Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

HALK DEMOKRASİSİNDE ÖZGÜRLÜK

HALK DEMOKRASİSİNDE ÖZGÜRLÜK
 

HALK DEMOKRASİSİNDE ÖZGÜRLÜK

İnsanlar genelde, sözde sizin iyiliğinizi düşündükleri için özgürlüğünüzü kısıtlarlar. Bugün mutlak din egemenli bir Müslüman ülkede örneğin bir kadının hiçbir özgürlüğü yoktur. Burada özgürlük deyince kadının açılıp saçılması anlaşılmasın. Elbette o ülkelerde bir inanç sistemi vardır ve bu önemlidir. Ancak kişi bu sistemle ilgili her şeyi kabul etmeye mecburdur. Yani dinde zorlama vardır. Sizin özgür iradenizle kabul etmediğiniz bir şey doğru bile olsa sizi mutlu etmez. Ülkede mevcut inanç sistemini insanlar kabul etmekte ya da etmemekte serbest olmalıdırlar. İsteyenler inancının gereğini eksiksiz yerine getirebilme imkânına sahip olmalıdırlar. Bu ülkelerde milyonlarca insan istemediği bir hayatı zorla yaşamaya mecbur bırakılmaktadır. Bu zulümdür. Oysa ilgili inanç insanların mutluluğu için vardır. İbadet eden kimse bunu kendi isteği ile yapmalıdır. Aksi halde bu ibadet olmaz. Din birileri tarafından zora dayalı olarak uygulanan bir kurallar bütünü değil inananların kendi istekleriyle serbestçe uydukları ilahi emirlerdir. Allah kimseyi kendisine dini yürütmek için ordu tutmamıştır. Emirlerini peygamber vasıtasıyla kutsal kitap olarak tebliğ ettirmiştir.

Şimdi çıkıp birilerinin "Bütün insanlar Allahın emirlerine uyacaklar. Uymazlarsa başını keseriz" şeklinde uygulama yapmaya kalkmaları dinle ilgili bir şey olmayıp tamamen diktatörce bir anlayıştır. Elbette bunun içinde ayrıca bu kimselerin dinin özünü bilmemeleri, yine sömürü düzeninin bu ülkelerde dini kullanması da vardır.

Aslında bu kadar olmasa da ülkemizde de din insanların özgürlüğünü sınırlayan bir yapı göstermektedir. Dini çevrelerde insanların belli sınırların dışına çıkması imkânsızdır. Bir kadının yalnız başına bir parka bile gidip oturması mümkün değildir. Din ve töreler yönetimler tarafından da desteklenmektedir. İnsanlara şirin görünmek, oy almak için verilen bu destek bilinçsiz ve yanlıştır. Devlet birimlerinin destek verip övdüğü "töre” bir gün gelip "töre cinayeti" olarak acı meyvesini verir. Devlet yetkilileri halkın istediği şeyleri değil doğru olduğuna inandıkları şeyleri yapmalıdırlar.

Töre ve din baskısı hayatınbir acı gerçeğidir. Oysa töre de din de insanların mutluluğu içindir. Ama dünyamızda ve ülkemizde sömürü düzeniyle bağlantılı iktidarlar tarafından insanların bilgisiz olmaları, inançlarına aşırı düşkün olmaları, Tanrı korkusu”nu özellikle din sömürücülerinin en büyük silahıdır. Şunu yapmazsan Allah seni şöyle edecek derler ve iş biter", fakirlik, çaresizlik, kadercilik kullanılarak inananlar ve inanmayanlar üzerinde korkunç bir baskı oluşturmaktadırlar.

Onlara göre insan dünyaya çile çekmeye gelmiştir. "Dünya imtihan yeridir" derken kastedilen budur. Üstelik dünyaya önem vermek günahtır. Mutlu bir şekilde yaşamak doğru değildir. Dünyadan zevk almamak gerekir. Ölümü dört gözle beklerler. Kutsal kitapta yazılan aşırı hırs ve ihtirasa kapılmayın mealli ayetler dini bilmeyen cahil kötü niyetli yobaz kimseler tarafından abartılarak ve saptırılarak inananların üzerinde korku yaratılmıştır. Madem bu dünya sadece bir imtihan yeridir, önemsizdir... Siz ölün gidin o zaman. Yaşamak isteyenleri de rahat bırakın.

