Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mayıs '08

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Halkım, sen hem aptal hem de cahilsin ama yine de bana oy vermeni istiyorum

Halkım, sen hem aptal hem de cahilsin ama yine de bana oy vermeni istiyorum
 

Yaşamın alengirli dokusu ve insan ilişkilerinin adı nezaket olan hassas dengeleri, aslında sözlük anlamları aynı olan gerçek ile doğru arasında bir ince ayrımı ortaya çıkarıyor. Daha doğrusu gerçek fikirle, doğru tavır arasında ciddi bir açı farkı oluşuyor.

Geçenlerde bir fıkra okumuştum;

Adamın birisi bir rahatsızlığı dolayısı ile doktora gider. Yapılan tahlil ve incelemelerden sonra adamın üç ay ömrü kaldığı ortaya çıkar. Hasta bu gerçeği öğrendikten sonra doktora ne tavsiye ettiğini sorar. Doktor hastaya çamur banyosuna gitmesini tavsiye eder.

Hasta sorar; “Bunun hastalığım için bir faydası olacağını mı düşünüyorsunuz doktor bey”

Doktor cevap verir, “Hayır, sadece vücudunu kara toprağa şimdiden alıştırmış olursun”

Doktorun gerçeğin dozunu bir miktar kaçırdığı tespitini yapmamız mümkün. Ama bu kadar ileri gittikten sonra, tüm bedeninin toprağın altında yer alan canlılara yem olacağı, toprağın kimyevi bileşenlerine ve organik yapısına oldukça katkı sunacağını da dile getirmesi gerekirdi bence.

Aslında buna benzer, yaşanmış, yakın çevremden duyduğum bir olayı da aktarabilirim;

Bir tanıdığım, bir cenaze nedeniyle bir arkadaşı ile başka bir tanıdıklarının evine başsağlığı dilemeye gitmek ister. Ancak önerdiği tarih arkadaşınca uygun bulunmaz. O gün arkadaşının tuttuğu takımın önemli bir karşılaşması vardır ve tv’den o maçı seyretmeyi istemektedir. Bu durum karşısında tanıdığım kişi tek başına başsağlığı dilemeye gider ve sohbet sırasında arkadaşının nasıl olduğunun sorulması üzerine;

“Aslında beraber gelecektik ama maç seyretmek istediği için gelemedi” der.

Arkadaşımın gerçeği dile getirdiğine şüphe yoktur ama doğruyu yaptığından emin olmak mümkün değil.

Gündelik yaşamımızın bu basit gerçekleri, aslında hayatın en yoğunlaşmış hallerinden birisi olan siyaset içinde böyledir. Gerçeği daha doğrusu kendi gerçeğini söylemek ya da kendi gerçeğine uygun davranmak her zaman için doğru bir tavır olmayabilir. Çünkü siyasetin hassasiyet düzeyi, iki kişilik basit ilişkilerden toplumun geneli ile karşı karşıya gelinen karmaşık bir ilişkiye sıçradığı için daha yüksektir.

Bilindiği üzere ABD’de hala Demokrat Partinin başkan adaylığı mücadelesi devam ediyor. Her ne kadar Barack Obama’nın adaylığı kesine yakın bir düzeye ulaşsa da, diğer aday olan Hillary Clinton henüz geri adım atmış değil. Üstüne üstlük bu geri adım atmama gerekçeleri arasında, Obama’nın Haziran ayında bir suikasta kurban gitme olasılığını sayması ciddi bir gaftı. Gerçi bu gaf, anlatmaya çalıştığım duruma bir örnek sayılmaz. Bu daha çok komplo teorilerinden kendine bir gerçek örmeye örnek olarak sunulabilir.

Yine benim yukarıda verdiğim örneklerle birebir uyuşmasa da, ABD’de siyasetinin ne kadar hassas dengeler üzerine kurulduğunu gösteren örneği ise Barrack Obama ortaya koymuştu. Obama özellikle ABD’de kırsal kesimde yaşayan ve orta sınıfı oluşturan kalabalıkları tanımlamak için dile getirdiği “ekonomik sıkıntılardan dolayı dine ve silaha sarılan küskün kesim” sözü başına oldukça problem çıkardı. Eleştiriler o düzeye çıktı ki, onu Marksist elitist olmakla bile suçladılar. Ortaya çıkan eleştirilerin bir yönü, inanmanın ekonomik yoksulluğun değil, ruh zenginliğinin eseri olduğu ve kimsenin insanların bu tercihlerini bir sorunun sonucu olarak gösteremeyeceği şeklinde idi. Ama bence en ciddi eleştiri, siyasetçinin, kendisini toplumdan üste gören elitist bir tarza sahip olmaması gerektiği yönündeki eleştiriydi. Obama bu sözünden dolayı birçok kez özür dilemek zorunda kaldı. (Büyük olasılıkla bu özür yanlış bir düşünceye sahip olduğu içinde değildi. Zaten benzer tanımlamalar ABD üniversitelerinin toplum bilimi kürsülerinde sık sık yapılıyordur)

