Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '11

 
Kategori
Öykü
 

Hangimiz özürlü …

Hangimiz özürlü …
 

Sedat fakir bir ailenin dördüncü çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Doğuştan gelen bir hastalıktan dolayı zihinsel özürlüydü. Gel, git, ver, al gibi kısa kelimelerin dışında kelimeler kullanamamaktaydı. Babası Hüseyin namı değer Ayıcı Hüseyin annesi Ato ve kardeşleri Deniz, Mustafa ve Veli ile birlikte İstanbul’un modernleşen ilçesi Bayrampaşa’da bir gecekonduda yaşıyordu. 

Ablası Deniz modernleşmeye ayak uydurma ve sıkıntılardan kurtulma umuduyla yeni tanıdığı bir gençle kaçıp gitmişti. Mustafa ağabeyside kendi gibi kendi halinde olduğundan çalışamamaktaydı. Gücü kuvveti yerinde olan Mustafa mahallede hamallık tarzı işlerde kullanılmakta üç beş açlık çıkarmaya eve destek olmaya çalışmaktaydı. 

Veli evlenmiş ve karısının ailesinin yanına yerleşmiştir. Ailenin temelli bir geliri yoktur. Bu yüzdende komşuların yardımı ile ayakta durmaya çalışmaktadır aile… 

Yakında kurulmuş olan aşevinden yemek alarak yaşamlarını devam ettirmeye uğraşmaktadırlar. 

Sedat her sabah erkenden çıkar ve öğrencilere olan merakından komşuların verdiği eski bir okul çantasını sırtına takarak elinde sefertası ile öğrencilerin peşine takılır ve giderdi. Akşam saatlerinde elinde sefertaslarına doldurduğu yemek ve ekmek poşetinle eve dönerdi. Sokak sakinleri merak etseler bile bir türlü bu çocuğun nereye gittiğini çözememişlerdi. 

Bir gün Ayıcı Hüseyin hastalandı. Mustafa babasını alıp hastaneye götürdü fakat sağlık güvencesi olmadığından pek ilgilenilmemişti babasıyla Mustafa buna çok içerlemişti. Kendince bağırıp çağırıyordu kapının önünde, mahalleli alışıktı Deli Mustafa’nın bu hallerine… 

Pek umursayanda olmamıştı zaten bu durumu… 

Ve… 

Yarınsı gün öğlenden sonra sokağa gelen bir ambulans ve Mustafa’nın avaz avaz bağırması ortalığı yırtmıştı. Mustafa ambulansı yaklaştırmıyordu eline geçirdiği taşları ambulansa fırlatıyor kimseyi evin etrafına sokmuyordu. 

Kimse ne olduğunu anlayamamıştı… 

Birbirine şaşkın şaşkın bakan gözler ne oluyor diye anlamaya çalışıyordu. Birden içeriden çıkan insanlar ve yayılmaya başlayan fısıltı gazetesi… 

Ayıcı Hüseyin ölmüştü… 

Mustafa bağırırken ben size dün babamı getirdim bakmadınız şimdi gelip ölüsünü alacaksınız vermem diyerek isyanını, acısını dile getiriyordu. 

Zar zor mahalleli Mustafa’yı sakinleştirmişti. Ambulans yanaştı ve cenazeyi alıp götürdüler. Defin için hazırlıklar yapılmıştı. Cenazeyi akşam ezanına yetiştirdiler ve götürüp gömdüler. 

Cenaze dönüşü evin önüne gelen insanlarda bir şaşkınlık vardı evin önüne gelen bir minibüs getirdiği ikram ve helvaları dağıtıyor yerine getirilmesi gereken örf ve ananeleri uyguluyordu. Kısa süren bir şaşkınlık sonrası bunların kim olduğu sorulduğunda öğrenilen cevap herkesi daha çok şaşırtmıştı. 

Zihinsel özürlü olan Sedat aşevinden yemek aldığı için kendince bu insanlara kendini borçlu hissetmişti. Her gün sabahtan aşevine giderek orasını temizlemekteymiş orada çalışanlara yardım ediyormuş ve herkese yemek dağıtılana kadar bekleyip en son kendileri için yemek alıyormuş. Bu yüzdende orada çalışan insanlar Sedat’ı sevmişler. O gün gelmeyince merak edip gelmişler durumu görüp öğrenince kendi aralarında topladıkları ile bu ikramları hazırlamışlar. 

Evet zihinsel özürlü denilen Sedat biz akıllı geçinenlere kendince öyle bir ders vermişti ki, defalarca önünden geçtiğimiz halde çoğumuzun farkına bile varmadığımız o aşevinin aslında halkın durumunu özetleyen bir abide olduğunu göstermişti. 

Her akşam o araba ve o insanlar gelip okumaya gelenlere ikram sundular ve inanılmaz bir olay daha gelişti. 

Bir akşam gelen bir kız vardı. Aynı Sedat’ın durumunda olan konuşması Sedat’tan biraz daha iyi olan kızın sokağa girdiğinde bağırması adeta sokağı inletmişti. Kızı gören Sedat evin kapısında oturduğu köşeden öyle bir fırlamıştı ki; koşarak kızın yanına geldi bir birlerine sarılmaları ve kendilerince gösterdikleri o saf sevgi tarifi imkansızdı. 

Olanları sokaktakiler şaşkınlıkla izliyorlardı. Sedat ve adını dahi bilmediğimiz o kız adeta gözleri ile bizlere anlamsız gelen hareketleri ile dakikalarca birbirlerine sevgilerini sundular. 

Sedat kızın elinden tutarak evlerinin önüne geldi ve kızı annesi Ato’ya gösterdi. Sonra el ele tutuşarak üzerlerindeki bakışlara aldırmadan gittiler. 

İlerleyen günlerde öğrendik ki; Sedat ve kız aşevinde buluşuyorlarmış orada temizlik yaptıktan sonra çıkıp parkta gezip oynuyorlarmış akşam olunca yemeklerini alıp ailelerine götürüyorlarmış. 

Şimdi düşünüyorum acaba bunlar mı? Zihinsel özürlü yoksa paylaşmayı, yardımlaşmayı, karşılık beklemeden sevmeyi unutmuş olan bizler mi? 

Ben bunları gördükçe içimden işte diyorum 21. yüzyılın Ferhat ile Şirin’i… 

Mahalleliye sorarsan deli bunlar deli… 

 

Burçak YAZICI 

 

( Bu anlatılanlar yaşanmış ve yaşanmaya devam eden gerçek bir hayat hikayesidir.) 

 
Toplam blog
: 168
: 1098
Kayıt tarihi
: 02.07.10
 
 

4 kasım 1996 yılında İstanbul'da dünyaya geldim. Bu sene ilköğretimden mezun oldum. Okul hayatımd..