Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '18

 
Kategori
Kitap
 

Haluk ve Hak Edilmiş Bir Ceza!

Haluk ve Hak Edilmiş Bir Ceza!
 

Bize bol bol ziya kucakla getir;

Düşmek, etrafı görmemektendir.

                                 TEVFİK FİKRET

Sevdiğim şairlerden biri de Tevfik Fikret’tir. Niçin mi?

“Hürriyet ve Vatan Şairi”olarak bilip sevdiğimiz Namık Kemal gibi eğilmeyen bir dik duruşu vardır ya! Aynen O’nun gibi, şiirlerinde yurt ve özgürlük konularını işleyerek yeni bir ses, yeni bir nefes getirir ya! İşte onun için…

Bildiğiniz gibi, Atatürk’ün de en çok sevdiği şairlerdir bunlar. Özellikle Harp Okulunda öğrenciyken, çok etkilenmiştir onlardan.

Ancak bugün, konumuz ne Atatürk, ne Tevfik Fikret, ne Namık Kemal

Bugünkü konumuz Tevfik Fikret’in oğlu Haluk

Çoğumuz, Tevfik Fikret’in, “Haluk’un Defteri” adlı bir şiir kitabı olduğunu biliriz ama Haluk hakkında pek fazla bilgimiz yoktur.

Dr. Behnan Konutgan, “Anadolu’da Hristiyanlık” adlı eserinde, “Osmanlı’nın Son Döneminde İki Önemli Kişi” başlığı altında Haluk Fikret’i de anlatır.

“Niçin?”diye sorulacak olursa, hemen söyleyelim: Çünkü Haluk, Müslüman bir anne-babanın oğlu olmasına karşın, sonradan Hristiyanlığı benimsemiş bir insan…

Diyebilirsiniz ki, “Olsun, ne var bunda? Nasıl ki birçok Hristiyan, Müslüman oluyor ve bunu çok normal karşılıyorsak, bir Müslümanın Hristiyan olmasını da olağan kabul etmek gerekmez mi?”

Elbette doğrusu budur; budur da, gel de sen onu başkalarına anlat!

1893’te İstanbul’da doğup, 1965’te ABD’nin Orlando kentinde ölen Haluk için ne diyor bakalım; dostum Konutgan

“Haluk; şair, yazar, öğretmen ve edebiyatçı kimliğiyle meşhur, hemen hemen herkesin tanıdığı, bildiği Tevfik Fikret’in oğludur. Haluk, Robert Kolej’de okuduğu sırada eline İncil geçer ve okumaya başlar. O’nun Hristiyanlığı kabul etmesi bir günde olmadı; bir anda olmadı. Kişilikleriyle, dürüst yaşamlarıyla O’nu etkileyen insanlar vardı çevresinde.”

Bu son cümle çok önemlidir bence. Aslında babası Tevfik Fikret de o tür bir karakterdir. Neyse, devam edelim biz okumaya:

“Bu insanlardan evde söz ederken babası rahatsız olurdu. Bir keresinde babası, ‘tek Tanrılı İslamiyet’ten çıkıp üç Tanrılı bir dine geçmeni anlamıyorum.” demişti “Ama herkesin kendi tercihidir. Nasıl istersen öyle olsun” düşüncesindeydi. 

“Haluk, Robert Kolej’den ayrılıp İskoçya’da elektrik mühendisliği tahsiline başladığında, Hristiyan bir ailenin yanına yerleştirilir. Sonra Glasgow’dan Amerika’ya geçer; Michigan Üniversitesi’nde eğitimini tamamlar.”

Tevfik Fikret, oğlu Haluk’u yurtdışında gönderirken, “Bize bol bol ziya kucakla getir/Düşmek, etrafı görmemektendir!” diyerek uğurlar. Bildiğimiz gibi “ziya”, ‘ışık, aydınlık’ demektir. Mecazi olarak da “bilgi” anlamındadır. Dolayısıyla şair, bilgisiz toplumların karanlıkta kalmış insanlar gibi düşmeden yürüyemeyeceğini, istenen hedefe ulaşamayacağını anlatıyor..

Haluk’un İskoçya’da öğrenim için seçtiği bölüm elektrik mühendisliği olduğuna göre, şiirde geçen “ziya” yani ‘ışık, aydınlık’ sözü, sözlük anlamına da uygun düşmekte. 

Pekiyi, kazandığı bilgiyi ülkesine getirebilmiş midir Haluk? Bakalım: 

“Haluk, Amerika’da öğrenimini tamamladıktan sonra üniversitelerde profesör olarak çalıştı. Çevresinde namusu ve ahlakı tartışılmaz bir insan olarak sevilip takdir ediliyordu. Türkiye’ye, ülkesine dönüp bir işe girmek istiyordu. Bir iş bulmak için başvurduğu makamlardan olumlu bir cevap alamıyordu. Türkiye’de, Hristiyan olmuş birinin iş bulması, hele hele o dönemde imkânsızdı.” (*)

Farklı düşünüyor diye Sabahattin Ali’yi, Nazım Hikmet’i ve daha onlarca seçkin yurttaşını hapislerde çürüten güçlü iktidarlar, kafası bilgiyle dolu da olsa niçin din değiştirmiş bir insana kucak açsın ki? 

