Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Mayıs '13

 
Kategori
İlişkiler
 

Hasan Abi’nin parmesan soslu çıtır bonfilesi !

Hasan Abi’nin parmesan soslu çıtır bonfilesi !
 

Her ne kadar limoni de olsa aram maviyle, koşarım her fırsatta Antalya’ya! Kızgın kızgın bakar bana! İster ki kucaklayayım özlemle! Oysa bir gözü gök diğeri denizdir! Baksa bana gri dağlardan hele bir de boşansa yağmur, nasıl kucaklarım onu.

Göztepe-Suadiye Hattı’nın ekürisi Fener-Hadrian Hattı’dır. Hemen hemen aynıdır mesafe; ama dönüşümü trenle değil de KL08 otobüsle yaparım. Tabii ki yazın yürüyene acıyorlar, vah vah daha da gençmiş diyorlar:) Önceleri takmıyordum; ama sonraları vazgeçtim! Güneşliyken hava, onca merdiveni inip Fener’in buz gibi sularına atıyorum kendimi; yağmurda da yürüyorum şemsiyesiz!

Antalya’daki mekânlarım değişmez! Leman Kültür’de yediysem, sakızlı-tarçınlı kahvemi de Kahve Diyarı’nda içerim. Seksenli yılların başından bu yana da Parlak’taki yarım tavuk ritüelim değişmemiştir. Şişçi Ramazan ve 7 Mehmet de ödül mekânlarımdır; ama çayımı Karaalioğlu Park’ta semaverden severim.

Aslında cumartesi akşamı MB’den bir arkadaşımızın kafesine uğramayı düşündüm de birdim iki olduk, ikiydik üç dört olduk ve grup büyüdü! MB’yi rahatça çekiştiremeyiz düşüncesiyle yönümüzü yine Leman Kültür’e çevirdik.

Leman Kültür Dengeli Beslenme Tesisleri’ne bayılıyorum:) Her yanından kalorisi bol mizah fışkırıyor! Sanırsınız menüyü Cem Yılmaz hazırlamış:) “Öküz Beğendi”mi yersiniz yoksa “Deli Cevat Köftesi”mi? Hele bir “King Kong Cheeseburger” var ki adından da anlaşılacağı üzere devasa bir şey! Tatlıları da es geçmeyelim! “Öldüren Cazibe Dondurmazlı Waffle” ve “Sefam Olsun Çiizkek” favorilerim:) Sandalye, masa ve ortamdaki rengârenklik sizi esir alıyor! Ben mavi kolçaklı sarı sandalyede oturdum:) Garsonlar sıcakkanlı, servis hızlı; ama akşamları yer bulmak zor! Masalardaki karikatürler ağzınızın kapanmasına izin vermiyor! Sizin anlayacağınız, Leman Kültür -yatıya hariç- her zaman beklendiğiniz matrak bir yer. Gülüyorsanız, varsınız demektir:))

“Maviyi baştan yazan gözlerin kölesi olmak için çıktım yola!”

Sanki gaipten gelen sesle masamız sessizliğe büründü. Oysa ne heyecanla Harley-Davidson Sportster Iron’ı anlatmaya başlamıştım! Mavili dizenin şairini merak ettim, arkama döndüm! Dostumuz Hasan’dı. O bizi görmüş, biz onu fark etmemiştik! Ayıp etmiştik! Maviyle savaşımı bildiği için de fason dizeyi çakmıştı. Birkaç sene önce İstanbul’da iki şirketi varken sallanmış ve küçülerek Antalya’ya yerleşmişti. Şimdi üç bölgede beyaz eşya dükkanları vardı. Evin eşyalarını alırken tanışmış, dost olmuştuk!

Müthiş şiirleri vardır ve MB’de takipçimdir; ama bir türlü yazmaya ikna edememişimdir! Sarıldık, masamıza davet ettik. Öyle anılar vardır ki onda zaman zaman bizim NewYorker’a benzetirim. Masumlarını tabii:)) Her zamanki gibi çok şıktı yine. Ellili yaşların sonunu sürüyordu ve kırlaşmış şakaklarıyla yemyeşil gözleri onu müthiş avcı kılıyordu! Ee, ne de olsa bizim gibi Lemanyak’tı:))

“Şu karşı masadaki beyaz elbiseli huriyi görüyor musunuz?” dedi.

