Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Nisan '16

 
Kategori
Söyleşi
 

Halk ozanı, eğitimci, yönetici, şair Selahettin Dündar, nam-ı diyar âşık Dündar ile...

Halk ozanı, eğitimci, yönetici, şair Selahettin Dündar, nam-ı diyar âşık Dündar ile...
 

“Oturmuşlar sevgililer diz dize /Dostun sofrasında barış ne güzel /Kuşlar avcı yoksa yayılır düze/ Çiftçi tarlasında barış ne güzel.” “BARIŞ NE GÜZEL” şiirinden/ Âşık Dündar


 
Eğitimci, yönetici, şair, halk ozanı Selahettin Dündar ile nam-ı diyar âşık Dündar ile şiirlerini, bestelerini, âşık geleneğini konuştuk...
 

“Oturmuşlar sevgililer diz dize

Dostun sofrasında barış ne güzel

Kuşlar avcı yoksa yayılır düze

Çiftçi tarlasında barış ne güzel.”

 

“BARIŞ NE GÜZEL” şiirinden/ Âşık Dündar

Sibel Unur Özdemir: Merhabalar Selahettin Bey. Öncelikle söyleşi teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ediyorum ve hemen soruyorum, Selahettin Dündar kendini nasıl anlatır bizlere. Burada kastettiğim özgeçmişinizde yazılı olanlar değil; çünkü merak edenler arar, bulur, okur, diye düşünüyorum.

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar): Merhabalar Sibel hanım. Böyle bir söyleşiyi yapmak için bana bu fırsatı verdiğinizden ötürü, ben de size teşekkür ederim. Önce şuna bir açıklık getirmem gerekir ki; Benim adımı herkes Selahattin olarak bilir. Adımı babaannem koymuş ve benim adım Selahattin’dir. Ben de 2000’li yılların başlarına kadar öyle bildim ve doğrusu da buydu. İlkokul diplomam, ortaokul ve lise diplomalarım ile iki tane fakülte diplomalarımda da Selahattin olarak yazılıdır. Sonuncusunu 1991 yılında çıkardığım üç tane şiir kitabımın üzerinde de yazılı olan ismimde de dördüncü ve altıncı harfler olmak üzere iki tane a harfi var. Nüfus cüzdanlarının değiştirildiği iki binli yılların başında, nüfustan gelen yazıda benim adımın Selahettin olduğu yazılıydı. Yani ismimdeki a harflerinden bir tanesi, nasıl olmuşsa nüfus memuru tarafından e harfine dönüştürülmüş ve adımın içinde yer alan 6. Harf ‘a’ yerine ‘e’ olmuş ve adım durduk yerde Selahettin şeklini almıştır. Bu isim değişikliğinin benden kaynaklanmadığını ve başka bir amacının olmadığını, hikâyesinin aynen böyle olduğunu, sizin aracılığınızla dostlarım ve kamuoyu bilsin istedim.

Şimdi gelelim sorunuzun yanıtına. Bundan sonra soracağınız soruları bilemiyorum ama ilk sorunuz en zor soru. Çünkü: Bir insanın kendisini anlatabilmesi çok kolay değildir. Ama yine de sorunuzun yanıtını lâyıkıyle vermeye çalışacağım. Bunun için geri çekilip, Selahettin Dündar’ı kişiliği ile evren ortamında, yaşamını da zaman tünelinde izlemek gerekir. Öyle de yapıyorum. Gördüklerimi size aktarırsam, sorunuzun yanıtını vermiş olurum diye düşünüyorum.

Selahettin Dündar’ı iki pencereden bakarak ifade etmek daha doğru olur kanaatindeyim. Birinci pencereden baktığımızda; gerçek kişiliği ile hayatını görürüz. İkinci penceren baktığımızda ise; Halk Ozanı Selahettin Dündar, yani Âşık Dündar’ı görürüz.

Kişilik olarak Selahettin Dündar oldukça iyi niyetli, yumuşak huylu, insanları kırmamaya çalışan, karşısındaki insanı olduğu gibi kabul eden, büyükle büyük, küçükle küçük olabilen, hiç kimse ile küslüğü olmayan, iyi bir aile babası, branşında öğrencilerinin çok sevdiği iyi bir fizik öğretmeni, iyi bir eğitimci, iyi bir yönetici, insanları ezen ve sömüren bir kişiliği olmadığı için ticareti beceremeyen, ticarette insanların hep onun iyi niyetinden yararlanmaya çalışması nedeniyle hep kaybeden ve ticarette zarar gören, zararı sineye çekerken dahi insanların üzülmesini istemeyen, ilkokul sıralarında arkadaşlarının taktığı “Kalender” lakabına kişilik olarak cuk oturan, böyle bir kişidir Selahettin Dündar.

Ozan Selahettin Dündar (Âşık Dündar) ise; Âşıklık geleneğinin yoğun yaşandığı Kars topraklarında doğmuştur. Babası ve dedeleri ise; yine Âşıklık sanatının “Ekol” olduğu Kafkasya’nın Borçalı Bölgesi’nden Kurtuluş savaşı yıllarında Anadolu’ya savrulmuş, Halk Kültürü ve Âşıklık Kültürü oldukça yüksek bir bölgenin insanlarıdır. Büyük Dedesi Hacı Kara İsa; şair kişiliklidir. Onun töremelerinden; Âşık Dündar’ın babası Hacı Rıza Dündar şairdir ve ulemadır. Amcası Yahya Dündar iyi saz çalardı. Babasının yeğenlerinden Şair Hakkı Kösali güçlü bir şairdir. Yine babasının yeğenlerinden Âşık İslam Êrdener bölgenin sayılı âşıklarındandır. Âşık Musa Erdener, Âşık İslâm’ın oğludur. Âşık Mürsel Sinan Uğursu Selahettin Dündar’ın amcasının oğludur.

