Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '09

 
Kategori
Siyaset
 

Halk kurtarıcısını arıyor mu?

Osmanlı Devleti gerileme dönemininin sonlarına doğru tüm cephelerde güç ve toprak kaybediyordu. Buna ilaveten Almanlar ve ülke içersindeki Alman sempatizanlarının zorlamasıyla girilen birinci dünya savaşında da binlerce insan bir hiç uğruna telef olmuştu. Cephelerde binlerce Türk çocuğu can verirken, özellikle İstanbul’ da savaş zenginleri bin bir gece masallarını andıran zevk ve sefa içersinde günlerini geçiriyordu. Düzene karşı gelmek isteyenler baskı, soruşturma, sürgün gibi cezalara maruz kalıyordu. İstanbul hükümetince ülkenin her bir yöresinde ‘Hürriyet’ ve ‘İstibdat’ kelimelerinin ağza alınması dahi yasaklanmıştı.

Bu arada Osmanlı Devletini parçalamak için uğraşan İngiltere, Fransa, Amerika bu emellerine Yunanistan, Ermenistan ve Osmanlı toprakları içersinde yaşayan Kürtleri maşa olarak kullanmaktaydı. Bu şekilde binlerce yıl beraber barış içersinde yaşamış olan halk, bölünerek kendisini kardeş savaşları içersinde bulacaktı. Böylece birinci dünya savaşından galip çıkan devletler de Anadolu toprakları üzerindeki isteklerini gerçekleştirmiş olacaktı.

Ancak İngiltere Güneydoğu Anadolu’ da faaliyete geçmeden önce, Arabistan’da ve Kuzey Afrika’nın kuzey Doğu kesimlerine yakın bölgelerde göndermiş olduğu daha sonradan ‘Sarı Şeyh’ lakabını alan Lawrence ve adamlarıyla Osmanlıya karşı Arap Milliyetçilik şuurunun gelişmesini sağladı ve Arap Ayaklanmasını hazırladı. Lawrence, burada Arapları sürekli oynak ve çete savaşlarına hazırladı.

Bunda başarılı olunca, aynı hazırlığı Kürtleri ayaklandırmak üzere Dürzi kuvvetleriyle Güneydoğu Anadolu’ da yapmaya başladı. Bu amaçla tüm Kürt köylerini dolaşıyor çeşitli hediyeler ve paralar dağıtarak sempati topluyordu. Osmanlının zayıf dönemlerinde sık sık Kürt ayaklanmaları başlatılmıştı.

Bu sırada İstanbul’ da kurulmuş olan İngiliz Dostları Derneği de bunlardan para ve levazım yardımlarını esirgemiyor, bu uğurda bir çok işbirlikçi ediniyordu. Amaç Doğuda Harput ve Kozana kadar uzanan ‘Büyük Ermenistan’ı , Güneydoğuda ‘Kürdistanı’, Kuzeyde ‘Pontus Rum Devletini’ kurmak, batıdaki verimli toprakları ve boğazları da kendi aralarında pay etmekti. Kısaca Sevr Anlaşmasında belirtilenlerin gerçekleştirilmesiydi.

Bunun için Fransızlar güneydoğuda Ermenilere Fransız üniforması giydirerek ilçe ve köylerin Ermenilerin hakimiyetine geçmesini sağlıyordu. İngilizler ise daha çok yeraltı faaliyetler yürütüyordu. Bunun için Kuvayı Milliyecileri yok etmek amacıyla, çok iyi Türkçe konuşan yetmiş beş İngiliz’i Anadolu’nun dört bir yanına imam ve müslüman din adamı kılığında sokmuşlardı. Bu misyonerler, halk arasında bol hediye, yardım ve para dağıtarak İngilizlere sempatizan topluyor. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hareketlerini engellemeye çalışıyorlardı.

Ancak bu istekleri Mustafa Kemal ve Arkadaşlarının inatçı direnişi ve kahramanlıklarıyla kursaklarında kaldı.