Dört kafa huriye döndük! Yorgo sandalyesini de döndürdü:)) Uzun sarı saçlarının inadına kısacık elbisesi bronz bacaklarını olanca güzelliğiyle sergiliyordu. Karşısında da yaşça büyük bir erkek vardı.

“Zavallı, zokayı yutmuş! O afet suyunu sıkar, tek damla bırakmaz. Böylesi hikayeleri sen de yazıyorsun gerçi; ama şimdi size benden bir anı anlatayım da dönünce blog yaz.” dedi.

“Yıl 2008. Hatun iki dizide oynadı diye havasından geçilmiyor! Tamam, Allah bir güzellik vermiş, dokunma da seyret; ama ben de az yakışıklı değilim hani. Bizim Nesli’ye haber uçurdum, yap şu kızı bana diye! Nesli’nin alemde tanımadığı yoktur ve de sıkı çöpçatandır. Oo, senin işin zor! Bekleyenler arasında dördüncü sıradasın dedi. Neyse, Nesli’ciğime 10 bin dolarlık bir jest beni birinci yedek yaptı. Sabah-akşam gözüm magazin programlarında, gazete ve mecmualarda! Futbolcu sevgilisi de angutun teki. Öyle bir yarmayla düşünebiliyor musun o zarif kızı. İki ay kahroldum; ama Nesli de işleyip durdu ve nihayet ayrıldı o zibididen. Hazır ol mesajını aldım! Bebek’te gözlerden ırak bir mekânda ilk akşam yemeğimizi yiyecektik. Sapına en az 1 kıratlık pırlanta yüzük iliştirilmiş tek kırmızı gül ritüeldi. Güle 15 lira, yüzüğe 15 bin dolar bayıldım. Tanrım o ne güzellikti. Muhteşem gözlerine birkaç saniyeden fazla bakmak kör edebilirdi. Ya o dudaklar, incecik boyun, omuzlar! Elini tutmak istedim, çekti utangaçca! Telefon ve mesajlarla geçti ilk hafta. Her gün yaşı kadar gül gönderiyordum evine. Yani 23 tane. Havanın güzel olduğu bir akşam tekneye davet ettim. Deniz, mehtap ve şarapla yumuşar kendini kollarıma atardı herhalde. Geldi, yemeğini yedi, şarabını içti, mehtaba baktı ve gitti. Haa, yanağımdan öpmeyi de ihmal etmedi. Nesli’yi aradım ertesi gün! Ya Nesli neler oluyor, on gün geçti biz hâlâ fırın sütlaçtan fırında mercimeğe geçemedik dedim. Unuttum söylemeyi, ‘Bayıldım Sana’ hediyesi aldın mı dedi. O da ne yahu demem 50 bin dolara patladı. Kırmızı kadife kutu içinden çıkardığım pırlanta kolyeyi boynuna takarken heyecandan ölecek gibiydim. Şeytan sarıl beline, at yatağa dedi, zor tuttum kendimi. Boynuma sarıldı, dudaklarını dudaklarıma değdirdi. Demek ki o da bana bayılmıştı. Artık daha rahattı. El ele yürüyebiliyorduk. Vedalaşırken de dudakla yanak karışımı bir noktadan öpmeyi ihmal etmiyordu! Nasıl da mis kokuyordu teni. Olur da sevişebilirsek, varsın kalbim dursundu! Sokakta insanlar dönüp dönüp bize bakıyordu. Erkekler kim bilir nasıl da iç çekiyordu! Magazin programlarında görünmek, dergileri süslemek egomu okşuyordu! Bir akşam yemekten sonra, bu gece senden ayrılmak istemiyorum dedim! Mahcup bir şekilde başını önüne eğdi, ben henüz hazır değilim dedi. Sabah ilk iş Nesli’yi aradım. Ya Nesli bu ne iş, neredeyse bir ay olacak! İlgi, sevgi, hediyeye boğuyorum; ama biz hâlâ liseli aşıklar gibi el eleyiz. Şunun ağzını bir arasana, hoşlanmadı mı benden yoksa! Güldü Nesli, ‘Sen Benimsin’ hediyesi aldın mı? Ben bir sorayım bakayım ne geçiyor aklından dedi. Kafayı sıyırmama ramak kalmıştı. Çok beğendiği bir Porsche 911 varmış. Onu alabilirsem kendisini benim hissedermiş! Kararlıydım, göbeğindeki dillere destan beni öpecektim! 