Böyle bir Âşıklık kültürü kökünden gelen Âşık Dündar; ilk şiirini on iki yaşında, “Sarıkamış Dağı” adıyla 1958 yılında ilkokul 4. Sınıftayken yazmıştır. İlkokul öğretmeni onun bu şiirini, okulun şiir köşesinden, o mezun olup ilkokulu bitirinceye kadar hiç indirmemiştir. Kars merkeze 16 km. uzaktaki Dikme Köyü’nün ilkokul sıralarında ‘Halk Ozanı’ olacağı aklından dahi geçmeyen Selahettin Dündar, 1972 yılında yüreğindeki ilham çeşmesinden fışkıran kaynağın önünde duramamış ve “Dündar” mahlasıyla şiirlerini yazmaya başlamıştır. Halen de devam etmektedir. Âşık Dündar, Erzurum Vakıflar Yurdu’nda yatılı okumakta iken, ortaokul 2. sınıfta arkadaşlarından mandolin çalmayı öğrenmiştir. Orta 3. sınıfta, müzik derslerinde flüt çalmayı öğrenmiştir. Lise 1. sınıfta Anadolu’da bağlama olarak adlandırılan saz çalmayı öğrenmiştir. Öğretmenliğinin ilk yılları olan 1972 yılında, bir Terekeme/Azeri Halk çalgısı olan “Tar” çalmayı öğrenmiştir. Aynı yıl, Ankara Halkevleri’ne ses ve bağlama sanatçısı olarak girmiştir. Beş yıl boyunca halkevlerine ses ve saz sanatçısı olarak devam etmiştir. O yıllarda aynı zamanda TRT sanatçısı olarak, radyo ve TV programlarında yer almıştır. Yine o yıllardan Alman/ZDF Televizyonu’nda defalarca programlar yapmıştır.

Ozan Selahettin Dündar (Âşık Dündar)’ın lisede okuduğu yıllarda yetenek dersleri olarak öğrenciler iki gruba ayrılırdı; ‘Müzik’ veya ‘Resim’ derslerinden birini seçmek zorundalardı. Selahettin Dündar, lisede müzik bölümü mezunudur. O yıllarda sazı ustalıkla çalmaktadır. Erzurum Radyosu’nda klarnet sanatçısı olan Suat IŞIKLI’nın şef olarak çalıştırdığı, Erzurum Lisesi Okul Korosu’nda lise yılları boyunca ses ve saz sanatçısı olarak yer almıştır. Selahettin Dündar, nota eğitimini okul sıralarındaki bilgileri ile sınırlı bırakmamış, 1974 yılından itibaren Ankara Radyosu’ndaki saz sanatçılarından 3 yıl süreyle; hem nota, hem de Anadolu bağlama tavır dersleri almıştır. Nota yazmasını ve okumasını bilmektedir. Gerek kendi şiirlerini, gerekse diğer şairlerin şiirlerini ezgilemede (bestelemede) bu nota bilgilerinin olumlu etkisi tartışılmaz bir gerçektir.

 

Sibel Unur Özdemir: Ben de bilmediğim yönlerinizi okurlarımızla birlikte öğrenmiş oldum Selahettin Bey. Öğretmenlik, yöneticilik yaptınız. Halk edebiyatı ve folklora ilişkin değişik dergiler çıkardınız, birçok yayın organında çeşitli konularda yazılarınız yayınlandı. Çok sayıda şiirleriniz, deyiş türünde ve halk müziğinin farklı makamlarında besteleriniz var. Bünyenizde renkli bir kişilik barındırıyorsunuz. Peki, ‘tel’e dokunmaya nasıl başladınız? Neden bağlama?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Elbette ki; şiir yazmam ve saz çalmam, meslek seçimimden daha önceki yıllara dayanmaktadır. Mesleğim öğretmenliktir. Hatta Fizik Mühendisi’yim. Bunu şunun için ifade etmekteyim. Özel projem olan “Koşasaz”ımın yapımında, tel düzeninde ve hatta akordunda, mühendislik bilgilerimden “Katma Değer” olarak yararlandım. “Koşasaz”ımda mühendislik bilgilerim mevcuttur. Elbette ki öğretmenliğimin, Halk Ozanlığıma ve Âşıklık sanatıma olan kültürel katkılarını inkâr etmem mümkün değildir.

Sizin de ifade etmiş olduğunuz gibi, Finansörlüğünü Cemil Altınışık’ın yaptığı “HALAY” dergisini 1978 yılından itibaren uzun yıllar çıkardım. Daha sonra, yine Halk Kültürü içerikli olan “MENEKŞE” dergisini çıkardım. 1970’li yıllar boyunca Ankara/Ulus- Memleket Dergisi’nin Halk Kültürü sayfasını on yıl süreyle yönettim. Kars Ölçek Gazetesi’nde uzun yıllar kültür içerikli köşe yazarlığı yaptım. Bunun dışında, birçok dergi ve gazetelerde şiir ve yazılarım çıktı. Ayrıca; sosyal içerikli ve kültürel özellikli Sivil Toplum Kuruluşlarının birçoğunda yer aldım. Halk Ozanları Kültür Derneği, Halk Ozanları Birliği, Halk Ozanları Vakfı, Âşıklar Derneği bunlardan en belirgin olanlarıdır. Bunlardan konuyla ilgili ve en önemlilerinden biri olan; 1978 yılnda kurulmuş bulunan ve kurucuları arasında benim de yer aldığım, şu andaki MESAM’ın nüvesini teşkil eden, “Türkiye Sanatçılar Birliği” dir. Bu birliğin dört yıl boyunca başkanı Timur SELÇUK, Genel Sekreteri de Halk Ozanları Kültür Derneği’ni temsilen ben, yani Selahattin Dündar (Âşık Dündar) yapmıştır.

Gerek Halk Ozanlığıma, gerekse bestecilik yönüme bu sosyal faaliyetlerim sırasındaki kültür birikimimin de etkisi inkâr edilemez.