Mustafa Kemal, bu işbirlikçiler için daha sonra halka seslenişinde ‘ Tarihimizi okuyunuz, görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve melanetten gelmiştir’ şeklinde uyarıda bulunmuştur. Bu söz devleti idare edenlerin daima kulağında küpe olması gereken bir ikazdır.

Mustafa Kemal ve arkadaşları Amerikan Mandası isteyenlere, İngiliz ve Fransız himayesine girmek isteyenlere, Ruslarla işbirliği yapmak isteyenlere ve en önemlisi kendi halkından olup da bunların işbirlikçileriyle, diğer bir ifadeyle ihanet örgütleriyle mücadele ederek uzun ve zor bir uğraştan sonra Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmayı başarmıştı.

Bu cumhuriyetin sınırlarını belirledikten sonra, ülke sınırları içersinde kalan ulusa ‘Türk Ulusu’ kimliğini verdi. Atatürk milliyetçiliğinde; dil, din, ırk, cinsiyet, bölge, renk, siyasi düşünce, mezhep ve benzeri ayrımlar yapılmaksızın bu sınırlar içersinde yaşayan her birey ‘Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı’ dır ve ‘Türk’ dür. Ülke sınırları bölünmez bir bütündür. Bayrağımız tektir ve ülkenin birlik ve bütünlüğünü temsil eder. Resmi dil ‘Türkçe’ dir ve zamanımızda sekiz yıl eğitimle her bir vatandaşımız tarafından öğrenilmesi mecburidir.

Ancak Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana üzülerek görmekteyiz ki; Ülkemizde Amerikan mandasına yatkın olanlar, hatta Amerikan yardımı olmadan hiçbir varlık gösteremeyeceğimize inananlar. Avrupa Birliğinin, dolaysıyla İngiltere, Fransa gibi Avrupa ülkelerinin himayesini isteyenler. Çağdaşlığı AB ye girmekte arayanlar. Ülkemizde bu ülkelerin misyonerlik faaliyetlerine katkıda bulunanlar ve en önemlisi din kisvesi altında her türlü melanet ve fenalığı getirenler sayıca artmış durumdadır.

Bir çok kişi ise artık küreselleşen ve özelleştirmelerle tekelleşen dünyada tam bağımsız kalmanın imkansız olduğunu düşünür hale gelmiştir.

Oysa kurtuluş savaşı öncesini ve sonrasını iyi okuyarak yorumladığınızda, o zaman ki şartlarla şimdiyi kıyasladığınızda, çok daha zor şartlar altında Amerikan Mandasına, İngiliz ve Fransız himayesine, işbirlikçilere ve misyonerlere bunların siyasi, ekonomik, askeri v.b baskı ve zulümlerine karşı çıkılarak Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin kurulabildiği görülecektir.

Şimdi şartlar çok daha iyi durumdayken tam bağımsızlığımızdan taviz vererek dizginleri yabancıların kontrolüne bırakmak doğru olur mu?

Atalarımızın kanıyla canıyla aldığı bu toprakları, küçük bir çıkar uğruna yabancılara peş keş çekmek olur mu?

Ekonomik kararlar alınırken önceliğin yabancı sermayenin istediği doğrultuda olması bizler için utanç verici olmaz mı?

Günümüzde halkın büyük çoğunluğu ülkenin politik gidişini beğenmemektedir. Ülkenin bölünmesine doğru yürütülen bu faaliyetleri engelleyecek, tam bağımsızlığımızı garanti altına alacak bir kurtarıcı arar duruma gelmiştir.

Ne yazık ki mevcut siyasi partilerin hiç biri bu kurtarıcılık görevini üstlenecek yapıda görülmemektedir.

 
Toplam blog
: 106
: 597
Kayıt tarihi
: 13.02.09
 
 

1953 Denizli doğumlu, evli ve iki çocuk babası. Doktor dişhekimi, şimdiye kadar yayınlanmış yedi ..