Milyonlarca inanan Allaha sadece cehennem korkusuyla ibadet etmektedir. Ölüm bunların en etkili silahıdır. Ölüme çare yoktur. Ölüm kaçınılmazdır, diyerek bir de bu konuda insanların hissiyatını etkileyecek ayin ve törenlerle insanlar düşünemez hale getirilir. Oysa ölüm doğal bir olaydır. Normal bir olaydır. Aklı başında bir insan yaşamının bir gün sona ereceğini bilir. Aslında bizlerdeki ölüm korkusu cehaletle beslenen yobaz din uygulamasının bir sonucudur. Yıllarca korkutmuşlardır bizi.

*Bu tamamen normal hayat olayı bir hastalık hali gibi tabii karşılanmalıdır. Elbette ölüm kolay bir şey değildir. Çünkü netice de bu dünyadan temelli ayrılıp gidiyorsun. Elbette sevilen insandan temelli ayrılmanın verdiği üzüntü de var. Bunlar tamamen normal. Ancak "kabir azabı, cehennem ateşi." diye diye geride kalanlarda korkunç bir moral bozukluğu ve üzüntüye neden olmaktadırlar. Bazen bir ölünün yakının kalp krizi geçirdiği bile olur. Bunun nedeni ölen yakının verdiği üzüntüden ziyade kabir azapçılarının, cehennem ateşçilerinin yaydığı anlamsız korkudur. Bir de, birtakım kaderci şairlerin söylediği "Mal sahibi mülk sahibi/ Hani bunun ilksahibi/ Mal da yalan mülk de yalan/ Gel biraz da sen oyalan vb. şekildeki acılı mersiyeler insanı tümüyle ümitsizliğe sürüklemekte öyle ki :

-Sizi ideallerinizden koparmakta,

-Psikolojinizi bozmakta,

Yaşamı ve hayatı sizin için anlamsız kılmakta,

- Sizi rastladığınız ilk mezarlıkta "öleyim de beni şuraya gömsünler" diyecek hale getirmektedirler.

Hep korkuturlar. Siz hiç mezarlıkta ölenin hurilerle beraber olabileceğini söyleyeni duydunuz mu? Oysa İslam inancına göre bu da mümkündür. Ölen sanki mezara girer girmez yanmaya başlayacakmış gibi nedense hep dinin ceza yönü işlenir. Sanki bunlar insanları sindirmek için bilinçli yapılıyor gibidir. Tamamen normal bir olay olan ölüm insanları korkutmak, pasifleştirmek, kaderine razı hale getirmek şeklinde, idda ediyorum ülkedeki sömürü düzeninin yıllar boyunca kendi amaçları için dini dolayısıyla parayla tuttukları bilgisiz cahil yobaz hocaları kullanarak bir uyutma yöntemi haline getirilmiştir.

*Siz hiç "mafyababalarının " cenazelerine katıldınız mı? Onlarda böyle zavallılık, gözyaşı feryadı figan yoktur. Siyahlar giyinmiş kadınları kapkara gözlüklü erkekleri tek damla gözyaşı dökmeden bir heykel gibi dururlar. Siz daha tabutu kucakladığınız zaman kabirde azap çekmeye, cehennemde yanmaya başlarken onların göstermelik çelenklerinden başka hiçbir şeyleri yoktur ölüye verdikleri.