 

Sibel Unur Özdemir:Koşasaz’ın ezgilerini dinlemek kısmet olduğu için kendimi şanslı addediyorum. Böyle bir proje üretmeye ve ikili saz yaptırmaya neden ihtiyaç duydunuz?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Yukarıda da ifade etmiş olduğum gibi ben; Kafkasya Türk Kültürü kökenli olduğum ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptığım için; hem Terekeme, hem Azeri, hem de Anadolu havalarını çalıp söylemekteyim. Bu havaların akortları farklı farklıdır. Hem Tar akordunu, hem de Anadolu Bağlaması’nı bir arada taşımak için, Tar Akordu özellikli bir saz ile, Bağlama Akordu özellikli bir sazın sentezi olan ikili sazı düşündüm, projesini yaptım ve yaptırdım. Bu ikili sazımın özel adı “KOŞASAZ” dır. Koşa; İkili, çift anlamına gelir. Koşasaz’ın projesi ve özel akordu, tamamen kendime aittir ve patentlidir. Koşasaz’ımın projesini, 1974 yılında gerçekleştirdim. Hatta ilk yapılışında; üstteki sazım bildiğimiz Tar, alttaki Sazım ise Anadolu bağlamasıdır. İkisini birbirine saz atölyelerinde monte ettirmiştim. O sazımı hala ilk örnek olarak saz koleksiyonumda muhafaza etmekteyim. Geleneğe bağlı kalma tutuculuğu nedeniyle, “Koşasaz” ilk yıllarda, sanat çevrelerince çok fazla kabül görmedi. Ama 1990 yıllarından sonra ve özellikle son yıllarda, “Koşasaz”a büyük bir ilgi yoğunluğu vardır. Hele ben! Onsuz edemem. “Koşasaz” benim sanat lokomotifimdir.

 

 

Sibel Unur Özdemir:Yukarıda biraz bahsettiniz lakin ben yine de sormak istiyorum şiirlerinizde ve bestelerinizde ‘Azeri’ ve ‘Terekeme’ makamlarını ustalıkla kullanmanız ve Anadolu sentezinin ağırlıklı olmasını nasıl açıklarsınız bize diye.

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Hem Terekeme hem de Azeri kültürüne sahip olan bir aileden gelmekteyim. Gerek Terekeme makamları, gerekse Azeri makamları oldukça özellikli makamlardır. Belki abartı olacak ama sonradan öğrenmeyle o makamların otantikliğini vemek mümkün değildir. O kültürün çocuğu olmak gerekir. Ben de o kültürün çocuğu olduğum için, o makamlar kendiliğinden telime ve dilime yansıyor. Anadolu’nun birçok yerinde öğretmenlik yaptığım, Ankara Radyosu’nda yer aldığım, Halkevleri Halk Kültürü ile yetiştiğim, makamlarla ilgili özel dersler ve kurslar aldığım için, Anadolu makamlarını da iyi özümsediğimi söyleyebilirim. Yetiştiğim Terekeme, Azeri makamları ile birlikte, özel eğitim aldığım Anadolu makamlarını; ilham potamda bir araya getirmeye çalışıyorum. Böyle bir sentezleme ile Türk Halk Müziğine ve Âşıklık geleneğine, ayrı bir renk ve ayrı bir ahenk katabiliyorsam, kendimi mutlu sayarım.

 

Sibel Unur Özdemir: Ben, kendi adıma renk kattığınızı düşünüyorum Selahettin Bey. Günümüzde unutulmaya yüz tutmuş usta-çırak ilişkisine nasıl bakıyorsunuz?Sizin sazı, sözü öğrendiğiniz bir ustanız oldu mu? Genellikle mahlaslar ustalar tarafından verilir öğrencilere. Siz “Âşık Dündar” mahlasını nasıl aldınız? Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciniz/öğrencileriniz (Öğretmenlik mesleğinizi ayrı tutarak soruyorum bu soruyu) oldu mu?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Günümüzden yarım asır öncesine kadar, Âşıklık Geleneği usta-çırak eğitimi ile şekillenmekteydi. Bu uygulama günümüzde azalmış durumdadır. Daha çok sistem içerisinde eğitilerek veya bilgi içeren kaynaklardan yararlanarak, Âşıklık Geleneği sürdürülmeğe çalışılmaktadır. Günümüzün sosyo-ekonomik koşulları, uzun yıllar usta ile çırağın, hiçbir menfaate dayanmayan ilişkilerini törpülemiştir. Günümüz itibariyle; ozanlığa yeteneği olan gençler, öğrenciliği süresince ve boş zaman bulabildiği zaman zarfında, ustanın yanına giderek Âşıklık sanatının inceliklerini öğrenmeğe çalışır. Ya da bu geleneği sürdüren Sivil Toplum Kuruluşlarının kurslarına devam ederek, geleneğin örgüsünü çözmeğe çalışır. Daha sonra; bu öğrendiklerinin üstüne, basın ve yayın organlarından edindiği bilgileri koyar. Kitaplardan geleneği öğrenerek sürdürmeğe çalışır.

Ben hep yatılı okudum. Yatılı okullarda, sazı ve folklor oyunlarını bilenler, kendilerinden küçük sınıflardaki meraklı öğrencilere öğretirlerdi. Ben sazı, yatılı okulda saz çalan abilerimden öğrendim. Önceden mandolin de çaldığım için, kolay öğrendim. Sonra da kurslarına gittim, iyice pekiştirdim ve ustalaştım. Şiir yazmayı ise, atışma/deyişme tekniğini ise; hem yörenin âşıklarını dinleyerek, hem de bu konudaki kitaplardan öğrendim. Beni ilk ‘Âtışma Meydanı’na çağıran, aynı zamanda babamın yeğeni olan, Karslı Âşık İslam Erdener olmuştur. Bu ortam, köyümüzde bir toy şenliğiydi. Bu ilk atışmamı yaptığımda lise ikinci sınıf öğrencisi idim. Ondan sonra atışmalarım, yıllar yılı devam etti ve halen de devam etmektedir. “Dündar” mahlasımı ilk kendim kullandım ve Âşık Şenlik geleneğinden gelen Âşık İslâm Erdener onaylamıştır. Sözünü ettiğim ilk atışmamda, “Dündar” diye tapşırınca, “Evet, sen mahlasını buldun.” demişti. Burdan başlayan “Dündar” mahlasıma aynen devam ettim.

