Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mart '13

 
Kategori
Öykü
 

Hamido

Hamido
 

Diger seneler gibi çokça gün, hafta ve aydan oluşan 1983; ellerimi baglayıp, kulagımı çekiştirerek sürgün-asker olarak, süklüm püklüm sürükleyip götüren yıldır. Ne kadar da sıkıntılı, anlatılamayacak zorluklarla, yüregimin yandıgı, üzerine kalın çizgilerle kahırlanarak kalem çektigim, yaşanmamış uzun mu uzun, meşum bir zaman dilimiydi. Agalar, beyler ve de tosun paşacıklar; bu süre yaşanmamış olacak dediler, biz de o genç ve çiçegi burnunda, bir saniyesini dahi geri getiremiyecegimiz zamanı hayıflanarak yaşamadık. Anlatacaklarıma, nostalji babında, köy odalarında yapılan klasik askeri anılar temalı sohbetlerin bir versiyonu denemez. Yani “ortada çok iyi bir subay olan Çankırı’lı bir yüzbaşı yok. Sizden iyi olmasın elbette. Elin subayı kim, siz kim. Mukayese bile edilemez. Ama, evet subaydı ama iyi bir insandı da demeyecegim. Beni de çok sever miydi, sevmez miydi, işte orasını bilemiyorum” türünden anlatımlar olmayacak naçizane aktarımım. “Ocak“ olarak da adlandırılan bu mekanda edindigim, hiç unutamadıgım bir dostluga, Mardin’li Hamit ile olan arkadaşlıgıma deginecegim.

Ben kendisine Hamido diyordum. Malum boyumun kısalıgını dillerine pelesenk eden arkadaşlarım; hassasiyetim üzerinde büyük bir etki ve aşagılık kompleksinin oluşmasına neden olmuş olacaklar ki, askerligim boyunca Hamido ile olan (büyük haz aldıgım), güzel dostlugum; bana büyük bir moral ve özgüven duygusu verirdi. Öyle ya benim de, bu insan hayatının mücadelelerle geçtigi dünyada, kendisine kuş bakışı olmazsa da, birazcık olsun tepeden baktıgım birileri vardı, kıyıcıgımda.

Hamido’nun benden dahi kısa ve çelimsiz görünümüne bakmayın. Pike dalışlı, birbirine yakın çatık kaşlarının arasından, tüylü çagla yeşiline çalan gözlerinden süzülen kartal bakışları ile Hamido, aynı zamanda çok iyi bir “dengbej”di. Nasırlı küçük ellerini nöbetleşerek saglı ve sollu olarak kulaklarına götürmeye görsün. Yürek yakan tiz sesi ile sizi aldıgı gibi, başı her dem bulutlarda şeref misafirliginde olan ulaşılmaz, karlı-sarp daglarda, geniş ovalarda, zümrüt yeşili bin bir çeşit bitki ile bezeli, nazlı bir çagıldamanın eşliginde, yılan kıvrımlı dere boylarında akan billur sularda, kınalı kekliklerin yuva yaptıkları kuytuluklarda, silah zoruyla terk ettirilmiş, yakılmış, viran, boynu bükük ıssız-kimsesiz mezralarda saatler boyu dolaştırır sizleri. Sonrasında bu yürekleri daglayan ses, elinizden inatla sımsıkı tutmaya devam eder. Göz açıp kapayıncaya dek, kendinizi  uzaklara ışınlanmış bulursunuz. Metropollerin varoşlarına, zorla göç ettirilenlerin gariplik diyarlarına, yani utanç veren yoksulluga, tek odada onlarca insanın kaldıgı gecekondu evlerine, yalın ayak, yırtık pırtık elbise ve ayakkabılı, Türkçe ile Kürtçe lisanları ve kültürleri arasında gel gitler yaşayan, ama gözleri ışıldamaya devam eden çocuklar ile el ele tutuşmuş bulursunuz kendinizi. Özlerinde olmadıgı halde, koşulların acımasız dayatması ile her an, suçlu insan olmaya aday insanlara  tanık olur, bir şeyler yapamamanın çaresizliginin nahoş, acımtırak tadını tadarsınız. Isınmak nedir bilmeyen, masum çocukların kor alevli yüreklerine dokunur, yanık ellerinizin ürpertisi ile kendinize gelsenizde, başınız dönmeye devam eder. Bugulanmaya yüz tutan gözlerinizin önünden hızla akıp giden, yoksullugun, kimsesizligin, horlanmışlıgın, öteki ve Anadolu‘nun zencisi olmanın film kareleri, duygu yüklü yüreginizde kızgın demirler gibi izler bırakır. “Sıtranlarında - türkülerinde” anlatılanlar sizi, kanatlandırır, alıp götürür. Güçlükle yarı baygın kendinize geldiginizde, gözleriniz yaşlı, dinlediginiz sıtrandan anladıgınız kadarı ile, olup bitenden dolayı, büyük bir mahcubiyetle, bir beşer olarak suçluluk duygusuna kapılmış, insanlıgınızdan oldukça utanıyor bulursunuz kendinizi. Akabinde yaşadıgınız gezegen için, insanlık adına bir şeyler yapmak isteyen bir ugraşıya, hiç vakit kaybetmeksizin, hemen o anda atlamak ister, bunu yapmak için ne denli geç kaldıgınızı fark edersiniz.

