Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Aralık '08

 
Kategori
Antalya
 

Halime'nin hayali...

Halime'nin hayali...
 

Halime, Antalya’nın varoş sayılabilecek, Gecekondu mahallelerinden birisinde yaşıyordu.

Kendisi 45 yaşlarında, eşi Halil 60 ına merdiven dayamış, hep başkasına ait ve ağır işlerde çalıştığından olsa gerek 70 in üzerinde gösteriyordu.

Halil son beş-altı yıldan beri çalışamıyordu. Tam bu sırada imdatlarına Sosyal Yardımlaş Fonu (Fak-Fuk)imdadına (!) yetişmişti!

Her yıl bir kere yakacak kömür geliyor, en az üç, bazen dört kere gıda yardımı alıyorlardı. Gerçi gelen bazı gıda maddelerinin üzerindeki tarihlerin geçtiği de oluyordu. Ancak o tarihe aldırmıyorlar ve afiyetle gıda maddelerini tüketiyorlardı…

Halime ve Halil’in her hangi bir sosyal güvenceleri de yoktu. O nedenle ikisi de birer Yeşil Kart çıkartmışlardı. Gittikçe sağlığı bozulan Halil, bu Yeşil Kart sayesinde Hastane ve Sağlık Ocağına gidip, yazdırdığı ilaçları Eczanelerden alabiliyorlardı. Gerçi arada bir Eczane ile sorunları olmuyor değildi. Halil ve Halime’nin bir kötü alışkanlıkları oluşmuştu. Komşularına da ilaç yazdırıp alıyorlardı. Ayrıca Eczaneler, devletin kendilerine ödeme yapmadığını bahane ederek, bazen ilaçları vermediği de oluyordu. O zaman da şehir merkezindeki Eczanelere gidip, ilaçlarını oradan alıyorlardı. Bu işi genellikle Halime hallediyordu. Evin tüm diğer işlerini gördüğü gibi!

Halil bir gün evde fenalaştı. Komşuları Ahmet’ten yardım isteyip, onun Serçe marka arabası ile en yakın yerdeki Hastane olan, eski SSK, yeni Atatürk Devlet Hastanesine götürdüler. Halil’e hemen bir Serum bağlandı. Doktorların ilk muayenesinde; Halil’in Gıda Zehirlenmesine maruz kaldığı anlaşıldı. Ancak Halime’de bir şey yoktu. Gerçi Halil’in yediği makarnadan, Halime yememişti! Halime’nin pişirdiği makarna, gelen gıda yardımı paketinden çıktığı ve üzerindeki son kullanılma tarihine bakılmadığı için, zehirlenmenin makarnadan olup olmadığı da pek belli değildi. Veya Halime gelen gıda yardımının üzerine toz konduramadığı ve adı üstünde yardım olarak geldiği için olsa gerek, hiç makarnadan söz etmedi. Ancak Halil’in midesini yıkayınca, oradan ortaya çıktı!

Son zamanlarda, yapılan yardımlar epey artmıştı. Sosyal Yardımlaşma Fonunun yanı sıra bağlı bulundukları Merkez ilçe Belediyesi ve Büyük Şehir Belediyesinden de aynı yardımlar arkası arkasına gelmeye başlamış, fazla gelen yardımları koyacak yerleri olmadığı için evlerinin önündeki küçücük alana kömürleri yığıp üzerine birde naylon örtmüşlerdi. Gerçekten de gelen kömürler en az iki yıl yeterdi. Ve halen ayda bir gelmeye devam ettiğinden koyacak yerleri yoktu. Kara, kara gelecek yardım kömürlerinin nereye konulacağı ve gıda yardımlarından dolan bir odanın dışında nereye koyabileceklerini düşünürken, Halime’nin aklına müthiş! Bir fikir geldi. Gıda maddelerini yakında kurulan pazarda, kömür yardımlarını da çevrede kömür yardımı almayan eski Bağ Kurlu, yeni yatalak Murtaza Efendiye hesaplı satmak! Hemen kolları sıvayıp Murtaza Efendi’nin hanımı Mualla’ya gitti. Aralarında konuşup anlaştılar. Ve gündüz gözü, Halime Murtafza Efendi’nin hanımı Mualla ile birlikte el arabası yardımı ile sattığı kömürleri Murtaza Efendinin evine taşıdılar. Murtaza Efendi çevresinde muhalefet olarak tanındığı ve yardımlar hakkında ileri geri konuştuğu için, yardım alanlar tarafından pek sevilmezdi. Ancak ucuz bulduğu, yardım(!) kömürlerinden kendiside almıştı. Ve aldıkları kömürleri, eskiden bakkal olarak kullandıkları, halen boş bulunan dükkânlarına koydular. Halime sırf iyilik olsun diye gelen gıda maddesi yardımından da birkaç makarna, bulgur falanda kömür çuvallarının kenarına sıkıştırdı.