Benim yetiştirdiğim, ders verdiğim veya el verdiğim Halk Ozanı/Âşıklar vardır. Özellikle atışma dalında: Mehmet Ali Eröksüz, Kemal Aksoy, Yanık Veli gibi... Bunun dışında icazet verdiklerim de olmuştur elbet.

 

 

Sibel Unur Özdemir:Öğretmenlik kutsal bir meslek. Siz meslek olarak elbette ki pek çok öğrenciler yetiştirdiniz. Ve burada sadece fizik dersini değil âşıklığa dair bilgileri de öğrencilerinize aktardınız. Ne mutlu efendim size. Böyle donanımlı bir öğretmenin şiir yarışmalarında birincilikleri olduğunu, değişik ödüller aldığını biliyoruz. Âşık Dündar yarışma kavramına nasıl bakar?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Birincilikler de dâhil, birçok ödül aldım. Özellikle 1992 yılında Kültür Bakanlığı’nın açmış olduğu “Tasarrufa Çağrı” konulu ve herkesin ancak bir şiirle iştirak edebildiği Uluslararası Şiir Yarışması’nda, beşyüz civarında şiir arasında birincilik ödülü almıştım. Bunun dışında da dereceler ve ödüller alan şiirlerim vardır.

Âşık Dündar’ın yarışma kavramına, dolayısıyla ödül kavramına bakışı şudur: Yarışmalar sanatçıyı kamçılar. Ödüller ise; sanatçıyı yüreklendirir. Biz sanatçılar; ödülle taltif edildiğimizde, motivasyonumuzu artmış olarak hissederiz. Mutluluk duygularımız kabarır. Daha çok üretmek, daha çok çalışmak, topluma çok daha fazlasını vermek isteriz. Kadir, kıymet bilindiğini fark ederiz. Sırtı sıvazlanan bir çocuk gibi hissederiz kendimizi. Öğretmeninden “Aferin” almış öğrenci havasına bürünürüz adeta. Bu da pozitif enerjimizin artmasını sağlar.

Sanatçı için; Yarışmaya katılmak ve dereceye girebilmek de aynı duygularla izah edilebilir. Herhangi bir yarışmaya katılan bir sanatçı, hiçbir zaman kendisini bir yarış atı gibi hissetmez. “Sanatçılar arasındaki sanat skalasının neresindeyim?” biçiminde bir duygu kaplar sanatçının içini. Dereceye girmiş olmak, kendisini test etmesi gibi bir sonuç doğurur sanatçının iç dünyasında. Yarışma sonucunda alınan dereceler; sanat ögelerinin hangi skalada olduğunun tespitinde, sanatçıya yardımcı olan bir değerdir. Eksiklerini tespit eder ve kendine yeni hedefler belirler.

 

 

Sibel Unur Özdemir: Sizin bugüne kadar yayınlanmış “Terekemeler-Karapapaklar” ve “Türkülerle Toplum” adlı araştırmalarınızı ve şiirlerinizi topladığınız “Bağdaş” (1992) “Başak”, “Bağdaş” ve “Çuval” adlı kitaplarınız var. Sazınızla, sözünüzle müzik dünyasına hizmet etmekle beraber şiirlerinizle, yazılarınızla, yayınlanmış kitaplarınızla edebiyat dünyasına da hizmet ediyorsunuz. Ben burada size, sizin bir dörtlüğünüzü hatırlatmak istiyorum.

 

“Köyün Benliahmet Kars’a bağlısan

Aklıma düşüpsen ay Cezo Gardaş

Dilenip dururdun elinde torban

Yaktın yine beni vay Cezo Gardaş”

 

CEZO GARDAŞ şiirinden / Âşık Dündar

 

Şimdi ben size şunu sormak istiyorum. Yazdığınız böyle bir şiir sizin için ne anlama geliyor?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Yayınlanmış şiir kitaplarımla Âşıklık Edebiyatına, diğer araştırma kitaplarımla Halk Kültürüne, sazımla ve sözümle de toplumun duygu ve düşüncelerine tercüman olmaya çalışmaktayım. Benim inancım odur ki; bir sanatçı, özellikle de bir Halk Ozanı/Âşık, sadece güzellikleri dile getirmekle kalmamalı, Cezo Gardaş gibi, toplumun alt katmanlarında yer alan şahsiyetleri de dile getirmesini bilmelidir. Hem de sazı ve sözü ile dile getirmelidir. Ben de “Cezo Gardaş” adlı şiirimde ve deyişimde bunu yapmaya çalıştım.

 

 

Sibel Unur Özdemir:Eşiniz Songül Dündar hanımefendi de bir yazar. Benim de yakın arkadaşım. Songül Hanım’ın da romanları ve araştırma kitapları var. “Cezo Gardaş” da Songül Hanım’ın romanlarından birinin ismi. Burada size yöneltmek istediğim soru, siz bu şiiri yazdıktan sonra mı Songül Hanım romanı yazdı yoksa Songül Hanım romanı yazdıktan sonra mı siz şiiri yazdınız.

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Eşim Songül Dündar Hanım’ın 3. kitabı 2013 yılında çıkan “Cezo Gardaş” adlı bir romandır. Benim yazdığım şiirin ve ezgilememin tarihi 1976 yılıdır. Zaman sürecinde, bu şiirin ve deyişin başından geçen hikâyeler oldu. Songül Hanım, bu hikâyeler ile birlikte şiiri de alıp güzel bir roman çıkarmış. Bu onun üst düzey yeteneğidir elbet. Yani şiir çok daha önceki tarihe aittir.

 

Sibel Unur Özdemir: Eşinizin yeni çıkan “Damladan Deryaya” isimli kitabında sizin âşıklık yönünüzü anlatması ve sizi diğer (rakip) âşıklarla karşılaştırması hakkındaki duygu ve düşünceleriniz nelerdir.