Sonrasını da merak ederseniz, buyurun:

“Haluk daha sonra bir teoloji okuluna devam etti ve okul eğitimini tamamladıktan sonra, kiliselerde rahip olarak ölene kadar çalıştı. Haluk, Türkiye’ye dönme umudunu diri tutmaya çalışırken, Türkiye’nin en tirajlı gazetesi Hürriyet, kilisede vaaz verirken çekilmiş, rahip giysili bir resmini yayımlar. Âni bir kararla Hristiyanlığı seçtiğini, papaz olduğunu kocaman harflerle yazar.” (23 Haziran 1963) 

Ne büyük bir Hizmet, ne büyük bir hizmet!.. 

Bununla da yetinmeyen Hürriyet gazetesi, “Oldu olacak, kırıldı nacak” deyip bu büyük hizmeti taçlandırır. Nasıl mı?

Gazete o haberinde, Haluk’un bulunduğu yeri ve açık adresini de yazar. Bu haberden sonra, Türkiye’den binlerce mektup ve telgraf yağar Haluk’a.

İçeriği nedir mi derseniz, bu mektup ve telgrafların?

Ne olabilir sizce?

Sözgelişi, şu tür mektuplar olabilir mi?

        “Zulmün topu var, güllesi var, kal’ası varsa, 

        Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır. 

        Göz yumma güneşten, ne kadar nûru kararsa 

        Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır.

 

        Hak yoludur, millet yoludur tuttuğumuz yol

        Ey hak yaşa, ey sevgili millet yaşa, var ol!

 

              Gibi güzel şiirler yazan değerli şairimiz Tevfik Fikret’in sevgili oğlu Haluk Bey;

Onca yıldır yurtdışında yaşadın. Yeter artık; doğup büyüdüğün ülkene dön. Biraz da bizim halkımız yararlansın bilgilerinden. Biraz da kendi milletine hizmet et. Borcunu öde.

Dört gözle bekliyoruz seni ana yurduna, sevgili Haluk Fikret. Hangi dine, hangi mezhebe inanırsan inan, o bizi ilgilendirmez. Çünkü lâik bir devlettir; Türkiye Cumhuriyeti. Ve bu devletin halkı, insanları dini inancına göre değil, bilgisine, çalışmasına, dürüstlüğüne, kul hakkı yiyip yemediğine, hak ve adaletten ayrılıp ayrılmadığına göre değerlendirir.”

Ne dersiniz? Gönderilen pek çok mektup ve telgraf buna benzer ifadeler mi taşıyordu acaba?

1963Haziran’ında Dicle Öğretmen Okulu’nda öğretmendim. Bu haberi okudum ama Haluk Bey’e mektup yazmak, aklımın köşesinden bile geçmedi. (Ne kadar duyarsız bir yurttaş, ne kadar ilgisiz bir öğretmenmişim ben, değil mi?)

Yazacak olsam, neler mi derdim? Herhalde, biraz önceki mektuba benzer bir şeyler...

Pekiyi, siz yazsaydınız, ne derdiniz?

Siz düşünedurun, kitap ne diyor; ona bakalım biz yine:

“Bu haberden sonra Türkiye’den Haluk’a haber yağdı: “Türkiye’ye adım atarsan, seni tükürükle boğacağız, hatta seni linç edeceğiz.” (*) 

Tahmin edemezdiniz, böyle bir sonucu; değil mi?

Nedir, Haluk Fikret’in suçu? 

Vatanımızı mı sattı? 

Hazinemizi mi soydu? 

Milletimize mi küfür etti?

Sözü, Dr. Behnan Konutgan’a bırakıyorum:

Haluk Fikret, Hristiyan olmasına rağmen Türkiye’ye ve Türklüğe toz kondurmazdı. Düzgün bir insan ve inancının gereği olarak kendini herkese kabul ettirmişti. Babasının adını kirletecek en ufak bir davranışı olmadı. Doğduğu ülkeyi her fırsatta yüceltti. Daima Türk kökenli olarak bilindi ve bundan da gurur duydu.”

Dr. Abdullah Cevdetde (1869-1932) ünlü İçtihat dergisinde: 

Haluk, Amerika ve İngiltere’de bir iyi niyet elçisi gibi, Türkiye’nin lehine konferanslar vermiş, yaygın Türk düşmanlığını çürütmek için konuşmalar yapmış ve bütün dünyanın er geç Ankara Hükümeti’ni tanımak zorunda olduğunu savunmuştur.”(*) diye yazmış ki, bu Haluk denen “dönek gâvur” en büyük cezayı hak etmemiş mi? 

Ne işi var ülkemizde, böyle bir adamın?

                          

Hüseyin Erkan

-----------------------------------------------------------------------------------------

(*) Anadolu’da Hristiyanlık, Dr. Behnan Konutgan (YAY Yayınevi, Yeni Anadolu Yayıncılık,      İstanbul 2017)  yaybilgi@gmail.com

 

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..