*Ölümün kendisi korkunç değildir aslında. Korkunç olan ölen için yapılan çoğu gereksiz abartılı törenlerdir. Günlerce rüyalarınıza girer. Tabut, kefen, mezar. Hepsi birer korku unsurudur. Daha doğrusu cehaletin elinde bu hale gelmiştir. Oysa bunlar çok normal, çok doğal ölenin uygun bir şekilde toprağa verilmesini sağlayan güzel araçlardır. Bunlara ilahi birtakım korkular ve manalar yüklemenin hiç gereği yoktur. Örneğin kefen. İnsanı çırılçıplak toprağa koyamazdık ki. En uygunu budur. Keza tabut. Yine keza mezar. Bunları korku unsuru haline getirmenin gereği yok ki. Aslında bence feryadı figan da pek gerekli değil.

*Ya da sevenlerin üzülmeleri doğal da biz çok abartıyoruz. Birazda şundan kaynaklanıyor: Bu cehalet tayfasının bin bir türlü ilkel davranış ve düşünceleri sonunda sırf hataları yüzünden kimi insanların gencecik yaşlarında ölümüne neden olup sonrada" Allah verdi Allah aldı " diyerek suçu üzerlerinden atmalarına rağmen yine de bir türlü bu zamansız ölümü kabul edememeleri.

*"Bence günümüz dünyasında 80 yaşının altında ölümler zamansız, erken ve kesinlikle bizim hatamız sonucudur. Vadesi bu kadarmış sözünü kimse iddia edemez çünkü bunu biz bilemeyiz" evet bu cehalet tayfası kendi sebep oldukları bu zamansız ölümü kabul edememeleri nedeniyle aşırı tepkili olabilirler.

Ölümün sevenlere üzüntü vermesi doğaldır. Ancak bunun hayatı aksatacak şekilde olması gereksizdir ve doğru değildir. Ölüm çok kötü bir şeymiş gibi algılanmaktadır. Zamansız ölüm gerçekten çok kötüdür. Ancak doğal ölümün kötü olan neyi var bir türlü anlamıyorum. Bu olay çok fazla abartılmaktadır. Bir acele, bir heyecan, bir üzüntü kâbusu. Hayat felç olmaktadır. Cenaze gidiş ve dönüşlerinde çokça kaza olmaktadır. İnanın bu şekilde bir hiç yüzünden haybeye ölenler cenazesine gidilenlerden daha fazla olabilir.

*Sonra bazı seçkin zevat "ne demekse" için görkemli miting gibi cenazeler yapılmaktadır."Ne kadar seveni varmış görün!" der gibi. Bu muazzam kalabalıklara ölene karşı sevgilerini ölçmek için bir test yapmak isterdim. Hani bir Anadolu dervişi yapmış ya. Bakalım meydanda kaç kişi kalırdı. Cenaze dediğin sade olur hâlbuki.

Töre-din-devlet üçlüsü Türkiye'de belki bilmeyerek ve istemeyerek insanların önünü görmelerini engelleyip kör-bilinçsizve cahil bir şekilde karanlıkta yürümelerine neden olmaktadırlar.

-Bütün benliğimle kendimi yaratana teslim ettim,

-Törelerime bağlıyım,

-Devletime bağlıyım.

-Yaratan ayetlerinde "benim bilgim kimseye verilmemiştir" diyor. Sen 3 yaşında kazadan ya da başka nedenden ölen çocuğunun "ona verilen ömür bu kadarmış, ekmeği tükenmiş" diyerek sanki biliyormuş hâşâ Allahla konuşmuş gibi vadesini belirliyorsun. Böylece kendi suçunu, hatanı örtmeye çalışıyorsun.

-Yaratan ilkayetinde"oku" diyor, sen kızlarını okutmuyorsun; eşinin okumak istemesine karşı çıkıyorsun.

-Kuran mezarlıklarda okunmak için indirilmemiş deniliyor sen sadece ölülerin arkasından okuyorsun.

-İslam, inancı zayıf, pısırık ve pasif insanın yanında değildir. Öyle ellerini kavuşturup bir kenarda oturup dua etmekle iyi bir Müslüman olamazsın.

-İnancında "Çalışmak ibadettir" deniliyor, sen "karımı çalıştırmam "diyorsun.