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Bir sanatçının kendi eşi tarafından, böyle kapsamlı bir eserle anlatılmış olması elbet ki çok güzel bir şey. Benim için de çok çok güzel b ir duygudur. Benim açımdan asıl önemli olan bir diğer taraf; benim rakiplerimle yapmış olduğum bu atışmaların tamamına yakınının kaybolduğu, yitip gittiği halde; eşim yazar Songül Dündar Hanım’ın, bu atışmaların her birini, dereden tepeden toplayıp, bir kitap haline getirmiş olmasıdır. Altın değerindeki bu yorucu çalışma; hem benim için, hem diğer Âşıklar için, hem de Türk Halk Edebiyatı için, özellikle de Âşık Edebiyatı için paha biçilmez değerdedir. Yukarıda çok değerli bir soru sormuştunuz ya! “Geleneği sürdürecek yeni gençlerin yetişmesi için ne yapılabilir?” diye. İşte Songül Dündar Hanım bunu yapmış. Geleneği sürdürmek isteğen bir genç, eline “Damladan Deryaya” adlı bu atışma kitabını alıp baştan sona okuyup, geleneği her boyutu ile öğrenmiş olacak. Beni mutlu eden, daha çok işin bu yanı olmuştur. Songül Dündar bu yorucu çalışmayı yapmamış olsaydı, gelecek nesil, gelenek adına böyle bir eserden yoksun kalacaktı.

 

 

Sibel Unur Özdemir:Halısınız, ben de sevgili arkadaşım Songül Hanım’ı bu değerli çalışması için bir kez daha yürekten kutluyorum ve hemen soruyorum; hem sizin hem eşinizin edebiyat dünyasının içinde yer almasının avantajları ve dezavantajları nelerdir?

 

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Kültürel yönden avantajı sayılamayacak kadar çoktur. Hem bilgi aktarımı, hem bilgi teyidi, hem de bilgi pekişimi bakımından yararlarını sayabiliriz. Ayrıca; etkinliklerde ve işin zorluklarında birbirimize hangi yönden destek olmamız gerektiği hususu önem arz etmektedir. Sonuç olarak; her ikimizin de edebiyat dünyasında yer almış olmamızın sayısız yararları vardır. Duygu olarak da çok güzel bir duygudur. Bir erkek için, büyük bir güçtür. Eşim Songül Dündar’ın şöhretli bir yazar olması, bana; arkamda dağ gibi bir gücün olduğu hissini vermektedir.

 

Sibel Unur Özdemir:Biraz da “Âşıklık Geleneği”ne yönelik sorular yöneltmek istiyorum size. Bir yerde okumuştum “Halk hikâyelerinin, destanla roman arasında geçiş görevi yaptığını” söylüyordu “Ve onlar birer kuru yaşam öyküleri değildir.” diyordu. Sizin sözü ve müziği kendinize ait pek çok eseriniz var ve benim de severek dinlediğim eserlerinizden ‘Bibi Kızı’nın kanlı-canlı bir öyküsü olduğunu biliyorum. Bu türkünün öyküsünü paylaşır mısınız okurlarımızla.

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Halk Kültüründe yer alan türkülerin ve şiirlerin birçoğu öykülüdür. Halk Ozanları ve Âşıkların yazdığı ve söylediği şiir ve deyişlerden de öykülü olanlar vardır. Sizin de ifade etmiş olduğunuz gibi, halk hikâyeleri; destanlarla roman arasında bir köprü gibidir. Romanlar, halk hikâyeleri ile ayrı bir lezzet bulmaktadır. Destanlar, halk hikâyeleri ile olağanüstü bir havaya bürünür. Hatta efsanelerin şekillenmesinde bile halk hikâyelerinin inanılmaz rolü vardır.

Bir şiir öykülü ise, gerçekçi olması anlamında dikkat çekicidir, merak uyandırır. İnsanlar onu üst düzey ilgi ile dinlerler. Bir türkü öykülü ise, onun oluşması da ayrı bir edebi değer taşımaktadır. Aynı konu etrafında anlatım zorunluluğu gibi... Velhasıl, öykülü olan şiir ve türküler daha bir zor, edebi değeri yüksek ve daha dikkat çekicidir. Sözü ve ezgisi kendime ait olan “Bibi Kızı” da, sizin de bahsettiğiniz gibi öykülü bir eserdir.

İnsanlarımızın yaşadığı birçok coğrafyada olduğu gibi, Kars ve yöresinde de “Bibi” tanımlaması kullanılır. Bizim o yörelerde; Teyzeye “Hala” denir. Babanın kız kardeşine yani halaya “mama” denir. Baba ile kanbağı olan kadınlara ve o aileye giren gelin, yenge gibi bütün kadınlara da “Bibi” olarak hitap edilir. Örneğin: Amcakızına, yaşça küçükler tarafından “Bibi” denir. Benim “Bibi Kızı” da amcamın kızının kızıdır. Yani amcamın torunudur. Ama biz onu “Bibi Kızı” deriz.

Öykü şöyle: Âşık Dündar, ‘bibi kızı’na tutulur. Bu sevda için, yanık yanık çalar, söyler. Gönlünü kimseye de açamaz. Halk Ozanı için, gönlünü açabilmenin en kabul gören yolu, şiirdir ve güzele yaktığı türküdür. Âşık Dündar da geleneğin dışına çıkamaz. Gönlüne söz geçiremeyeceğini anlayınca; Hem Bibi Kızı’nın gönlüne girebilmek, hem de bu sevdasını el âleme duyurmak için, sazının tellerine dokunur ve şöyle der:

BİBİ KIZI

Güller açıpdı bağın ay bibi kızı

Deli gönül durağın ay bibi kızı

Ben burdayam sen orda ay bibi kızı

Can dayanmaz bu derde ay bibi kızı

Ne yahşıdı ne yahşıdı ne yahşıdı

İki gönül bir olmak ay bibi kızı

Çaldım özümü daşa ay bibi kızı

Salma beni ataşa ay bibi kızı

Boş koyupsan yanımı ay bibi kızı

Yandırıpsan canımı ay bibi kızı

Ne yahşıdı ne yahşıdı ne yahşıdı

İki gönül bir olmak ay bibi kızı

Bu Dündar’a hak deme ay bibi kızı

Kaş indirip yok deme ay bibi kızı

Can tutuşup yele ne ay bibi kızı

Biz yanarsak ele ne ay bibi kızı

Ne yahşıdı ne yahşıdı ne yahşıdı

İki gönül bir olmak ay bibi kızı

Âşık Dündar’ın, Karacaoğlanlardan bu yana sürüp gelen bu yöntemi işe yarar. Bibi kızı, Âşık Dündar’ın sinesini yakan sevdasına karşılık verir. Muratlarına ererler.

