Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Haziran '08

 
Kategori
Siyaset
 

Hangi liberal icat etti bu laikliği?

Hangi liberal icat etti bu laikliği?
 

Kavramlar, hayatı algıladığımız noktada, zihnimizde ürettiğimiz soyut cisimlerdir. Kavramlar zamanla kişilerle buluştukça sıfatlaşır. Sıfatlar, yaygın kullanımı ile kişiye yapışması neticesinde etikete dönüşür.

Kavramlar akışkandır. Hayatın günlük akışında, bir yandan aşınırken, bir yandan kendisini yeniden inşa eder. Kişilerle özdeşleşen sıfatlarda öyle. Oysa etiket son derece durağandır. İlk kullanımı anlamlı olabilecek bir etiket zamanla gerçekliğini kaybeder.

Liberal kavramı ve ondan üretilen “liboş” etiketinin durumu içinde bu geçerli. 1980’lerden sonra Özal’ın Türkiye’yi serbest piyasa ekonomisine açtığı dönemde, özellikle sol camiadan kopan ve yeni gelişen sermaye sınıfı ile sıkı bir ilişki kuranlar için üretilen etiket, argo sözlüğünde hala ağırlığını koruyor.

Ancak kullanılan etiketin, onun üretildiği kavramla ilişkisi zaten oldukça zayıftı ve giderek bu zayıf bağda ortadan kayboldu. Günümüzde liberalizm kavramının anlamını kavrayabilmek için onun geçmişten bu yana sahip olduğu damarı ve yaşadığı aşamaları görmek gerekir. Liberalizmin bu aşamalardan sonra geldiği fikri düzeyi algıladıktan sonra, beni etkileyen noktalarını daha rahat ve büyük olasılıkla başka bir yazıda anlatabilirim.

Hiç tartışma yaratmayacak şekilde Liberalizm burjuva sınıfına ait bir düşünce akımıdır. Kapitalizmin en çok kullandığı, en yaygın sistemlerden birisi liberalizm olmuştur. Ancak liberalizm kapitalizmin tek işleyiş şekli değildir. Totaliter sistemler (faşizm, nazizim), otoriter sistemler (devlet kapitalizmi)ve sosyal sistemlerde (sosyal demokrasi uygulamaları-1960’ların sosyal devlet anlayışları) kapitalizmin diğer uygulama şekilleridir.

Liberalizm, sanıldığının aksine yalnızca ekonomiye ait bir kavram değildir. Kapitalizmin diğer uygulama biçimleri arasında, idari organizasyona ve toplum yaşamına dair farklı önerileri olan siyasal bir kavramdır. Diğer tüm sistemlerde, totaliter rejimlerde, otoriter rejimlerde, sosyal devlet yapılandırmalarında ve kapitalizm dışı en dikkat çekici yönetim şekli olan sosyalizmde (her ne kadar sosyalizm nihayetinde devletsiz bir toplumda öngörse de, yaşanılan örnekler o yöne doğru gelişmemiştir) devletin varlığı, ağırlık dereceleri farklı olsa da fazlası ile hissedilir.

Bu nedenle liberalizm iki eksende incelemek mantıklı olur; Siyasal liberalizm, Ekonomik liberalizm. Zaten ne gariptir ki, liberalizmin bu iki ekseni arasında da ciddi anlam kaymaları yaşanmış ve zaman zaman farklı kamplarda yer aldıkları olmuştur.

Siyasal liberalizm yaşadığımız toplumsal düzeneğin yaratıcısı olarak kabul etmekte mümkündür. Örneğin anayasa, meclis, güçler ayrılığı ve laiklik uygulamalarının kökeninde liberalizm vardır.

Siyasal liberalizme rengini veren şey, burjuvazinin sanayi devrimi ile birlikte, yönetimde söz sahibi olabilmek adına monarşi (kral) ve teokrasi (kilise) ile mücadele etmesi olmuştur. Burjuvazi para sahibi oldukça, mülkiyet gücünü artırdıkça, ülke yönetimlerinde söz sahibi olmak istemesi sonucunda bunun araçlarını yaratmaya başladı. Laiklik kiliseyi devre dışı bırakmanın, meclis sistemi yani millet iradesi kavramı ise kralı yönetimden dışlamanın araçlarıydı. Tüm bunlarda toplumsal sözleşme, nam-ı diğer anayasa ile karara bağlandı. Bu sürecin sonunda gelişen ulus devletlerde yine burjuvazinin merkezi pazarlar oluşturarak sermaye birikimine hizmet eden birimlerdi. Krala ve papaya karşı mücadele etmek için milliyetçilik oldukça iyi bir malzemeydi. (Örneğin bu nokta siyasi liberalizmle ekonomik liberalizmin ayrıştığı noktalardan birisi olmuştur)

Bugün sol siyasi kimliği sahiplenen ve bu kimlik adına laikliği, meclisleri ve ulus devletleri savunan kişilerin sırf bu neden için bile liberalizme teşekkür etmeleri gerekir. Çünkü insanlığın bu gelişme aşamasında (elbette maddi koşullar oluşmadığı için) sol ve sosyalizm kavramları ne bugünkü anlamlarına sahipti ne de toplumsal ağırlıklarına.