Aynı Obama, kürtaj hakkı konusunda ise bir yandan partisinin genel tercihlerine bağlı kalırken diğer taraftan karşıt görüşlere de saygı duyduğunu gösteren demokrat bir duruş sergiledi. Kürtaj hakkını desteklese de, bu hakka karşı çıkanların da eşit derecede iyi nedenleri olduğunu belirtti.

Bu duruşla, kendi fikirlerini doğru bulduğunu düşünmekle beraber, karşıt fikirlerinde kendi fikirleri kadar gerçek olma olasılığının varlığını kabul etmiş oldu. Bu tip bir saygı ifadesini kendi siyasetçilerimizden ne zaman durabileceğimizi ise oldukça merak ediyorum.

Ülkemizdeki ise bu konuya benzer son örnek, CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın sözüydü. Kendi partisinden birisi ile giriştiği bir diyalogda, hacca gitmek istediğini söyleyen parti üyesine, parasını Araplara kaptırmamasını söyleyen ve bir ihtimal İslam peygamberinin kendisinin geri dönmesi için izin vermeyebileceğini dile getiren Sav, ciddi bir tepki ile karşılaştı.

Bu noktada Önder Sav’ın düşüncelerini tartışmak bence son derece anlamsız. Onunda inanma ya da inanmama hakkı fazlası ile var ve her iki tercihten dolayı da sorgulanamaz. Ancak Önder Sav’ın da makamı gereği, sıradan iki kişi arasında kolaylıkla yapılabilecek bu sohbeti, oldukça gayriciddi bir tarzda ve siyaset ortamında (zannedersem bir parti teşkilatı ziyareti) yapması, siyasetin ve nezaketin hassas yapısıyla son derece uyumsuzdu.

Bu noktada "gerçek" diyebileceğimiz birşeyin olmadığını da söylememiz gerekiyor. Bu konudaki her söylem bir inanca (son tahlilde inanmamakta bir inançtır) tekabül eder ve bahse konu gerçeklik ne inanan ne de inanmayan için ispat edilemez. Bu nedenle bu olay, gerçekleri halkından saklamadan, popülist politikalara sapmadan yapılan dürüst bir siyaset sınıfında değerlendirilemez. Bu olsa olsa, kendi gerçeğini, kendini başkalarından üstün görmenin aracı olarak gören bir zihniyet dünyasının ürünü olabilir. CHP'nin siyaset tarzında da bu durum fazlası ile var.

Önder Sav ya da ben, bir dine, peygamberine ve o dinin gereklerine inanmasak da, eğer siyaset yapıyorsak, bu ülkede inanan ya da inanmayan herkesi mutlu edecek bir yönetim vaat ettiğimiz için siyaset yapıyoruzdur. Son tahlilde hiçbir parti, sırf kendi partililerini ihya edeceğini dile getirerek ya da herkesi kendi düşündükleri gibi düşünmelerini sağlamak üzere iktidar olmak istediğini söyleyerek iktidar olamaz. Kendi partilileri dışında da, geniş bir kesimi, onların hak ve hukukunu koruyarak, daha iyi bir ülke yönetimi sergileyeceğine ikna ederek iktidar olur. Ve iktidar olduğunda da gerçekten bu anlamda her türlü fikre ve inanca sahip olanların iktidarı olmaya çabalar ya da çabalamalı.

Sayın Önder Sav herhalde söylemlerinin iyi bir ikna yöntemi olduğunu düşünüyordur. Ama benim tavsiyem eğer Önder Sav, bu konudaki kendi inandıklarının gerçek olduğunu ispatlamak ya da yaymak istiyorsa siyaseti bıraksın ve bilim dünyasında ya da sivil toplumda yerini alsın. Çünkü bir bilim adamının ya da düşün adamının bu yöndeki fikirlerini ifade etmesine (elbette yine gayrıciddi bir tarzda olmadığı müddetçe) kimsenin itiraz etme hakkı yoktur. Einstein bu konudaki fikirlerine saygı duymaktan veya kibarca itiraz etmekten başka ne yapılabilinir ki. Ya da Aziz Nesin bu toplumun bir aydını olarak, toplumun çoğunluğu için aptal diyebilir ama bir siyasetçi bunu söyleyemez.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..