 

Sibel Unur Özdemir:19. yüzyıla kadar sözlü gelenek olarak (yanlış biliyorsam düzeltin) değerlendirilen ‘Âşıklık Geleneği’ne günümüzde yazılı kaynaklarda rastlamak mümkün. Sizin de kitaplarınız var. Sizi eserlerinizi kitap çatısı altında toplamaya iten nedenler neydi?

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Son bir kaç yüz yıldan bu yana, özellikle sizin de ifade etmiş olduğunuz gibi, son iki yüz yıldan bu yana, yazılı halk edebiyatı ağırlık kazanmıştır. Böyle bir çağdaş olanak varken, ben de şiirlerimi yazılı belgeler haline getirmeye çalıştım. Eserlerimi kitap haline gtirmemdeki en önemli etken; şiirlerimin ve deyişlerimin, daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlamaktır. Elbet ki; şiirlerimin ve eserlerimin kalıcı hale gelmesi, kaybolmaması ve yıllara aktarılması da düşüncelerim arasındadır ve önemlidir.

 

Sibel Unur Özdemir:Doğaçlama söylediğiniz bir deyişi, unutmadan ikinci, üçüncü kez söyleyebilir misiniz?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Doğaçlama söylediğim şiirlerim, birebir aklımda kalmaz. Ancak; konu aklımda kalır. Ayak dediğimiz; şiirin ölçüsü ve kafiyesi aklımda kalır. Bir de, bazı iz bırakabilecek dizeler aklımda kalır. Doğaçlama söylediğim şiirin tamamı hemen biter bitmez bile aklımda değildir. Hafıza onu boşaltıyor. Bununla ilgili size, bir anımı anlatabilirim.

 

Sibel Unur Özdemir: Tabii, çok memnun oluruz, buyurun.

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Sizin de bulunduğunuz kalabalık bir İLESAM grubu olarak, 2015 yılında ÇANKIRI/Çerkeş ilçesi okullarına söyleşi için davet edilmiştik. Okullarda şiirler okuyup, çalıp söylemiştik. Dönüşten bir kaç gün sonra, Çerkeş Derneği sizin de bulunduğunuz bir grup olarak, kahvaltıya davet etmişlerdi. O davette, sizin “Gökten Üç Elma Düşer” adlı eseriniz de dâhil, birçok eser çalıp söylemiştim. Konserimin ortalarında bir yerde, bir tane de doğaçlama söylemiştim. Doğaçlamanın konusu “Çerkeş” idi. Siz de hatırlayacaksınız, konserim bittikten hemen sonra, davetlilerden birisi; (Galiba Çerkeş Belediye Başkanı idi.) “Çerkeş için söylediğiniz türküyü tekrar söyler misiniz?” diye bir istek de bulunmuştu. Bende; “O’nun doğaçlama olduğunu, üzgünüm ama hatırlamamın mümkün olmadığını söylemiştim.” Bu canlı örnekte olduğu gibi, gerçek olan budur.

 

Sibel Unur Özdemir:Çerkeş etkinliğimiz güzel bir anı olarak kaldı yüreklerimizde. Evet, sizi anlatınca hatırladım ben de. Karşılıklı atışmak nasıl bir duygu? Cevabi dörtlüğü söyleyemezsem diye içinizin titrediği oldu mu hiç; çünkü bu hiç de kolay bir olay değil.

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Önce hemen ifade etmem gerekir, doğaçlama söylemek, atışmalardan daha zordur. Çünkü: doğaçlamada; sürgit çalıp söylemek zorundasınız. Dörlüğü/bağlamı oluşturmadaki düşünme aralıkları, kendi saz geçiş sürenizle sınırlıdır. Oysa atışmalarda; karşı rakibin çalıp söyleme süresince, dörtlüğü/bağlamı oluşturma, kelimelerin yerine daha uygunlarını seçip, değiştirme ve ezberini de oluşturma zamanı vardır. Rakip bitirdikten sonra, kendi saz geçişiniz süresinde hafızanızda hazırladığınız dörtlüğü iyice olgunlaştırma şansınız vardır. Gelelim sorunuzun yanıtına; ben doğaçlamalarda çok rahatım. Haliyle atışmalarda çok daha rahatım. Elbet ki; bu bir Allah vergisi... Ama eğitimin de rolü inkâr edilemez. Çünkü Âşıkların yaptıkları atışma/deyişmeler; bilgi, kültür ve özellikle de bildiği kelime sayısı ile ilgilidir. Ben öğretmenim, Kafkasya ve Anadolu Kültürünü bünyemde barındırırım ve 125.000 civarında kelime bilirim. Ayrıca; Âşıkların atışmalarında kullanılan ezgi türleri de çok önemlidir. Örneğin: Bir Terekeme havasıyla açış yapıldıysa, rakip Âşık aynı havayı anında alıp, çalmak zorundadır. Terekeme/Azeri havalarını bilmeyenler zorlanır ve kalır. Şahsen ben, bu tür silahlarımı sıradan muhabbetlerde ve çok ukalalık edilmeyen ortamlarda kullanmam. Rakibin kendi yöresinden bir ezgi ile başlarım.

Tüm bunların ışığında, diyebilirim ki; ilk gençlik yıllarım hariç, hiçbir atışmada ve deyişmede zorlanabileceğimi veya içimin titrediğini hissetmedim. İnşallah bundan sonra da hissetmem.

