Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ağustos '17

 
Kategori
Kitap
 

Halk ve Yönetenler

Halk ve Yönetenler
 

        “Mülkiyeliler her şeyi bilir, her şeyden / anlar; ama bir tek bilmediklerini bilmezler.”      NADİR ELİBOL (Mülkiyeli Eski Başmüfettiş)

 

            Ne yalan söyleyeyim; bu halkı sevdim ben.

            Yükseköğrenim yaptığı için, burnu Kaf dağında olanları değil ama okul ve öğretmen yüzü görmemiş, elifi görse mertek sanan Anadolu ve Trakya halkını sevdim.

            Çalışan, üreten, yoksul ama onurlu insanları ve onların çocuklarını sevdim.

            Hak yiyen, zulüm yapan, halkın dini duygularını sömüren asalakları sevmedim, sevemedim; fakat Edirne’den Ardahan’a, Diyarbakır’dan Keşan’a, Hasanoğlan’dan Arpaçay’a hakkı yenen, fakir ama gönlü zengin köylüleri, işçileri, ırgatları sevdim ben.

            Haklıdan yana değil, güçlüden yana çıkanları sevmedim, sevemedim.

            Yağcıları, yalakaları, yalancıları, sahtekârları hiç mi hiç sevemedim.

            Hasbelkader bir koltuk kapmış, küçük dağları ben yarattım havasıyla herkesi küçük gören, halkımızı aşağılayıp horlayanları sevemedim.

            Alın teri akıtmadan araklanmış paraları ile böbürlenenleri değil, bir dilim ekmeği paylaşmaktan mutlu olan eli nasırlıları sevdim ben.

            Bu ülkenin, bu halkın, kendilerine borçlu olduğunu savunan dangalakları değil, kendini ülkesine, halkına borçlu bilen insanları sevdim ben.

            İsterseniz, yuvarlak sözleri bir yana bırakıp yaşanmış gerçeklere bakalım biraz:

            Yıl, 1980… 12 Eylül askeri darbe öncesi…

            Yer, Kars’ın Susuz ilçesi…  Yani Cılavuz

            Bir gün, kasabanın Malmüdürü telefon edip, “Sayın Kaymakamım! İlçe halkı, Susuz Çayının üstündeki köprüden sonraki arazinin tamamını işgal edip parsellemiş. Yaklaşık 80 dönüm… Ne emredersiniz?” diye sorar.

            Kaymakam Turan Eren, Jandarmayı arar hemen. Komutan, “Evet efendim. Ben de sizi arayacaktım. Kadın, erkek, çoluk çocuk 600 - 700 kişi hazine arazisini işgal edip parsellemişler. Ellerinde kazma kürek oturuyorlar.” der.

            Hemen Kaymakamlıkta buluşup kısaca durumu değerlendirirler. Topu topu 13 askeri olan komutan, bakın, ne der:

“Efendim, bunları kışkırtan Belediye Başkanı”

            “Neden?”

            “Çünkü, ilçe arazisinin neredeyse tümü hazinenin. Halk ev yapacak arsa bulamıyor. Önceki yıllarda da benzer işgaller olmuş. Araziler işgal edenlerin yanlarına kâr kalmış.”

            Arabalarına binip olay yerine giderlerken, caddede volta atan Belediye Başkanını da alırlar yanlarına.

            İşgal edilen araziye vardıklarında, oturanlar ayağa kalkıp kazma, kürek alırlar ellerine. Kaymakam ve yanındakiler, alelacele yapılıvermiş iki gecekonduya doğru yürürler. Gecekondularda sekiz on çocuk ve yaşlı birer kadın bulunmaktadır.

            “Nine, al çocukları çık dışarı. Burayı yıkacağız.” der Kaymakam.

            “Oğlum, Valla çıkmam.”

            “Başına yıkılır, çocuklar ölür.”

            “Ölürse ölsün!”

            Kaymakam, büyük bir riski göze alıp askere süngü taktırarak çocuklara ve ninelere zarar vermeden iki gecekonduyu da yıktırır.

            Bence, hiç gerek yoktu; bu güç gösterisine. 13 jandarma, 600 – 700 kişiye karşı ne yapabilirdi? İyi ki, “Yürüyün ey ahali! Vurun gardaşlar!” dememiş; halktan biri. Askere süngü taktırıp halkın üzerine gönderilmesini hiç sevmedim. Halk çocuklarının eline silah verip süngü taktırarak halka hücum ettirmenin, yangına körükle gitmekten ne farkı var? “Devletin gücünü göstermek gerekirmiş.” Hadi canım sen de! Devlet, başka yerlerde, başka sorunlarda neden göstermiyor gücünü? Haksızlık yapanlara, zulüm yapanlara, halkımızın emeğini, alın terini sömürenlere karşı gösterse ya…

            Dönüp Kaymakamlığa gelirler. Belediye Başkanı:

            “Evet, ben yapın dedim. Çünkü mecburuz buna. Her yıl nüfus artıyor, ilçe büyüyor. Ev ihtiyacı var. Ama arsa yok. Her karış toprak hazineye ait. Buna bir çözüm bulunmadığı sürece, benzer işgaller hep olacak.” der.

