Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ekim '13

 
Kategori
Anılar
 

Hani o...Bırakıp giderken senin (3)

Hani o...Bırakıp giderken senin (3)
 

HER ŞEY BİTMİŞTİ SAN Kİ...! NE ANA, NE BABA..! KALMIŞTI..


16 MAYIS 1968'DE BABAM ANSIZIN DÖNÜŞ YAPTI.

1965 ile 1968 yılları arasında bir kaç mektup, birkaç da kart postal. Ne haber var.! ne gelen.! Ne üç-beş Mark ne'de 3-5 Pfennig.

Ne gelen, ne soran var. Acı geçti günlerim. İçtim sabaha kadar yaşla doldu gözlerim. Felek böyle istemiş, böyle yazmış yazıyı.İçtim sabaha kadar yaşla doldu gözlerim.                                                                                                                                                                                                     

Çok sıkıntılı bir süreçten geçiyorduk. Sabah kahvaltılarında yer sofrasına annem dört çocuğunun önlerine verebildiği ; ikişer dilim ekmek, iki-üç adet ceviz (bahçemizden) , 3-5 tane zeytin ve çay ile aç karınlarımızı doyurmaya çalışıyordu. Bahçemizde yaz günleri yetiştirdiğimiz sebzeler; domates fasulye, patlıcan, salatalık ile mürdüm eriğiyle yapılmış marmelat ve reçellerimiz oluyordu. Çok miktarda ( 2- 3 ağaç vardı.) dut kurusu veya pekmezi yaz kış anneciğim bize sunardı. Öğle yemeklerinde büyük babamın da çok sevdiği Malay pişerdi evimizde. Mısır unu, yağ ve toz şekerden yapılan bir yemek çeşidiydi Malay..! Büyük babam ohhh..! malay, yemesi kolayy..! tekerlemesi ile bizi hoş sohbet havaya sokmaya çalışırdı hep.!.

BÜYÜK BABAMIN HİKAYESİ HEPİMİZİ AĞLATMIŞTI.

Sık sık Fransa'da esir olarak Nice 'de taş ocaklarındayken..! diye başlayan sözlerini bildiğim için büyük baba..! bize anlatsana Fransa'ya nasıl götürdüklerini desek te anlatmazdı. O gün nasıl olduysa tamam bu akşam yemekten sonra anlatacağım demişti. Hepimiz akşamı zor ettik.1915 yılı annemle ve babam ile vedalaştık. Trenle önce ; Haydarpaşa, sonra da Selimiye'ye vardık." Çanakkale Savaşı " başlamıştı.

3 BÖLÜK ASKERLE GEMİ HAREKET ETTİ. 

Hepimiz yirmili yaşlarında bile yoktuk. İçlerinde Rüştiye mezunu bir iki kişiydik. Biri Amasralı, diğeri ben, öteki Devrekli Yusuf Onbaşıydı.  Üç bölük askerle gemi hareket etmişti. 3-4 gün süren yolculukta deniz tutanlar perişandı. Biga civarında bir yere yaklaşan gemiyi gece boşaltmadık. Komutanımız gencecik bir asteğmendi. Çok çocuksuydu. Gemide güvertede sırtımıza verdikleri çullarda hepimiz bir köşeye çekilip sabahladık. İstihkam olarak gelen bu üç bölük askerden ibaret olan gurubumuz" Seddülbahir Cephesi "  görevi almıştık. Bunu da gemide öğrendik. İngiliz ve Fransız kuvvetleri bizi bekliyordu. Bu kuvvetler İng. Hindistanı, Yeni Zelanda, Senegal, Büyük Britanya, Avustralya ile  Fransız kuvvetlerinden oluşuyordu.

 http://www.anzacsite.gov.au/2visiting/tr/turkish_imagegall/seddulbahir.html 

 