Karşılıklı atışmanın nasıl bir duygu olduğunu da bu noktada ifade etmem gerekirse; çok güzel bir duygu. Benim için çok zevkli ve eğlenceli bir duygu. Ayrıca; atışma yapmayı, ezber ederek söylemeye tercih ederim. Çünkü ezberde unuttuğum bir dize veya kelime beni zora sokabilir. Ama atışmada veya salt doğaçlamada, benim için böyle bir risk söz konusu değildir. Çünkü o anda oluşturduğum dize veya kelimeyi anlık olarak unutursam, anında yenisini tekrar oluşturur ve söylerim. Böyle bir yetenek verdiği için, yüce Allah’ıma hep şükrederim.

 

Sibel Unur Özdemir:Geçen yıl 9. Kitap Fuarında size şiir kitabım ‘Gerisi Lafügüzaf’ı imzalayıp takdim ettiğimde; kitabın içinde yer alan “Gökten Üç Elma Düşer” isimli şiirimin size neyi çağrıştırıp nasıl ilham verdiğine ve ortaya “Hicaz”makamında çok güzel bir eser çıktığına bizzat tanık oldum ama ben okurlarımız için bir kez de sizden dinlemek istiyorum. Âşık Dündar üretirken nelerden beslenir?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Sibel Hanım öncelikle ifade etmem gerekir ki; bana 9. Ankara Kitap Fuarı’nda imzalayıp verdiğiniz “Gerisi Lafügüzaf” adlı şiir kitabınızdaki şiirlerinizin tamamı çok çok güzeldir. Ancak; ezgisini yapmış olduğum, “Gökten Üç Elma Düşer” isimli şiiriniz, geçmişteki anılarımla gönül telime dokunduğu için tercih nedenim olmuştur. O anı da şudur: Benim Ortaokul ve Lise öğrenim yıllarım yatılı geçti. 1960’lı yıllar böyle cep telefonlarının falan yoğun kullanıldığı yıllar değildi. Ailemizden ayda bir mektup gelirdi. Babam yazdığı her mektubun sonuna: “Gökten üç elma düştü. Biri yazana, biri okuyana, biri dinleyene.” diyerek mektubunu bitirirdi. Sibel Unur Özdemir imzalı; şiirin başında “Gökten Üç Elma Düşer” adını görünce, içimi rahmetli babamın yazdığı mektupların sıcaklığı kapladı. Sibel Unur Özdemir’e ait olan o şiir şöyle diyordu:

GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞER

Efsununa kapılmış divane benim adım

Mabedine kapılmış yekpare olamadım

Kalbinde ne sevgi var ne merhametten eser

Erersem muradıma gökten üç elma düşer.

 

Yok ki kalbinde vicdan olsun göğsünde iman

Sevmek ya da sevmemek bu çelişki pek yaman

Kalbinde ne hürmet var ne nedametten eser

Erersem muradıma gökten üç elma düşer.

(NOT: Arzu eden okurlar bu değerli eseri aşağıdaki linkten dinleyebilir. https://www.youtube.com/watch?v=C2Cj21JF03g)

 

Elime sazımı aldım, geçmişi ve babamı anımsamanın verdiği hüznün de verdiği duygu ile olsa gerek “Garip Ayağı” havasında ezgiledim. Halk müziğindeki “Garip Ayağı”, Türk Sanat Musikisi’ndeki “Hicaz” makamına karşılık gelmektedir.

Son sorunuzun cevabı olarak şunu diyebilirim; Âşık Dündar, şiirleri müziğe dökerken, geçmişte almış olduğu eğitim ve öğretim birikimlerinden beslenmektedir. Elbet ki; Allah’ın verdiği yetenek inkâr edilemez. Şunu sizinle paylaşmak isterim; bir şiire gerçekten “Ezgi” yapmak istiyorsam, o şiiri okuduğumda sanki onun ezgisi yıllardır varmış gibi, kendiliğinden hafızamdan geçmeğe başlar. Ben sadece o ezgiyi aklımda tutmaya çalışırım. Günümüzde de bu olanak zaten mevcuttur. O ezgiyi hemen kaydederim ve daha sonra üzerinde çalışırım.

 

Sibel Unur Özdemir:Türklerin yaşam şekliyle özdeşleşen ‘Âşıklık Geleneği’ Türk insanına özgü olduğu için; menşei Anadolu’dur, diyebilir miyiz?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Âşıklık Geleneği’nin Anadolu’da tekâmül ettiği ve evrenselleştiği yadsınamaz. Ancak; Türk Âşıklık Geleneği’nin asıl menşei Orta Asya olduğu da bir gerçektir. Türk Âşıklık Geleneği’nin, İslamiyet öncesi yıllarda, hatta Milattan Önceki yıllara dayandığı tespit edilmiştir. Zaten, Milattan Sonraki ilk yüz yıllarda, Orta Asya’da dikilmiş olan anıtlardan bu gerçek rahatça anlaşılmaktadır. Dede Korkut’un kopuzu, yine bizi Orta Asya’ya götürmektedir. Türk Âşıklık Geleneği ile ilgili olarak, Orta Asya’dan hemen sonraki coğrafya Kafkasya’dır. Kafkasya, XVII. XVIII. XIX. XX. Yüz yıllarda ve günümüzde Türk Âşıklık geleneğinin zirvesindedir.

Türk Âşıklık Geleneği: Orta Asya’dan kaynağını almıştır, Kafkasya’da gelişip zirveye ulaşmıştır, Anadolu’da ve Türkiye’de Evrensel kimlik kazanmıştır.

 

Sibel Unur Özdemir:Sizin, zaman zaman radyo ve televizyon programlarına katılarak Âşıklık Geleneğine katkı sağladığınızı, gerek memleketin çeşitli illerinde/ilçelerinde gerekse yurt dışında düzenlenen şölen, festival, şenlik vb. etkinliklere katıldığınızı biliyoruz Selahettin Bey. Âşıklık Geleneği gibi evrensel değerlerimizin modern dünyada yerini almasının gerekliliğine inanarak bu bilincin genç kuşaklara taşınmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Burada sormak istiyorum ki kültürümüzün önemli yapı taşlarından olan halk şairliği geleneğinin daha büyük kitlelere tanıtılması ve yaşatılarak geleceğe taşınması noktasında neler yapılabilir?