Hamido’ya her konuda güvenebilirsiniz. Kendisi, ben misali küçükçe bir adam olsa da; insanlık, duygu, paylaşım ve güzellik dolu yüregi devasa büyüklükteydi.  Dengbejlikte görsellik için kullandıgı kısa parmaklı nasırlı elleri, etrafındaki bütün insanların en hafif bir tökezlemesinde Hızır A.S.’ın uzattıgı ellerdi. Zor anınızda, kim olursanız olun, O ne yapar eder, bir kuş misali çırpınır, çözümsüzlügünüze çare oluncaya dek, rahat etmezdi. Agzına götürdügü son lokmasını, gözleri size iliştiginde, anında size uzatırdı. Saygıda kusur etmez, dünyaya gülen gözlerle bakardı. Anlatacak bir hikayesi her zaman vardı. Bu insani güzelligi, dogallıgından mıydı, acaba. Okuma ve yazması dahi yoktu. Ama dünyaya baktıgı pencere oldukça genişti. Mardin ve belki de askerlik yaptıgı Siirt şehrinden başka bir yeri görmemişti. Ne iki harfi yan yana getirip, okuyabilmiş, ne de yazabilmişti. Şehre indigi zaman , yakın bir akrabasının evini bulmak için sokak adlarını okuyamıyordu. Karşı cinsten birinin, köyünde kıyıda köşede, çift kurnalı pınar sularının aktıgı köy çeşmesinin başında, degil elini tuttugu, gözlerinin içine bir saniyelik de olsa bakamamıştı. Gönlüne söz geçiremeyip, duygu yüklü yüregini birilerine kaptırmış mıydı? Bütün ısrarlarına ragmen, yalvar yakar olsan da hiç bir şey anlatmaz, bütün ketumlugu ile bu gibi konularda hicap ederdi. Aganın kızı olmazsa da, belki köyde komşuları Osso’nun kızına, anne ve babası boyunlarını büküp, talip olabilirlerdi. Sonuç ne olurdu bilinmez. Sülün boylu, bir Kürt Alain Delon‘u oldugu söylenemezdi. Lakin, varsın olsundu. Kim bilir O’nun da pamuk yüregini fark edenler de olabilirdi. Hamido’nun paha biçilmez insanlıgı da, bazılarının gözünde para edebilirdi.

Dostlukları uzun süreli, karşılıklı olarak hissedilen bu muhteşem güven duygusunu ve  manevi  oluşumu,  aynı güzellikte korumak için de, büyük özveri ve efor gerekiyor. Günümüzde dostlukların kolay kazanılmadıgı bilinen bir gerçektir. Bu güç edinilen kazanımın, bir de yıllar yılı izini bulup da, kaybettiysen, aradan yüz yıl da geçse, insan bir yanının buruk eksikligini sık sık hisseder oluyor. Duyulan yetersizlik  durmaksızın dürtüp, rahatsızlık veriyor. Güzel insanların yitip gitmesi, insanın yüregini alabildigine burkuyor. Hamido’yu, sesinin güzelligini, saf ve temiz yüregini, şefkat dolu çagla yeşili bakışlarını, nasırlı ellerini özenle kulaklarına götürüşünü ve zaman zaman yardım için o el uzatışını özlüyorum. Hamido’yu gördünüz mü? Kendisini gören, bilen, tanıyan var mı? Acaba Hamido şimdi nerelerdedir, ne yapıyor, kimlerledir, iyi midir, bilemiyorum. Umarım sag ve salimdir. Kendi dogallıgında mutlu ve umutludur. Kuşlardan ricam, Hamido’ya olan bin selamımı kanatlarına yükleyip, götürmeleridir.

Amsterdam, 13 Şubat 2013

 
Toplam blog
: 102
: 447
Kayıt tarihi
: 17.12.10
 
 

Sevgili okuyucular; oluşturmaya çalıştığım bu blog vasıtası ile boş zamanlarımı değerlendirip, ço..