Her ideolojinin yükseliş ve altın çağında ona koşut gelişen dinamikleri vardır. Zamanla o dinamiklerini yitirdiklerinde ideolojiler, zamanın ileri taşıyan aktörü olmaktan çıkar. daha çok gerici bir nitelik taşımaya başlar. Bu noktada burjuvazi ve onun ideolojisine, kendi dönemlerinde ilerici kılan unsur, topluma krala ve kiliseye karşı özgürlük vaat eden liberal anlayışları olmuştur.

Elbette tüm kavramlar gibi, liberalizmde zaman ve gelişen süreç içinde farklı konumlara kaydı. Sanayi devriminin modern işçi sınıfını ortaya çıkardığı andan itibaren, liberalizmin özgürlük önerileri ciddi eleştiri altına alındı ve önerilen özgürlüğün herkese eşit koşulları sağlamadığı tezi üzerinden sosyalizm fikrinin temelleri atılmaya başlandı. Giderek kitleselleşen bir sınıfın örgütlenmesi ve talepleri için mücadele etmesi, kapitalizmi dolayısı ile liberalizmi oldukça sıkıntıya soktu.

Gelişen ulus devlet süreçleri ve peşinden gelen emperyalizm çağı, kapitalizmi liberalizm dışında yönetim biçimlerine zorladı. Özellikle emperyalizm süreçlerinde, ülkeler tarafından, iç yönetim tercihlerinde koruyucu kollayıcı politikalar, dış politikada ise saldırgan, yayılmacı politikalar, dolayısı ile ciddi devlet organizasyonları ve müdahaleleri ön plana alındı. Bu politikaların kaçınılmaz sonucu olarak sömürgelerden pay alma mücadelesi, yoğun bir silahlanma sürecini ve bu sürece yatkın devlet biçimlerinin üzerinden dünya savaşlarını getirdi. Bu süreçler, ne ülke içi yönetimleri açısından, ne de ülkeler arası ticari ilişkileri açısından liberal anlayışların geçerli olduğu yıllar değildi.

İkinci dünya savaşından sonra ise gerek sosyalizmin geniş kitlelere umut veren çıkışına, gerekse de yaşanan büyük ekonomik çalkantılara önlem olarak bu kez sosyal devlet anlayışlarına dönüldü. Devlet bu dönemde militer baskı araçlarından arındırılmaya çalışılsa da, modernizmin tek doğrusunu ve tek biçimini hayata geçirecek şekilde biçimleniyordu. Devlet toplumu ve bireyi, aklın gereği olduğunu iddia ettiği yaşam biçimine yönlendiriyordu.

Aslen bu dönemi, kapitalist ülkelerdeki sol anlayışlarının, Marksist sol anlayışlarından tam kopuşu yaşadığı yıllar olarak görmekte mümkün. II. Enternasyonaldeki ayrışma ve çöküş, kapitalist ülkelerdeki sol anlayışları, kapitalizmin büyük krizini bekleyip, işçileri devrim gününe hazır etme anlayışından çıkarıp, kapitalizme sosyal bir bakış açısı ile yaklaşma anlayışına yöneltmişti. Bunda sosyalizmin bir sınıfın diğer sınıf üzerinde tahakkümüne son verme konusunda, burjuva sınıfını devreden çıkarma noktasında başarılı olmasına karşın, onun yerine bürokratik sınıfı ikame ederek tahakküme son verememesi de oldukça etkili olmuştu.

Bu süreçten itibaren, solun temel değer yargıları arasına demokrasi ve özgürlükte yerleşmeye başladı. Bu noktada siyasal liberalizm ile sol arasında ciddi bir yakınlaşma oluşmaya başladı ve liberal demokrasi kavramı giderek solunda temel kabulleri arasına girdi.

Tüm bu hikâyenin kapitalizmi en derinde yaşayan, gelişme eşiğini diğer ülkeleri sömürerek aşmış ülkeler için geçerli olduğunu iddia edebilir ki, bu yanlış bir değerlendirme sayılmaz. Ne de olsa kendi bünyesinde giderek bir yanıyla liberalleşen diğer yanıyla sosyalleşen ülkeler, sömürdükleri ülkelerde en ufak bir demokrasi ve özgürlük gelişimine müsaade etmiyorlardı.

Ancak 1980’li yılardan sonra süreçte, dünyanın tüm tarafları için koşullar, nerdeyse sanayi devrimi etkisi düzeyinde değişmeye başladı. İsterseniz bir sonraki yazıda devam edelim.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..