18 HAZİRAN 1915'TE CEPHEDEYDİK.

Mataralarımıza koyduğumuz çaylarımızı henüz yudumlarken (sabahın erken saatlerinde) yoğun bir topçu ateşi altında siperlerimize attık kendimizi. Komutan ". bu siperler en kısa zamanda derinleşecek.!" diye bağırışı etrafta yankılandı adeta. O iş için gelmiştik biz. İstihkam askeri olarak katılmıştık. Yoğun topçu ateşi kaç geceler devam etti. Uykusuzduk. Siperden mangalar halinde çıkıyor. Ateş gelen tarafa doğru üst üste en az üç-dört el ateş edip kendimizi yeniden sipere atıyorduk. Çaycuma köylerinden gelen bir arkadaşımız o gece şehit oldu. Morallerimiz çok bozuktu.. Altı yüz metrenin biraz fazlası olan cephe mesafesinin en sağını tutmuştu bu arkadaşımız. Yağmur sicim gibi yüzümüzü soğukla birlikte kamçılarken uykusuzluğumuza rağmen uyanık kalmamızı sağlıyordu. Soğukla, günlerdir yağan yağmur hepimizi iliklerimize kadar ıslatmıştı. 

21 HAZİRAN 1915 'TE ; ."..SÜNGÜ..TAK..!   "  EMRİ VERİLDİ.

1.Kerevizdere Cephesi'nde Fransızlar çok ısrarlı bir şekilde bölüğümüze saldırıyorlardı. " .süngü..tak..! " emrini aldıksa da silahlarını bize doğrultmuş en az bir bölük Fransız bize doğru yaklaşmaktaydı. Bir an Recep Çavuşun gök gürültüsüne benzer sesiyle fırladık. Hücum..!!. Savaş bizim için şimdi başlamıştı. Bir anda ve tek bir yaydan fırlayan oklar gibi süngü takılmış tüfeklerimizle kendimizi Fransız askerinin  üstüne atmıştık ..Tam 1.5 saat süren çatışma bitmiş, karşı taraf beyaz barağı çekmişti. Her bir tarafa saçılmış yaralılardan iniltiler geliyordu. Kendimi yokladım omuzumdan yara aldım galiba dedim kendi kendime..Yerde inleyen yaralı arkadaşlarımıza mataramı uzattım. Hızlı Hareket etmeliydik. Yeni bir saldırıya karşı gelecek gücümüz yoktu.15-20 askerdik ayakta kalan. Sanırım Fransızlarda on kişi kadar vardı.Yerlere serilmişti kalanlar.Akıbetimiz meçhul, moralimizde çok bozuktu. Havanın iyice karamasını beklemeden Fransızları bir kenara topladık. 

                                                                                                                                                                       OCAK 1916' DA  FRANSAYA HAREKET EDİLDİ.

21 Haziran'dan sonra yer ve zaman hatırlamıyorum. Bildiğim bizim bölükte 18 kişi kaldığımızdı. Aralık sonu yaklaşmış ve biz 45 gündür buradaydık. Gemide ayaklarımız zincirli haldeydi. Ayak yoluna gitmek bile çok zordu. Ne olduğunu bilemediğimiz bir tas çorba sabah, bir tas ise akşamları veriyorlardı. Ağır yara almış 5 arkadaşımız sabahlara kadar inlediler. Gemilere kıyıdan atılan top ve mermi sesleri herkesi geceleri uykudan korkuyla uyanmamıza yol açıyordu. Çat-pat Fransızca bilen bir arkadaşımız savaşın henüz bitmediğini ancak, Fransa'ya dönüleceğini bize tercüme etti. Geldikleri gibi gidiyorlar ama bizi de götürüyorlardı.Gözümün önünden gitmeyen Amasralının son  sözleriydi.".bu mektubu anneme verin...!" 

" NİCE "SOKAKLARINDAN GEÇERKEN.

Ayakları prangalı ser sefil halde Nice sokaklarını geçtik. Deniz kenarını takip ederek epeyce gidip taş ocaklarına varmıştık. 30 civarı arkadaşımız vardı ama bir çoğunu tanımıyordum.Tahta baraka halinde bir sıra kulübe ikişer kişilik tahtadan yapılmış iki katlı yatakların alt kısmını seçtim. zaten bir çıkınım dışında hiç bir eşyam yoktu. Diğerleri gibi ben de.. Aylardır sırtımı yere yaslayıp yatmamış ve uykusuz ve açtık hepimiz. Nice sokaklarından geçerken bize doğru koşan Fransız kadın beni çok etkilemişti.".  Moi aussi  mon  fils.. est  alle a' larmee.. Avez vous vu mon fils...?  ( oğlum benim..! benim de oğlum askere gitti.. Oğlumu gördünüz mü..? )  

BÜYÜK BABAM AĞLIYORDU..  