-İnancında "dinde zorlama yoktur " deniliyor sen karının, çocuğunun başını zorla örtüyorsun. Bugün bir Müslümanın din değiştirmesi neredeyse imkânsızdır. İran'da ve Arabistan'da kesinlikle idam edilir. Sana bu hakkı kim veriyor?

-1400 sene önce bir kadın " ordu kumandanı" bile olabilirken 21. yüzyılda sen kadınını evin eşiğinden bile çıkartmıyorsun. O günün Müslümanları bugünkülerden daha ileri görüşlüymüş demek ki.

Bir de dinin, törenin yaşamiçinde uygulanışları var...

Bu ülkenin en büyük sorunları halkın tepkisinden çekinilerek konuşulamayan, tabu olarak kabul edilen konulardır.

BU ÜLKEDE KURULACAK BİRDÜZEN ÜLKEDEKİ İNANÇLARI MUTLAK SURETTE GÖZÖNÜNDE TUTMAK ZORUNDADIR.

Çünkü "din" Türkiye'de en önemli konudur. İbadetlerini yapsın veya yapmasın insanların %80'i dine duyarlıdır. İster kabul et ister etme. İster "beni ilgilendirmiyor de, ister inanmıyorum de, ister ateist ol" bu birgerçektir.

Yani ne demek istiyorum? Eğer ülkeyi yönetmek istiyorsan örneğin" devlet dindar değildir, devlet dine karışmaz” diyemezsin. Dersen Cübbeli Ahmetler, Ali Kalkancılar sarar ülkenin her yanını. İnançlara yön veren, planlıyan, programlıyan hâkim güç sen olmalısın. "Diyanet işleri Başkanlığı var ya" dememelisin. Sadece cami imamlarının maaşını dağıtan, tüm inançları temsil etmeyen bu kurum gerek vizyonu gerekse yapı ve işlevi itibarıyla hiç bir şekilde ihtiyacı karşılamamaktadır.

*Doğru ya da yanlış, bize uyar ya da uymaz, kabul eder ya da etmeyiz bu inanç guruplarının karşısında, özellikle siyasi ve dayatmacı olduğu ileri sürülen "Sünni inancın" karşısında kendilerini "laik" diye tanımlayan bir tepki gurubu oluşmuştur. Haklı gerekçeleri olabilir. Endişe ve korkuları da gerçek ve makul olabilir. Ama yöntemlerinin doğru olduğunu kesinlikle kabul etmiyorum. Genel dünya görüşü açısından ben de kendileriyle aynı guruptayım. Birileri bu ülkede "Şeriat Devleti" kurmak isteyebilir. Hakkârili hacının başına zorla türban takılan 10 yaşındaki kızını da "şeriatçı" ilan etmek sanıyorum doğru değildir. Laiklerin, Atatürkçülerin, Cumhuriyetçilerin belki düşüncelerini değil ama öteki dediklerine karşı davranış ve bakış açılarını gözden geçirmelerini dilerim.

Bunlardan birinin, önemli bir devlet görevlisinin, milyonlarca kişinin oruç ibadeti sırasında herkesin içinde su içmesi ülkeyi temsil eden bir kişi olması açısından ne kadar doğrudur, bilemiyorum.

Ben kendim belli bir inancın gereklerini yapıyor değilim. Ama bana uymasa bile o inanç sahipleri ülkemizin insanı, daha doğrusu insan olmaları nedeniyle inanç ve ibadetlerine saygı duyar sadece inancını yaşayan bir insana asla "yobaz" demem.

*İnananlar üzerinde özellikle bu kesim tarafından çok ciddi bir baskı vardır. Siz kimseye Atatürk'ü zorla sevdiremezsiniz. Kimseyi zorla "Laik" yapamazsınız. Bunun yolu "Toplumsal Uzlaşma" dır. Siz camiye küfretmezsiniz o da Anıtkabir'e seve seve gider. İlericiler, demokratlar hepiniz bir medeniyet meşalesi olsanızda 35 milyon Müslümanı "Humeyni’nin Torunu" gibi görmek size ve temsilettiğiniz Atatürk Türkiyesi idealine yakışmamaktadır.