            Bu sırada pencereden dışarıyı gözetleyen Jandarma Komutanı, endişeyle dönüp “Sayın Kaymakamım, millet akın akın buraya doğru geliyor.” der. Kısa sürede binden fazla insan toplanır Kaymakamlığın önünde. Gittikçe artan bir gürültü ve uğultu… Birkaç kişi girer içeri. “Kaymakam Bey, halk sizinle görüşmek istiyor. Halka hitap eder misiniz?” derler.

            Bunun tehlikeli olacağını düşünen Kaymakam, “Siz gidip görüşün; sorunlarınızı anlatacak beş kişi seçin. Gelsinler, görüşelim. Onları dinleyecek, sorun neyse mutlaka bir çözüm bulacağım.” der.

            Doğru yol bu işte! Hiç kimse keyfinden isyan etmez. İsyan eden haklıdır genellikle. Bir yerde isyan varsa, bir haksızlık, bir zulüm, bir sorun var; demektir orda. Yapılacak en doğru iş, isyan edenleri önyargısız dinleyip anlamaya çalışmaktır.

            “Elimde polis var, jandarma var… Silah var, cephane var. En önemlisi yetkim var. Kellesini aldın mı beş on kişinin, birkaçını meydanda sallandırdın mı, sinecek delik arar her biri.” dememeli. Başlangıçta çok etkili, çok doğru gibi görünse de bu yol, hiçbir sorun bu yöntemle çözülmez. Halı altına süpürmüş olursunuz pisliği. Kısa bir süre sonra, daha büyük sorunlar çıkar ortaya. Aynen bugünkü gibi…

            Halk, Kaymakamın isteğine uyarak beş temsilci seçip gönderir. Gelenler, Jandarma Komutanı ve Belediye Başkanının söylediği sorunu anlatırlar. Kaymakam:

            “Haklısınız. Gidin, halka söyleyin; haklılar. Söz veriyorum; bu sorunu mutlaka çözeceğim. Yeter ki, zora başvurulmasın, yeter ki bana inanın. Vali’ye de, ilgili bakanlara gidecek, ne gerekiyorsa yapacağım.” der.

            Kaymakamın mesajı yüksek sesle duyurulur. Kalabalık, “Yaşasın Kaymakamımız!” diyerek alkış tutar, sonra dağılır.

            Hemen Vali’yi arar Kaymakam Turan Eren. Olayı anlatıp, “Vatandaş haklı; Sayın Valim. Problemi mutlaka çözmemiz gerekir.” deyince, Vali de,“Meseleyi anladım. Vatandaş o elbiseye sığmıyor, genişletmek gerekir. Önce hazineye ait araziyi belediyeye devreder, sonra da ihtiyaç sahiplerine ucuz ucuz dağıtırız.” der.

            Hemen bir yazı hazırlanır: “Cılavuz Köy Enstitüsü kurulurken okula tahsis edilen 82.000 metrekarelik arazinin okulun o günkü statüsü değiştirildiği için, Kâzım Karabekir Öğretmen Lisesinin ihtiyacı kalmadığından ilçe belediyesine devredilmesinin uygun olacağı” anlatılır. 

            Vali’nin de onayı alınarak Belediye Başkanı Mustafa Yamen’le birlikte Ankara’ya gider Kaymakam.

            İlk olarak Maliye Bakanlığı Millî Emlak Genel Müdürlüğünü ziyaret ederler. Olumlu karşılanır öneri. Gerekli işlemler yapıldıktan sonra, Bakanlık Müsteşarına götürürler dosyayı.

            Müsteşar Yardımcısı Nevzat Yalçınkaya ilgilenir onlarla. On beş yıl önce Kars’ta Defterdar’mış.  Susuz’u iyi bilirmiş. Sorun anlatılınca kendisine, hiç düşünmeden imzalamış. Yokuşa sürülmeden, işlerini kolayca halletmenin mutluluğu ile dönerler Kars’a.

            Vali de memnun olur elbette.

            Ya Susuz, yani Cılavuz halkı mı dediniz?

            Onları sormayın artık; sormayın artık onları!

            Kaymakam’ın yerinde başka biri olsaydı, hemen Vali’yi arar; bine bin katarak abartıp olayı, askeri birlikler isterdi Kars’tan.

            Sonuç ne mi olurdu? Ölüler, yaralılar… Kaçanlar, kovalayanlar; tutuklananlar… Savaş alanına dönerdi meydan.

            Yöneticilerin görevi, sorun yaratmak değil, sorun çözmektir. Şunu iyi bilelim ki, bir yerde isyan varsa, halkta değil, baş kaldıranlarda değil, yönetenlerdedir suç.

 

                                                                                        Hüseyin Erkan

                                                                       huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..