Halim, gelen fazla gıda maddelerini de Murtaza Efendi’nin hanımı Mualla’dan aldığı el arabasıyla Perşembe günü kurulan semt pazarına götürüp, pazarın bir kenarında satmaya başladı. Fiyatları da tam olarak bilemediğinden olsa gerek, kimi malın fiyatını çok yüksek, kiminin de çok düşük söylüyordu. Düşük söyledikleri hemen bitiyor. Yüksek fiyat söylediği malın fiyatında %50 indirim yapınca hemen satılıveriyordu! Bu yardımların satılarak paraya çevrilmesi, Halime’nin şehirde gittiği apartman yıkamalarından kurtulmasını sağlamıştı. Yardımı gönderenlere hep dua ediyordu! Ve her yerde yardımı getirenlerin reklamını da yapmayı ihmal etmiyordu!

Halime ve Halil’in son zamanlarda bir şeyler dikkatini çekmeye başlamıştı. Bu da televizyonlardaki haberlerde hep bir krizden söz ediliyordu. Oldum olası bu tür konuşmalar Halil ve Halime’yi korkutuyordu. Ya yardımların arkası gelmezse! Son zamanlarda nakit para yardımı da vermişlerdi! Ya bu kriz nedeniyle gelen yardımlar kesiliverirse diye ödleri kopuyordu! Bu nedenle Halil ve Halime, yardım gönderenler hakkındaki Propagandalarına hız vermişlerdi! Her gittikleri yerde, Büyük Şehir Belediye si ve Merkez İlçe Belediyesi’nin ne kadar güzel çalıştıklarından, şehrin kazançlı çıktıklarından bahsediyorlardı. Aslında kazançlı çıkanın kim olduğu belli olsa da! Onlar bu tür çalışmalarına(!) devam ediyorlardı!

Halil yakındaki mahalle kahvesine gidip, her gün hem pişti oynuyor, hem de yardımı verenlerin ne kadar iyi birer idareci olduklarını(!) anlatıyordu. Hele, ilerideki yol kenarındaki bil boardı gösterip, oradaki “Büyükşehir çalışıyor, Antalya kazanıyor, yolun açık olsun Antalya” lafını büyük bir gurur ile gösteriyordu! Ancak kendi oturdukları mahallenin daha kanalizasyonu bile yoktu! Yolları bile asfalt değildi ama olsun kendisine getirilen yardım onun için oy vermeye ve yardımı yapanların propagandasını yapmaya yeterliydi.

Halil’in kahvehanede ve sokakta yaptıklarını, Halime’de mahalledeki kadınlarla buluştuğunda anlatıyor ve ekliyordu! Televizyonlarda almış bir kriz lafı gidiyor. Ne krizi, ben her hafta Antalya’nın en büyük semt pazarı olan SSK karşısında kurulan Çarşamba pazarına gidiyorum. Her hafta daha da kalabalık oluyor. Adım atacak yer bulamıyorum! Pazarın bir ucundan girdiğimde, öbür ucuna varmak için aradan 5 saat geçiyor. Ne alışveriş yapıyorlar siz bir görseniz diye söylüyor. Oysa mahalledeki kadınların hemen hemen hepsi her hafta aynı pazara gidip, çoruna, çocuğuna veya kendisine sergiden giyecek bir şeyler alıyorlardı!

Halil ve Halime’nin bu propagandalarına yardım alanlar destek veriyor, Murtaza Efendi gibi alamayanlar ise karşı çıkıp, aksi görüş bildiriyorlardı. Bu tür söylemler seçim yaklaştıkça, mahalleye seçimden seçime gelen siyasilerin, Belediye Başkanlarının ve Başkan adaylarının gelmesiyle iyiden iyiye alevlenmiş, yer, yer bu tartışmalar kavgaya dönüşmüştü! Mahalleye daha önceleri hiç uğramayan Polis ve Jandarma artık daha sık gelmeye başlamıştı. Mahallenin yarısı Polis bölgesi, diğer yarısı ise Jandarma bölgesi olduğundan, son dönemlerde, Jandarma ve Polis arabaları, mahalleyi ortadan ikiye bölen stabilize yolda daha sık devriye gezer olmuştu.