Bizim aradığımız ÖzgürTürkiye bu değildir.

"Sünni İnancın" ülkemiz insanları üzerinde bir baskı unsuru olduğu doğrudur.

Cami çıkışlarında ülkeyi karıştırmak isteyen "Sömürü Düzeninin elebaşıları tarafından"kışkırtılan inanmış insanlar bilinçsizce ve şuursuzca neye hizmet ettiklerini bilmeden kargaşa yaratmaktadırlar. Ancak bazen devletin inançları koruma konusunda boşverme, ihmal ve aczi yet içine düşmesi protestocularıne ylemlerine meşruluk kazandırmaktadır.

Yıllar önce bir kişi sırtına, şurasına, burasına hâşâ Allahyazdı diye öldürüldü. Bu olayda devletin yüzde yüz ihmali vardır. İnansın inanmasın bu ülkede yaşayan hiç kimse inananların kutsalına hakaret edemez. Böyle bir olay karşısında devlet de bana ne diyemez. O şahsın çirkin davranışı öğrenildiği anda yetkililer müdahale edecek ve gerekli cezayı vereceklerdi. Bu yapılsaydı korkunç olay önlenirdi.

Bir Hıristiyan papazın İslamideğerlere hakaret etmesi doğal olarak bu inançtaki kişileri etkilemektedir. Oysa bu ülkenin yönetiminin ülkedeki tüm inançları hatta inançsızlıkları her türlü aşağılama küfür ve hakarete karşı koruması gerekmektedir. Ama devlet mantıksız bir laiklik anlayışıyla milyonlarca insanın gönül verdiği inançların ayaklar altına alınmasını seyretmektedir. Böyle yaparak El Kaide gibi birtakım eli kanlı terör örgütünün eline koz vermekte onlarda "Müslümanlığa saldırıyorlar, biz de dinimizi koruyoruz" gerekçesiyle terör estiriyorlar.

-Bilesin ki inanç sahibi, bu devlet senin inancını korumuyor, sahip çıkmıyor, meydanı "Allahın Askerleri(!) ne bırakıyor. Bu da devletin içine sızmış "Sömürü Düzeninin Uşaklarının" işidir. Amaç kavga ortamı yaratıp malı götürmektir.

Şu sözümü bir yere yazınız lütfen: Bu ülkede şahsi ve ailevi nedenler dışında insanlar öldürüldüğü zaman önce "Büyük kapıların ardındaki kravatlı adamlara gidiniz. Katil o değilse bile onun bildiği biridir"

-Sünni inancın yaşam içindeki olumsuz yansımalarını anlatırken bu inanç sahiplerinin saf temiz duygularına bir leke bir zarar gelsin istemem. Ama bu ülkede insanların korkuya da başka nedenlerle konuşamadığı, konuşanlarında bence akıllı olmamaları nedeniyle ilk sözde sanki matah bir şey yapıyorlarmış gibi kutsal değerlere hakaret, küfür ve aşağılamada bulundukları gerçeği maalesef üzüntü verici bir durumdur. Bu ülkenin gerçek sorunlarının mutlaka konuşulması gerektiğine inanıyorum.

KONUŞMADIĞIMIZ İÇİN KAVGAEDİYORUZ.

-Ramazan ayında oruç tutanların tutmayanları ve biraz da tutmayanların tutanları rahatsız ettiği maalesef gerçektir. Bazı yerlerde tutmayanların tartaklandığı bazı yerlerde ise içki haram olduğu halde inancalarca mübarek olan bu ayda göstere göstere içki içildiği bilinmektedir. Bunu yapanlar dinden imandan haberi olmayan cahil insanlardır. Ya da mezhep kavgası çıkarıp ülkeyi karıştırmak isteyen vatan düşmanlarıdır.

Lakin olay da bir gerçektir ve ülkenin çeşitli yerlerinde insanları rahatsız etmektedir.

