bi aslan başını uzattı’ zannedip ‘tingedek’ düşmüşler. Halim olduğunu anlayınca da yine kendi dalgalarına dönmüşler.
 
Onun için Halim eğer erkenden işe gidiyorsa o meyhanenin yanından geçerken mutlaka içeri girer “afiyet osun, muhabbetiniz bol olsun beyler” derdi. Onlar da Halim’e alıştığından artık korkmuyorlarmış. Hepsi bir ağızdan “sağol buyur bişey iç” derlermiş. Halim elini göğsüne vurup “sağolun arkıdeşle. Ben işe gidiyon. İçesem azım kokar iyi olmaz” deyip çıkıp gidermiş. İşte o an ‘iş güç sahibiyim’ diye kendiyle gurur duyar; müteahhidi anıp “sağolsun her şey onun sayesinde oldu” dermiş. ‘Tabi içinden kendi kendine’.
 
İşte bu gün de erkenden işe gittiği için kapıdan içeri girdi. İçeri girerken masaları dolu görünce ‘mübarekle yerlene almış’ diye içinden geçirdi. “Afiyet olsun beyler. Yine erkencisin, muabbetiniz bol osun” dedi. Masadakilerde gülüşerek her zamanki gibi “sağol birader buyur bişeyle içelim” dedi. Halim “sağolun arkıdeşle ben şöyle bi bakdıydım” dedi ve eyvalah deyip çıkıp gitti.
 
Bu alkoliklerin pek dedikodu huyu yoktu. Kimsenin tavuğuna kış demezlerdi. Halim gidince hemen onu unutup kendi muhabbetlerine döndüler. Mübarekler bu kadar ne konuşurdu bilinmez? Kendi kendilerine gülüşe gülüşe ölülerdi. ‘Tabi ölüşleri lafın gelişiydi’. Halim hep bunları düşünür onlara şaşar kalırdı. Hepsi iyi insandı. Kimseye zararları olmazdı. Bütün zararları kendilerineydi. Zaten böyle yaşarken bazıları karanlık sokakların birinde kıvrılır kalır; belediye görevlileri gelip ölülerini alarak kimsesizler mezarlığına gömerdi. Buraların sokaklarında, bu pansiyonlarda yaşayanların çoğunun kaderi buydu. Belki de Halim’in sonu böyleydi. Kim bilir kader. Kaderin önüne geçilmiyor. Halim de kadere çok inanırdı ve namaz falan kılmasa da itikadı çok sağlamdı.
 
Halim böyle düşüncelerle büroya geldi. Vakit çok erkendi. Daha çay ocağı falan da açılmamıştı. Büroyu, patronun odasını güzelce temizleyip yerine oturdu. Şöyle bir saat eski günleri düşünse bir şey olmazdı. Öyle fazla daldırmadan o günleri düşünecek sonra yeniden asıl işine dönecekti. Yani gelen gidene “patron daha gelmedi” veya “patron içerde” veya “tamam patron” gibi şeyleri işaretle anlatarak orada “cip ciddi oturma” işine başlayacaktı. Şöyle bir düşündü. Akşam pansiyonda gözleri tavana takılı düşünürken uykusu gelince nerede kaldığını hatırlamaya çalıştı. Buldu; savcıya ve yanındaki hakime ifade veriyordu. En son onlar ada çayı ve sodalarını içiyordu. Halim de usul usul suyunu içmiş sonra da çayını içiyordu. Tam burada kalmıştı.
 
Onlar adaçayı ve sodalarını içmişti. Halim de usul usul suyunu sonra çayını içince savcı  “hadi ifadene devam et bakalım. Ninenle pazara gittiydin” diye hatırlatmıştı. Buradan başlayacaktı.
 
“Soncıma savcı beyim, ninecim bi gün bazarda bene bi yatağan bıçağı alıvedi. Bu da ‘nerden icap etti?’ derseniz. Ninecim bene tosun oğlum zaman değişti, seni de bubacın gibi galleşliğile bıçaklala mıçaklala. Al bu bıça da kendini goru dediydi” dedi. “Ben şindi bunu durub dururken söylümedim. Çünküm işin püf noktası bu bıçakda. Zamanı gelince anladıcen” diye ilave etti. “Soonacıma” dedi “bazarda alışverişini bitirince bene para verir bende goşmacı gider bazar ekme alır gelirin” diye tekrar devam etti. Daha önce söylediklerinde, anlattıklarında “ninecim para verince, goşmacı gidip ıscacık bazar ekme alırın” diye düşünüp anlatmamıştı “emme işin doğrusu” buydu. Her bi şeyi, hatta onbaşıyı bile dövdüğünü anlatmaya “garar verince, ozman annadmadı her bi şey annadıcedi”.
 
