Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '12

 
Kategori
Sinema
 

Hangi Al Pacino ?

Hangi Al Pacino ?
 

AL PACINO


Bazılarına göre yaşayan en büyük aktör. En büyük tutkusu Shakespeare olan bir oyuncunun  Baba’daki Michael Corleone veya Yaralı  Yüz’deki Tony Montana gibi şiddet dolu karakterler ile anılması ancak “kaderinin bir oyunu” olabilir. Tüm ününe rağmen kimse onun kim olduğundan tam emin değil. Medyatik olmak yerine gölgede kalmak, kendi pusulasına göre seçtiği roller onun yaşam şekli. Oynayacağı karakterler ne kadar karmaşık olursa, o kadar mutlu gözüken bir oyuncu. Tüm seçimleri onu değişmeyecek anonim bir hafızaya yerleştiriyor.  Sinema seyircisinin “ o filmdeki Pacino değil miydi ?” şeklinde oynamadığı filmlerde bile onu anımsamaya çalışması, onun yarattığı etkileyiciliğin ve anonim kalmanın bir uzantısı oluyor. Sinemada veya sahnede yarattığı karakterler ile anımsanmak, ortalarda fazla gözükmemek örneğin jüri üyesi gibi olmak gibi teklifleri kabul etmemek isminin etrafında akan zamanı durduruyor. Oralarda kaybedecek zamanı yok, hep oynuyor. Sahne tozuna aşık Pacino, ileri yaşına rağmen tiyatro oynama sevgisini hiçbir zaman yitirmedi. En son 2010’dan bu yana  New York Broadhorst Tiyatrosu’ sahnesinde “Venedik Taciri” nde oynuyor. Beyazperde de canlandırdığı Yahudi tüccar Shylock rolünü bir kez de sahnede canlandırıyor. Tiyatro kariyeri başlı başına yazı konusu olabilir. Shakespeare, Brecht, Mamet, O’Neill, Wilde, Horovitz, Williams  gibi tiyatronun dev yazarlarının oyunlarında rol alıyor.  Senaryo seçimlerinde her zaman cesur davrandı. Kendisini etiketlemeyecek rollerin dışında seçimler yapmaya çalıştı. Kesin olan sıra dışı, sistem karşıtı karakterleri kendisine her zaman daha yakın hissetti.

Sicilya kökenli bir ailenin tek çocuğu olarak Harlem’de doğdu. İki yaşındayken annesi ve babası boşanınca, annesi ile Bronx’a taşınır. Kırklı, ellili yıllarda mutsuz, şiddet eğilimli çocuklar ile arkadaşlık yapar. Mutsuzluk ve tehlikeli işler çevresindeki gençlerin yaşam tarzıydı. En iyi arkadaşı Cliff bir keresinde belediye otobüsü çalar ve Pacino’yu gezdirmek için evine gelir. Cliff on altı yaşında aşırı dozdan ölü bulunur. Lisedeki öğretmenlerinin cesaretlendirmesi ile Manhattan Sahne Sanatları okuluna yazılır. Annesi hastalanınca ona yardımcı olabilmek için hamallık, postacılık, sinemalarda yer göstericiliği gibi işlerde çalışmaya başlar. Sonunda devamsızlıktan okuldan atılır. Dustin Hoffman ile aynı dönemde Lee Stresberg’in kurduğu Actors Studio’a kabul edilir. Buradaki eğitim artık tüm gününü almaya başlar ve oyunculuktan başka bir işle uğraşmaz.

İLK OYUNCULUK YILLARI

Daha tiyatro kariyerinin ilk yılları olan 1969 da   “Does the Tiger Waer a Necktie?” oyununda canlandırdığı uyuşturucu bağımlısı genç rolü ile tiyatronun Oscar’ı olan Tony ödülünü kazandı. İlk filmlerinde bu oyundakine benzer karakterleri canlandırdı.

