Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '12

 
Kategori
Deneme
 

Hangi sevap daha ağırdır?

Hangi sevap daha ağırdır?
 

özel albüm-düzenleme


Çevremizde olan insanların davranışlarına arada bir bakın. Olabildiğince tarafsız bir şekilde izleyin ne yaptıklarını. İster kahvehaneye gidenleri, ister meyhaneye gidenleri ve isterseniz camiye gidenleri izleyin, fark etmez…

İzleyin bir süre… Beni bu düşünceye sevk eden yaşadığım bir olay oldu.

Bir gün yeni yapılmakta olan bir caminin yanında dururken bir Tır dolusu demir geldi. İşçileri de üzerinde… Kimseyi aramadan Tır kamyonunu boşalttılar. Yanlarına yaklaştım… “Kim gönderdi” dedim, cevap vermediler ve çekip gittiler.

İş başa düştü. Kimdi bu insan?

Ne yapmak istiyordu? Fazla düşünmeye gerek yok. Halkın dini ihtiyacını karşılayacak olan cami inşaatına Allah rızası için yardım eden, öbür dünya  hesabına sevap yazılmasına çalışan birisi olduğu kesin.

Ama, kim olduğu benim için çok önemliydi.

Hayattan öğreneceklerimiz var, benim daha çok var. O nedenle merak ettim.

Fazla uzun sürmedi, öğrendim göndereni.

Hem gizli yapıyor, hem ayan beyan olsun istiyor.

Küçük tüyolar veriyor etrafınki kişilere, onlar da, ballandıra balladıra şahitlik ediyorlar bu hayır hasenata..

Hem Allah’ı kandırıyor, hem de kullarını kandırıyor aklı sıra.

İlginç bir tipleme benim için.

Derinlemesine araştırıyorum. Sevap kazanmak için bu hareketi yapan insan, işyerinde İslamiyet’in bir çok kuralını  ihlal ediyordu, ihmal ediyordu.

Hem çalıştırdıkları bakımından, hem sattıkları bakımından, hem de kullandığı metalar bakımından baştan aşağı günaha batmıştı. Ama camiye yarı açık, yarı kapalı Tır’la demir gönderiyordu!.

Yetiştirdiği çocukları, milleti gammazlamakla meşgul, münafık yaratıklardı.

Bu işin sevap hanesine yazılıp yazılmadığına bakmak için açıkçası düşünmeye başladım.

Öyle ya! Kamyon kamyon günah işleyen, işlettiren, onlara engel olmayan Tır’la camiye demir gönderiyordu.

Hangi sevap daha ağır, hangi günah daha berbattı?

Akşam evimde, şuur altıma kazınmış bu düşünce ile notlarımı karıştırırken, muhteşem bir örneğe rast geldim.

Arayan Mevla’sını da bulur belasını da” derler ya,!... Mevla’m çok güzel bir örnek çıkardı karşıma.

Büyük Osmanlı padişahı Kanuni Sultan SÜLEYMAN, Süleymaniye camisini yaparken, o eserin yalnız kendi defterine kaydolmasını arzu ediyor ve Rabbi’ne böyle bir armağan takdim etmek istiyordu. Onun için, ustalara sıkı sıkıya tembih ediyor ve "Kimseden yardım kabul etmeyin" diyordu.

Cami duvarları her gün yüksele dursun, karşıdan bu camii mahzun mahzun seyreden bir nine vardı. İnekleriyle baş başa, onların sütüyle geçinen bu yaşlı kadın, inkisar içinde kendi kendine, "Ey Allah’ım, Kanunî’ye servet verdin, malk-mülk verdin, Senin uğrunda bir cami yaptırıyor. Bu fakir kuluna bir şey vermedin; ne yapayım da, ben de Senin rızanı kazanayım. Benim elimden böyle işler gelmez. Elimden gelen, ustalara bir tas yoğurt ikram etmektir." der ve ustalara müracaat eder.

Yaşlı ninenin ısrarına dayanamayan ustalar, yoğurdu alıp yerler.

Büyük hükümdar, o gece rüyada, yaptığı işin mizanda tartıldığını görür. Terazinin bir kefesine Süleymaniye Camii, diğerine ise bir tas yoğurt konulmuş ve yoğurt, camiden ağır basmıştı.

Sabah olur; Kanunî, ayakları titreye titreye ustaların yanına gelir: "Ne yaptınız, kimden ne aldınız?" diye sorar. "Yaşlı bir nine geldi; çok ısrar etti; yalvarıp yakarmalarına dayanamadık ve bir tas yoğurt aldık." derler.

İşte, Süleymaniye’ye ağır basan yaşlı kadının o bir tas yoğurdudur.

Osmanlı Padişahlarının İslamiyeti yaşama, ona gönülden bağlı olma ve dolayısıyla Allaha kul olma konusunda ne kadar hassas olduklarını bilmeyen yok. Onlar, ayni zamanda çok engin bir dini terbiye almış alim insanlardı.

Hatta evliya oldukları konusunda çeşitli rivayetler vardır.

Öyle rüya görmek, pek mümkün değildir.

Bizim iki yüzlü Müslüman zenginlerimize, rabbimiz her zaman değil ama, arada bir böyle rüyaları gösterse ne güzel olurdu.

Milleti birbirine kırdıran, komşusuna bu şekilde eziyet eden, para için demediği yalan, yapmadığı enrika kalmayan insan yetiştiren iki yüzlü Müslüman zenginlere, rabbimiz arada bir, hangi yaptığı işin daha sevap olduğunu göstermek için rüyasına dev bir ekran koysa ve gammazladığı, arkasından gıybet ettiği insanlarla yan yana o ekranda oynan sahneleri seyrettirse ne güzel olurdu.

Bütün tanıdıklarının arka sıraları doldurduğu bir mekanda yaptığı aşağılık hareketleri izlemek bu dünyada belki mümkün değil ama rüyada mümkün olabilir, Rabbimiz onlara bu işlemi rüya yoluyla yapar. Başını yastıktan kaldırdıklarında yüzlerinin ateş gibi yandığını hisseder, bir daha asla başka bir Müslüman’a eziyet etmeyi aklından bile geçirmezler.

Ama onlar evliya değil ki…

Böyle rüya göremeyecekleri de kesin.

Ne kalıyor geriye?

Bu yaptıklarının öbür dünyada kesinlikle karşılarına çıkmaları ve hak ettikleri cezaya çarptırılmaları.

Kesin olan, ve gerçekleşecek olan son odur.

Sevgi ve saygılarımla….

 
Toplam blog
: 449
: 609
Kayıt tarihi
: 24.06.08
 
 

Rizede yayınlanan ilk renkli gazete ViraHaberin kurucusuyum 5 sene baş yazarlığını yaptım. İLESAM..