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):1972 yılından bu yana, düğün ve bayramların dışında, festival ve konserler gibi büyük organizasyonlarda yer aldım. Daha sonra, yurt dışında da konserlerim ve programlarım oldu. Bu programlar elbet ki; Âşıklık özelliklerimin ve birikimlerimin gelişmesinde ve olgunlaşmasında etkili oldu. İlk radyo programım 1972 yılında, o zamanın çok dinlenen radyolarından biri olan “Meteoroloji’nin Sesi Radyosu” olmuştur. 1973 yılından sonra, TRT radyolarında çalıp söylemeye başladım. İlk televizyon programım 1974 yılında Siyah/Beyaz ekran yayını dönemine denk gelir. O yıllarda, aynı zamanda öğretmendim. Televizyonda, her pazar günü yayımlanan “Tele Pazar” diye bir program vardı. Günler önceden program yapımcısı Bülent Varol beni çağırdı ve 1974 yılının Mayıs ayının ikinci Pazar günü, yani “Anneler Günü”, annelerle ilgili kendime ait bir deyişimi çalıp, söylememi istedi. Yirmi sekiz yaşındaydım. İlk TV programım olduğu için, çok heyecanlıydım. Adeta dizlerim titriyordu. Gittim ve 12 Mayıs 1974 Pazar günü öğleden sonra saat 14.00 gibi bir saatte beni programa aldılar. O programın sunucusu Elçin Temel idi. Aynı programda Ayla Algan da vardı. Hatta hiç unutmuyorum; “Koca Öküz” adlı bir parça okumuştu. Beni sıcak karşıladılar. Gerek sunucular, gerek Ayla Algan, gerekse yapımcı benimle çok ilgilendiler ve genç bir Halk Ozanı olarak, beni çok desteklediler. Sazımla çalıp söylediğim eserim şuydu:

ANAM

Yokken dünyaya gelmişem

Onun canından olmuşam

Ak sütüyle can bulmuşam

Emeklerin çoktur anam

 

Tülbentten höllük eledi

Uyurken ninni söyledi

Siyah saçın ak eyledi

Cennet sana haktır anam

 

Dündar gerer can okunu

Bu canımın en yakını

Helal demesen hakkını

Ödeyecek yoktur anam.

 

Tüm bunlarla diyeceğim odur ki; tıpkı 1974 yılında beni yüreklendiren, benim elimden tutan ve benim ufkumu açan, TV program yapımcısı, sunucular ve katılan sanatçılar gibi bizler de gençleri yüreklendirmeliyiz. Onlara yardımcı olmalıyız ve onların yollarını açmalıyız.

Halk Ozanlığı ve Âşıklık geleneğinin evrensel platformlarda yer alabilmesi için; Kurumsal Eğitim Kurumlarına, Üniversitelere, Devlet Kurum ve Kuruluşlarına, Dernek ve Sivil Toplum Örgütlerine çok büyük görevler düşmektedir. Herkes üzerine düşen görevi yerine getirirse; Halk Ozanlığı ve Âşıklık Geleneği’nin ‘Dünya Markası’ olmaması için hiçbir neden yoktur.

 

Sibel Unur Özdemir: Bizler şanslıyız: çünkü bağlı olduğumuz Meslek Birliğimizin (İLESAM) her hafta Cumartesi günleri düzenlediği “Şiir Dinletileri” içerisinde sizin ve çeşitli halk ozanlarımızın sazını, sözünü dinleyebiliyoruz. Siz de yüreğinizdeki bu sevdayla sazınızın sesini yurt içi ve dışında düzenlenen etkinliklerle duyuruyorsunuz; belli ki duyurmaya devam edeceksiniz. Yolunuz açık, başarılarınız daim olsun. Söyleşimiz boyunca sizden saza, söze, şiire, Âşıklık Geleneğine yönelik çok faydalı bilgiler aldık, tekrar teşekkür ediyoruz. Başka bir söyleşide buluşabilmek dileğiyle…

 

Selahettin Dündar (Âşık Dündar):Çok kıymetli Sibel Hanım! İLESAM üyesi olduğum için ben de kendimi çok şanslı sayıyorum. İLESAM gibi 3.000 civarında üyesi olan ve tamamı yazar, şair ve halk ozanlarından oluşan bir kuruluşta sanatımı ve deyişlerimi Cumartesi etkinliklerinde ve diğer etkinliklerde icra edebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. Çünkü İLESAM çatısı altındaki insan değerlerini ve İLESAM yöneticilerini tanıma fırsatı büyük bir güzelliktir. İLESAM Genel Başkanı Sayın Mehmet Nuri Parmaksız Bey’in vermiş olduğu hizmet ve İLESAM’ın adını Uluslararası platforma taşımış olması da bizlerin Âşıklık geleneğini Uluslararası platforma taşımamıza zemin oluşturmuştur.

Sizler gibi yazar ve şair özelliklerine sahip şahsiyetler arkamda olduğu sürece ve desteklediği sürece; daha güçlü bir şekilde yoluma devam edeceğimden ve bu taktirlere lâyık olmak için daha çok çaba sarf edeceğimden, dostlarımın ve Âşık severlerin şüphesi olmasın. Gerek yöresel, gerek ulusal, gerekse evrensel boyutta; İLESAM’ı ve TÜRKİYE’mi lâyıkıyla temsil etmek için çabamı ve enerjimi son zerresine kadar esirgemeyeceğimi sizin aracılığınız ile bir kez daha ifade etmek isterim.

Bana böyle bir SÖYLEŞİ fırsatı vermiş olduğunuz için tekrar teşekkür ediyorum.

Sevgi ve Saygılarımla...
 

 
Toplam blog
: 755
: 776
Kayıt tarihi
: 13.06.07
 
 

Ankara'da doğdum. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimimi Ankara'da tamamladım. AÜİF iş idaresi b..