Aradan tam 5 yıl geçmiş 1920 lı yıllara çıkmıştık ki  İspanyol Gribi salgını oldu. Aramızdan kaç kişiyi aldı biliyormusunuz. Ana - baba hasreti üzerine kemikleşmiş hislerle sadece acaba bizi unuttular mı diyerek kendimize soruyorduk. Savaş bitmişti. O gece parti vardı. Ve herkes içkiyi çok kaçırmıştı. Kavga çıkmış bıçaklar çekilmiş Ankaralı arkadaşımızı iki yerinden bıçaklamışlardı.Şu Araplar çok kalleş oluyordu yani vesselam." Nice "çıkışına kadar yaralı arkadaşımıza be destek oldum. Külüstür bir otobüs geldi  ve kelle yoklamayla otobüse bindik. Artık limana gelecek gemiyi bekliyor içimiz içimize sığmıyordu.Savaş bitmiş ve biz ev'e dönüyorduk işte..! Tam on gün sürdü deniz yolculuğu. Selimiye kışlasında iki gün boyunca birisi tezkeremizi yaz'sa da Zonguldak vapuruna binsek diye bekledik. Sonra şube Albayı senin okuma yazman yok mu..? diye sorunca var..! komutanım...! diyerek oturup tamı tamına seksen altı kişiye eve gidiş için gerekli olan tezkerelerini yazdım. En son kendi tezkeremi de yazıp komutan ile helalleştik. 

"ZONGULDAK VAPURU " KÖMÜR DUMANINA BOĞDU LİMANI. 

3.Gün. Liman ve şehir göründü. Bir telaş.. pür telaş halatların bağlanmasını beklemeden kendini iskeleye atan arkadaşlarımız yerleri öpüyorlardı. Allahım bu günü bize göstermişti. Devrek, Çaycuma ve Bartın köylerine gidecekler bir grup olmuştuk. Tam 27 arkadaştı bu takım. Bolu, Mengen, Gerede hattı üzerine Akçakoca ile Düzce tarafıyla Hendek dahil elli altı kişilik (56) grup çoktan yola çıktılar bile. Çaycuma'ya varmak için sekiz saatlik yolu 12 saatte tamamlayabilmiştik. Zira hava şartları  çok kötü.

SOKAĞIMIZA KOŞTUM AMA..?

Sokağımızın ( Değirmen Sokak.) tamamını bir solukta geçtim. Şimdi ev'e gitmeliydim. Bakalım beni tanıyabilecekler miydi..? Soğuk bir şok geldi peşinden. Zira evimizin kapısında koskoca bir kilit asılıydı. Ne yazık ki girişinde otlar büyümüş haldeydi. Bu durum ; beynimde çakan şimşeklerin ardı ardına sıralanmasıyla ayaklarımın artık beni taşıyamıyacağı derecede güçsüzleştiğini daha da çok hissetmeme neden oluyordu. Oracıkta yığılıp kaldım. Karşı taraftan gelen yaşlı hanım efendi beni tanımıştı. Allahım sen mi geldin Hüsnü...? ( İzzet ağaların ablası Şehriban ) ile duvara öylece yaslanıp kalakalmış, akan gözyaşlarımı mendilimle silmeye çalışıyordum.

ÖNCE ANNEM, SONRA BABAM ÖLMÜŞTÜ..

Hüseyin Hüsnü ALPAN..1895 Çaycuma doğumluydu.  Fransa'dan esaretten geldiği 1920 yılının şubatında dönüşü ve yaşadıklarını anlatırken ağlıyordu. Bir yandan gözlerinde beliren tebessüm ile bembeyaz haldeki sakallarıyla  yüzünde beliren nur ; baktıkça daha bir belirginleşiyordu. Torunlarına bu anlattığı onun hikayesiydi. Bir daha bunları anlattığını hiç bir zaman ve yerde görmedik ve işitmedik te..!