Al Pacino’nun altmışlı yıllarda tiyatro aktörü iken ancak yakışıklı veya girişken aktörlerin yüzüne gülebilecek bir şans ile 1967 de “Me, Natalie-Ben, Natalie” küçük bir yan rol ,  1971 de “Panic in the Needle Park-Needle Park’ta Panik” de baş rol alması tüm yaşamını değiştirdi. Bir uyuşturucu bağımlısını oynadığı “Does the Tiger wear Necktie? Kaplan Kravat Takar mı ?” Tony ödülü kazanmış bir tiyatro oyuncusu olmanın avantajını, ilk filmlerinde benzer karakterlerdeki performanslarında iyi kullanır. Sıradan yüzü, kısa boyu, derin bakan bakışları ile sokaktaki gençliğin sorunlu karakterlerine iyi uyum sağlar. Efsanevi oyuncu eğitmeni Lee Strasberg’in yönettiği “Actors Studio” da yetişmiş olmasının metod oyunculuğundaki başarısının temelini oluşturduğunu her zaman dile getirdi Pacino. 1972 de Coppola’nın tüm zamanların en başarılı mafya filmi “Godfather”da Michael Corleone’yi yani Baba’nın askerden yeni dönmüş küçük oğlunu oynar. Coppola’nın ısrarı ile Robert Redford, Warren Beaty, Jack Nicholson gibi oyuncularar verilmek istenen rol Pacino’ya gider.  Corleone rolü onun oyunculuk yaşamını tamamen değiştirir. Kariyeri boyunca sert, karanlık ve kırılgan bu karakterin gölgesinden kurtulamaz. Onun bu karaktere verdiği acımasızlık ve duygusallık arasında gelip giden yorum, gelecekte çevireceği filmlerde de seyircinin ondan görmeyi arzuladığı bir karakter yansımasına dönüşür. İlk bölümde işlerin başına geçmeye hazırlanan deneyimsiz , hata yapmaktan çekinen genç Carleone gittikçe sertleşir.  1974’de ikinci" Baba" filminde daha öne çıkan, artık işlerin başına geçen katı, duygusallığını dizginleyebilen Corleone’ye dönüşür. Her iki filmde önce Brando arkasından Robert De Niro en iyi oyuncu Oscarlarını kazanırlar. Ortada olan bir gerçek vardır ki her iki filmdeki performansı ile Pacino en azından onlar kadar bir Oscar’ı hak etmiş olduğudur. Her iki film Pacino'yu star mertebesine çıkarır.  

Pacino sonraki yıllarda Baba filminin gölgesinden kaçarcasına, farklı temalardaki filmlerde rol aldı. Önce “Scarecrow Korkuluk” da kaybeden fakat asil ruhlu bir sokak kahramanını, sonra Sidney Lumet’in yönettiği “Serpico” da emniyet teşkilatını içten kemiren çürümüşlüğe karşı direnen entelektüel bir detektifi oynadı. Yine Lumet’in en başarılı filmlerinden “Dog Day Afternoon-Köpeklerin Günü” da erkek sevgilisine cinsiyet değiştirme ameliyatı yaptırabilmek için banka soyan Sonny karakteri onu bir kez daha gündeme taşıdı. O sıralarda alkol bağımlılığı günlerini yaşayan Pacino, rolü sisli bir bilinç ile oynadığını, bunun da karakterin değişken yapısını etkilediğini söyler. Vietnam savaşına karşıt rüzgarların estiği bir dönemde soyguncuların direnişini sisteme eleştiri olarak ele alan film, Pacino ve soygun ortağını oynayan John Casale’ın oyunculuklarına fazlasıyla yaslanır.  Pacino ne kadar dışa vurumcu ise Casale bir o kadar sessiz ve minimal oynar. Her iki performansı da Pacino’ya 1974 ve 76 Oscar adaylığı getirir. “Bobby Deerfield“ de sevgilisi kanser olan bir otomobil yarışçısının ikilemlerini yansıttı. Hepsinde karakterlerin ruhunu yakalayan, derin ve hüzünlü bakışları ile seyirciyi etkileyen oyunculuklar oldu.

SEKSENLİ YILLAR

Seksenli yıllar onun için çok iyi başlamadı. Önce 1979’ da “And Justice For All-Ve Herkes İçin Adalet” da adalet ve vicdan ikileminde sıkışan avukat Arthur Kirkland karakterini, 1980’de “Devriye-Cruising” de kurbanlarını homoseksüellerden seçen bir seri katili araştıran detektif Steve Burns’ü oynadı. Standart oyunculuğun ötesinde talebi olmayan zayıf senaryoların biçimlendirdiği iki film oldu. Yine de avukat Kirkland performansı onu bir kez daha Oscar adayı yaptı. Ve 1983’de onunla en fazla anılan rollerden olan Tony Montana geldi. “Scarface-Yaralı Yüz” ilk gösterime girdiğinde çok sevilmedi. Brian De Palma sert ve gerçekçi anlatımı ile şiddeti aşırı dozda vermişti. Seyirci filmi itici buldu. Montana karakterinde Pacino aşırı abartılı bulundu. Film zamanla kült mertebesine ulaştı. DVD satışları ve tekrar gösterimleri ile Montana karakteri de kült bir figüre dönüştü. Pacino “Yaralı Yüz” deki şiddet için “Shakespeare’de daha fazla şiddet gizli” derSeksenlerde çevirdiği filmler arasında “Sea of Love-Aşk Denizi” katil polis kovalaması anlatırken Pacino'nun yorumu başarılı bulundu. Karşısında oynayan Ellen Berkin ile tutan kimyası özelliksiz bir öyküyü başarılı bir filme dönüştürdü. “Revolution” ise tam bir yenilgi oldu.Hikayenin sarkması, Pacino'nun ruhsuz oyunculuğu kariyerinin en sıradan işlerinden birisini ortaya çıkarır. Seksenli yılların büyük bölümü sıradan senaryoların çok talepkar olamayan oyunculukları ile Pacino için vasat geçer. 

 

DEVAM EDECEK

 

 
Toplam blog
: 223
: 1093
Kayıt tarihi
: 12.01.11
 
 

İzmir’de doğdu. Viyana Tıp fakültesini bitirip doktor ünvanını aldıktan sonra Genel Cerrahi ihtis..