-Keza halka açık bir kısım yerlerin"Ramazan dolayısıyla kapalıyız" tabelası konularak özellikle bu ay içinde kapalı tutulması inananları da inanmayanları da mağdur eden bir durum. Hiç kusura bakma. Sana karşı düşüncelerimi açıklamak zorundayım. Senin müşterilerinin tamamı oruçlu galiba. "değilse tutsunlar. Bu ayda yenilir içilir mi?" buna sen mi karar vereceksin? Ben dindar birinsan değilim. Ama şahsi düşünceme göre oruç tutan birinin tutmayanlara birşekilde üzüntü vererek ibadet etmesi halinde bir sevap kazanacağına inanmıyorum.

-Arabayı üzerinize süren oruçlu şoförleri de konuşmak lazım. İnanılır gibi değil. Daha iftara saatler var ve adam evine gidiyor. Sanki kelle götürüyor. Ya birine çarpıp ölümüne neden olsa. Tuttuğun orucun sevabıyla ödeyebilir misin bunun vebalini?

-İnadına Ramazanda azıtan, mahsus yapar gibi balkonlara kurulan entel takımı da yazmalıyım. Demokraside, modernlikte, ilericilikte, bilimde "İntikam duygusuna" asla yer yoktur. Sizin değerlerinizle uyuşmayan "yobazlık" diye nitelediğiniz düşmanı böyle yenemezsiniz. Onun varlığını kabul ederek, onunla barışarak ve ondan daha iyi ve doğru olduğunuzu göstererek onları yenebilirsiniz. Aslında yenmek diye de bir şey yoktur. Doğru düşüncenin hâkim olması diyelim.

-Bir kısım insanlar ibadetlerini yerine getirmek için kendilerine tanınan toleransları maalesef kötüye kullanmaktadırlar. Özellikle memurlardan bazıları bir saatlik "cuma namazı" için 3 saat geç gelmektedirler. Öncelikle iş de bir ibadettir. Geç gelerek o 2 saatin ücretini hak etmeden almış oluyorsunuz. Sevap kazanayım derken günah işliyorsunuz.

*Bugünkü ülkemizdeki toplum anlayışına göre çocuk anne babanın malıdır. Allah vermiştir ancak sahibi ana-babadır. Oysa insanın asla sahibi olamaz. Eğer dünyaya gelen her insanın illa dabir sahibi var deniyorsa bu çeşitli inançlara göre tanrı’dır. Bir insan kendiöz çocuğu da olsa başka bir insanın sahibi olamaz. Anne-baba, çevre, toplum, öğretmen, patron... Dünyaya gelen insanın öldüğü güne kadar baskılarını üzerinden ayırmadığı kimselerdir.

-Anne baba benim çocuğum,

-Eş, dost, akraba, çevre onun iyiliğini istiyoruz,

-Toplum, faydalı insan yetiştirme,

-Öğretmen, hayata hazırlama,

-Patron, benim işçim, elbette düşünürüm

Gerekçeleriyle birey üzerinde sahiplik iddia ederek baskı oluşturmaktadırlar. Ülkemizde çok az üst düzey kültürlü gurupları bir yana koyarsak geri kalan istisnasız tüm bireyler asla bağımsız karar veremezler, verememektedirler.

"Büyüklerini dinle!"

"Büyüklerinin sözünden çıkma!"

Ülkemizde neredeyse slogan olmuştur. Din kuralı gibi geçerlidir. En asi delikanlı bile yine de karar verirken bu "büyük" denen insanların sözüne uyar. Gençlerimizin bu konudaki saygısı olağanüstüdür. Ama ne hikmetse 70 senedir gençlerimizin ve çocuklarımızın sorunları bitmemiştir. Burada çok önemli bir yanlışlık vardır. Gençlerimiz ve çocuklarımız büyük denen bu insanları senelerdir boşa dinlemişlerdir. Büyük denilen bu insanlar gerçekten bir şey bilselerdi kendilerine bir faydası olurdu. Aslında doğru olan şuydu: Gençlerimiz ve çocuklarımız "büyük" denen kişileri değil çocuk dahi olsa "Bilgisi olanı, kültürü olanı, kariyeri, becerisi olanı" dinlemelidir. Bir kişinin sadece yaşının büyük olması onu sözü dinlenen biri yapmaz. Yaşlı sadece yaşlıdır; başka hiçbir şey değildir.
Oysa ülkemizde yaşlı " her şeyi bilen " demektir.