Durakladığını gören savcı “ne durdun? Yine ne yumurtlayacaksın?” deyince yine beyninden aşağı “gaynar su” dökülmüş gibi oldu. “Töbe savcım, ben heç bi şeyi unutmudan annaddmak için düşünüyodum. Çünküm mesela ben bu ninemin para verip de goşmacı bazar ekme aldımı başka hiç bi yerde anlatmadıydım. Ben size her şeyi annadmıya garar verince, unuddum var mı deye düşünüyodum” dedi. Savcı ve hakim hatta bal rengi buğulu gözlü katip kızda az kalsın gülecekti. Kendilerini zor tuttular.
 
Halim bunların farkında değildi. Gözlerini tavana dikmiş her bir şeyi hatırlamaya çalışıyordu.
 
Savcı “öyle mi? Aferin her bir şeyi unutmadan anlat” dedi. Hakim de başıyla onayladı. Katip kız da tekrar yazmaya hazırlandı ve Halim’e baktı. Halim katip kızla göz göze gelmişti. Gözlerini katip kızın gözlerinden kaçırıncaya kadar dokuz doğurmuştu.
 
Katip kızın gözleri köy katibinin kızının gözlerine o kadar benziyordu ki. Halim içinden “valla gözle tıpkısının aynısı. Köy katibinin güççük gızın bal rengi buğulu gözlen aynısı” diye geçirdi. Hemen gözlerini katip kızın gözlerinden ayırdı.
 
Önce ninesiyle gittiği kasaba pazarında çok sıkışıp belediye tuvaletine gittiğinde başından geçenleri anlatacaktı. “Şindi o ayıb gaça” diye düşündü ve  “soonacıma savcı bey” deyip kaldığı yerden devam etti.
 
“Ben goşmacı ıscacık bazar ekmeni alıp gelince, ninecim onlan içine ayırıb gaymağışöylü bi yayadı” diyerek eliyle ninesinin sıcacık pazar ekmeğinin içine ayırdığı kaymak ve tereyağını nasıl yaydığını gösterdi. “Soonacıma savcı beyim onu bi yemesi olurdu. Hele bi keresinde ninecim ekmeği bi fazla aldırdıydı. Meğersem yanımızdaki balcıyla gavilleşmiş. Ben goşmacı ekmeklere alıp geldim. Nineciğim o ıscacık ekmeleri yaydı, içini tereyanı sürdü; üsdüne de balcının verdiği balı döktü. Valla savcı beyim ayıpdır söylümesi bi yemesi oldu. Valla ben ömrü hayatımda böylü şey yemedim” dedi.
 
Bu son anlattıklarıyla orada bulunan herkesin savcının, hakimin, katip kızın hepsinin karnını acıktırmış, kendi karnı da çok acıkmıştı. Burada savcı hakimle göz göze gelip anlaştı. “Tamam Halim şimdi ifade vermene burada son verelim. Seni şimdi dışarı çıkaracağım. Orada biraz dinlen sonra devam edelim” dedi. Zile bastı kapıyı açan görevliye “polis gelsin, tutukluyu dışarı alsın” dedi.
 
Savcı “polis gelsin tutukluyu dışarı alsın”  deyince Halim “tingedek” düşmüştü. İçinden “tabi öyle decek bubasının oğlumuyum ben. Tutukluyun tabi” diye geçirdi. Bu arada içeri iki polis girdi Halim’in ellerini kelepçeledi. Halim bavulunu kelepçeli elleriyle alacaktı. Savcı gülerek “içinde kıymetli bir şey yoksa kalsın. Az sonra ifadeye devam edeceğiz” dedi. Halim “ne gıymatlı bişey savcı beyim. Sizden gıymatlı ne va. Ayıptır söylümesi içinde öteberim va o gadar” dedi. Polisler şaşkın bakıyordu. Savcı  “peki kalsın” dedi. Polislerden birini çağırdı. Biraz para verdi. “Tutukluya bir şeyler alın yesin. Belki parası yoktur” dedi. Polis şaşkın parayı aldı Halim’i de alıp dışarı çıktılar.
 
Polisler hayatlarında ilk kez bir savcının ifade arasında içeride tutuklunun eşyasını alıkoyduğunu, cebinden para verip “ona bir şeyler alın belki parası yoktur” dediğini duyuyorlardı. Halim’in bir sağcıyı öldürüp ikisini ağır yaraladığını biliyorlardı. İçlerinden “bu savcı solcu herhalde” diye geçirdiler.
 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..