Daha şehir seçim havasına girmeden, yardım alan mahallelerde yarın seçim olacakmış gibi bir siyasi kavganın oluşması, gelecek seçimler için endişe yaratıyordu. İşte böylesi bir ortamda, Halime yine evde makarna yapmış, kendisi mahalledeki boş arsalardan kazdığı otlardan pişirerek yemiş, Halil de pişen makarnadan, ekmeksiz bolca yemişti. Evde çor çocuk olmadığı için kim ne zaman isterse, istediği yere yatıyordu. Bir kanepeye Halil, diğer kanepeye de Halime uzandılar. Hali Televizyondaki sevdiği dizinin başlamasını beklerken, önce Halime uyuya kaldı. Sonra da Halil! Gelen yardım kömürlerinden doldurdukları sobaları da gürül gürül yanıyor, evin için adeta cehennem sıcağı gibi insanı terletiyordu. Halil ve Halime üstlerine her hangi bir örtü bile almadan uyuya kalmışlardı. Dışarıdaki esen Poyrazın sesi içeri kadar geliyordu. Evin dışında bazı gürültüler oldu. Ancak Halime ve Halil uyudukları için bu gürültüleri duymadılar. Gelen gürültünün nedeni, evin yan duvarından dışarı çıkartılan soba borusunun ucuna taktıkları ve gelen dumanı yukarı vermesini sağlayan dirseğin düşmesiydi. Borunun ucundaki dirsek düşünce, poyraz direk soba borusunu karşıdan vurmaya ve gelen rüzgâr sobayı söndürüp, tütmesine, tüten dumanlarında yavaş, yavaş içeriyi dumana boğmasına neden oluyordu.

Halil ve Halime derin bir uykuda olduğundan, içeriye tüten dumanı hissetmeleri mümkün olmuyordu. Mahallede akşam gezmesi olmadığı için de herkes evinde kendisi ve ailesi ile meşguldü.

Ertesi gün sabah olmuş, dışarıda tertemiz bir hava, pırıl, pırıl bir Antalya güneşi, poyraz dinmiş, hava sıcaklığı da epey yüksek olunca, mahallenin kadınları Çarşamba Pazarına gitmek için birbirlerine haber vermeye başladılar. Eskiden bu tür haber verme ve kadınları toplama işini yürüten Halime’den ses çıkmamıştı. Halime ortada yoktu. Evlerinin kapısı da kapalı olunca, bazı kadınlar kendilerine haber vermeden pazara gittiği gerekçesiyle Halime’ye sitem bile ettiler. Toplanan kadınlar toplu olarak pazara gittiler. Pazarda ve Pazar dönüşünde Halime’yi gören olmadı. Mahallenin kadınları Pazar dönüşünde, olanları eşlerine anlattılar. Mahallenin erkekleri de Halil’i görmemişlerdi! Kimsenin aklına kötü bir şey gelmiyordu. Herkes Halil ve Halime’nin bir yerlere gittiğini düşünüyordu.

Aradan birkaç gün geçmişti. Halen Halime ve Halil’den bir ses çıkmamıştı! Tüm mahalle halkı büyük bir merak içinde Halil ve Halime’yi birbirine sormaya başlamıştı. Murtaza Efendi yattığı yerden eşi Mualla’ya ya şu adamların evlerine bir bakın! Bunlar nereye gidecek? Gidebilecekleri bir yer mi var? Diye söylendi. Mualla birkaç komşusunu da yanına alıp, Halil ve Halime’nin gecekondularını gitti. Daha evin bahçesinden yeni girmişlerdi ki yere düşen soba dirseği ile karşılaştılar. Evin içinden de televizyon sesi geliyordu. Komşular hep bir ağızdan bir Allah, Allah nidası çekip kapıya vurdular. Ses seda yoktu. Birkaç sefer daha vurdular yine ses yoktu. Mualla Halime diye bağırıyor, yine ses yok! Kapıyı itince, kapının kilitli olmadığını görüp, hemen içeri daldılar. Halime ve Halil’in birer kanepeye üzerlerine bir şey almadan uzandıklarını görüp, uyandırmak için seslendiklerinde, ses vermediklerini görüp, Mualla Halime’ye dürtükledi. Yine ses yok daha bir kuvvetli uyandırmaya çalışınca, Halime’nin vücudunun kaskatı kesilmiş olduğunu görüp, büyük bir çığlıkla dışarı kaçtı. Diğerleri de onu takip etti. Ve ne olduğunu anlamaya çalışırken, Halil ve Halime’nin öldüklerini anlayıp, mahallenin erkeklerine haber verdiler.

Halil ve Halime için yapacak bir şeyleri olmayan mahallenin erkekleri, Jandarmaya haber verip, yapılacak otopsiden sonra, cenazelerin kaldırılması için Belediye’ye müracaat ettiler. Belediye’den gelen olmayınca, kendi aralarında konuşarak, cenazeleri en yakın mezarlığa defnettiler.

Cenazelerin defnedildiği günün akşamında Belediye başkanı ve yanındakiler mahalleye propaganda konuşması için geldiğinde, mahalleli cenazeyi niye kaldırmağını sorunca, haberi olmadığını(!) söyleyerek, bir nevi oy yoksa yardımda yok der gibiydi…

 
Toplam blog
: 3842
: 3093
Kayıt tarihi
: 23.03.08
 
 

Antalya'da 1956 yılında doğdum. Emekliyim, Üniversite mezunuyum. Evliyim, bir oğlum var Mimar. Gü..