1968. BABAMIN ANİ  DÖNÜŞÜYLE HEPİMİZ ŞAŞKINDIK.

Babam 08.05.1968 de dönüş yaptığında okulların kapanmasını bekliyordum, yaz aylarında ne yapmak gerektiğine henüz karar verememiştim. Zaten okulum bitmiş olacak bende bir yandan okul işime artık bir yön vermiş olacaktım. Bu arada Oya ablamın bu sene geçmesini bekliyorduk. Kastamonu Kız İlk Öğretmen Okulunda 1.yılı bitmek üzereydi. Babamın gelişini mektupla duyurmuştuk. Sanırım çok sevinmiştir. Mart ayında girdiğim devlet parasız yatılı okul sınavından iyi haber gelirmiydi ki. Başka ne şansım vardı..?   

 

BABAMIN GETİRDİĞİ  1965.OPEL CARAVAN  GÜMRÜKTE KALMIŞTI.

Ansızın amcamın alıp getirdiği babam parasız-pulsuz dönüş yapmıştı. Sonradan nedenini de annemden öğrendiğimiz dönüş..! pek de olağan değildi.Takıldığı bir kadın varmış. Kadınında ilk eşinin  birkaç çocuğu. Zaten başka ne olabilirdi ki. Amcam eşi ve çocuklarını alıp birlikte gittiğinden olsa gerek  onunla ilgili böylesi maceralar duymadık. İşte; tilkinin dönüp - dolaşıp geri geleceği yer olan bir "kürkçü dükkanındaydık hepimiz." Çekilen acılar zavallı annem..! Zavallı bizler. Kardeşlerim. Ne suçumuz vardı.

BOLU ÖĞRETMEN OKULUNA 2. SINAVA GİDİYORUM..  

Devlet parasız yatılı sınavının ilkini kazanmış, ikincisine gitmeye karar vermiştim.  Haziran 1968. Ayın 5.inde Bolu'da olacaktık. Bu şansımı kullanmalıydım. Serbest lise için Zonguldak'ta gidiş - geliş ve defter, kitap ve'de kayıt parası imkanlarım varmıydı ki..?.Öyleyse bu şansımı çok iyi kullanmalıydım. Ben o şansımı denemeye karar verdim. Çok samimi arkadaşlarımdan olan sınıf arkadaşım Kaynakçının oğlu Hayri Üstüntaş'a içimi, sıkıntılarımızı döktüm. Gitmeye karar versem bile otobüs biletiydi, tren gidiş ve dönüşü için paramız olmadığını kendisine anlattım. Benim kararlı oluşum ile "anneme senin durumu nu açıklayacağım.! " demişti.Dayımlar" ne gereği var." diyorlardı." yoğurthanede çalışır, evlendiririz."  düşüncelerini dillendiriyorlardı. Hayri'nin annesi 75.TL verdi. Sabah dayım trene kadar beni götürdü ve Karabük'ten Bolu'ya gittim. Sınav çok iyi geçmişti. Mülakatta her soruya mantıklı cevaplar vermiştim. 

BOLU ERKEK ÖĞRETMEN OKULUNU KAZANDIM.   

Çaycuma'ya döndükten 10 gün sonra müjdeli haber gelmişti. Annemin Arzuhalci Eşref amcanın oğluna dar gelen ceketi " Vehbi belki giyer..! " diye verişini, Bolu'ya giderken cep harçlığını bırak..! bilet parası bile bulamadığımızı, annemin çırpınışlarını şimdi hatırladıkça çok hüzünleniyorum. Babamın Almanya dönüşü senesinde ablam ( Oya ) 2. sınıfa geçti. Ben Öğretmen Okulunu kazandım. Babam 1969'da Seka' da İş'e girdi. Aynı yıl Nur ; ilkokul dörde geçmişti.Tahsin ikinci sınıfa devam ediyordu. Çok zorlu şartlarda hayat devam ediyordu. Belki biz zorluyorduk. İtekliyorduk.!.  NurNurNNN2ikiikinc

 
Toplam blog
: 14
: 454
Kayıt tarihi
: 28.05.10
 
 

29.04.1953 Zonguldak'ta doğdum. Hisarönü İlkokulu /Filyos 27 Mayıs İlkokulu / Filyos Çaycuma Orta..