*Ayrıca Türkiye'de kocalarda kadınların sahibidir. Bu gerçekten kabul edilemez bir şeydir. Kadınlarımızın neredeyse yarısı din-töre ve toplumun dayattığı bu akıl almaz baskının kurbanıdır. Bu nedenle hayatları zehir olmakta diledikleri gibi yaşayamamaktadırlar. Düşünün siz kadınsınız ve ne giyeceğinize kocanız karar veriyor. Ondan izinsiz sokağa çıkamıyorsunuz. O istemezse çalışamıyorsunuz. "Ben karımı çalıştırmam" sözü ülkemizin hala ortaçağda yaşadığının kanıtıdır.

*Ortaokul son sınıftan ayrılmış bir kadının eğitimime dışardan devam etmek istiyorum deyişine şahit olmuştum. Daha bilinçli ve kültürlü bir anne olup çocuklarımı daha iyi yetiştirmek istiyorum diyordu. Kendisi gibi olan kocası "Ben istersem bunu yapabilirsin ben de istemiyorum, okumana izin vermiyorum" dedi. Çaresiz kadın gözyaşları içinde sustu."Kadın cahilmiş. İstediğini yapabilirdi." diyenler olacaktır. Ama hayatın gerçeği hiç de böyle değildir. Kadın ekonomik özgürlüğü olmadığı için kocasının eline bakan bir dilenci gibidir. Ayrıca "Dövse de, öldürse de o senin kocan" diyen bir çevre ve toplum ve genelde toplumu 50–100 yıl geriden takip eden bir devlet-benim bildiğim devletin öncü olması gerekir ama ne hikmetse Türkiye'de devlet uygulamalarıyla halkın hep gerisinde. -Türkiye'de kadının elini kolunu bağlamakta onu çaresiz kaderiyle başbaşa bırakmaktadır. Bir de "evlilik bu kavga da olur dövüş de. Kavga evliliğin tuzu biberidir." gibi deli saçması sözler karısının kendisinin "malı" olduğunu düşünen kocayı iyice şımartmakta o da erkekliğini kanıtlamak için sahiplik ve yiğitlik duygularının etkisiyle sözünü dinlemeyen karısını ve çocuğunu dövmektedir. Bugün kadınlarımızın ve çocuklarımızın %40'ının dövüldüğü işkence edildiği istatistiklere yansımıştır. Madem kavga evliliğin tuzu biberiyse kadında erkeği dövebilsin. Olmaz! Hem zaten dövemez! Dövdü diyelim. Kadının kocasına karşı gelmesi ona saygısızlık olur. "Erine karşı gelen Allaha karşı gelmiş demektir." Bu yazımızı okuyan üst düzey kültüre sahip cehalet ve esaret zincirlerini kırmış bu acıları hiç yaşamayan kadınlarımız belki bu yazdıklarımızı abartılı bulacak, inanmayacaklar. Ama ülkemizin gerçeği bu maalesef. Ülkede özgürlüğü "güvercin uçurmakla, Uçurtmayı Vurmasınlar filimi göstermekle sağlayamazsınız. İnsanların bir kısmı size hak verirler, sizinle beraber güvercin uçururlar hatta filmi sizinle beraber gözyaşları içinde seyrederler sonra evlerine gittiklerinde karılarını döverler.

Özgürlük deyince sanıyorum bunlar hiç gündeme gelmemektedir. Hâlbuki bu ve daha bunlara benzeyen çok sayıda özgürlük ihlali ve toplumsal-yönetimsel dayatmalar vardır yaşamımızda.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..