240 bin avroya Sen Benimsin dedim. Benzinini özgürce doldursun diye bir de ek kart çıkarttım. Çok mutluydu. Gerçi benzinin yanı sıra 1000 liraya pantolon, 6 bin liraya da çanta alıyordu; ama o araba da her kıyafetle kullanılmazdı. Hafta sonu kaçalım mı bir yere deyince Nice’e uçtuk. İki gün boyunca da odadan çıkmadık. Öpmedik ne benini bıraktım ne de saçının telini. Özlem bitmiş, rahatlamıştım. Dünyanın en güzel kadını benimdi ve varlığım onun varlığına armağan olsundu! Döndükten sonra ilk birkaç gün yüzünde gülücükler açtı. Bir akşam yemek yedik, o mavinin en güzeli gözler gülmüyordu! Annesine üzülüyordu! Kredi kartlarına 30 bin lira borcu vardı anneciğinin:( Dayanabilir miydim güzel prensesimin üzülmesine, anneciğinin derdi benim de derdimdi ve hallettim hemen. O gece zıp zıp zıpladı koynumda. O’nu mutlu etmek ne kolaydı; ama ucuz değildi. Şaka maka dört aydır sürüyordu ilişkimiz. Tamam, her gece sevişmiyorduk; ama haftada bir de olsa kırmıyordu beni. Bazen çok katılımcı bazen de farklı alemlerdeydi. Temmuz ayıydı ve kız kıza Paris’e gitmek istediklerini söyledi. Ucuzluk ayıymış. Arkadaşını da tanıyordum. Cebinde 30 bin lira limitli ek kartım ve de harçlık olarak verdiğim 10 bin avro ile Paris’e uçtular. Bir hafta sonra 7 bavulla döndü! Kart limiti sonuna dek kullanılmış, 10 bin avrodan da ses yoktu! Hadi parayı boşver de insan bana da bir çorap almaz mı ! Şirkette de işler iyi gitmiyor, maaşları dahi zor ödüyorduk. Le Bon Marché’den 20 takım külot-sütyen almış! Yuhh yani. Kredi kartı ekstresini gören muhasebedeki çocuklar kim bilir neler düşünmüştü! Havaalanından dönerken benzin almak istemiş; ama kredi kartı limiti dolduğu için kendi cebinden ödemek zorunda kalmıştı ve telefon edip tatlım benim kartımın limitini biraz yükseltir misin demişti. Sanki cebindeki para da benim verdiğim avro'lar değildi. Çok özlemiştim onu; ama yorgundu! İlk kez o gece kendimi sorguladım. Bir bilinmeze yol alıyordum; ama onsuz da yapamıyordum! Aldığı kıyafetler, çantalar, ayakkabılar hepsi çok güzeldi. O’nun gibi güzel bir kadını kırmızı Porsche’nin direksiyonunda görmek kendimden geçiriyordu beni. Telefonla konuşuyorduk; ama yine bir hafta olmuştu görüşmeyeli. Kendini iyi hissetmiyordu ve psikolojisini düzeltebilmek için de benden anlayış bekliyordu! Bir akşam üstü Nesli’nin Ulus’taki dükkanına uğradım. Olanı biteni anlattım. Kesmeden dinledi. Bu aralar psikolojisi bozuk biraz. Yalnız kalmak istiyor deyince, uzun soluklu bir ilişki için ‘Sen Evimin Kadınısın’ demen lazım. Ben bir sorayım bakayım neden mutsuz dedi. Şakaklarımdan terlerin süzüldüğünü hissettim! Tamam, sen bir ağzını arayıver dedim! Maslak’ta çok beğendiği bir rezidans varmış ve orada yaşasa psikolojisi kesin düzelirmiş ve beni çok mutlu edermiş! Ertesi gün gidip gezdim beğendiği rezidansı. 1 milyon 300 bin avroydu fiyatı. Ortaköy’deki babadan kalma elli yıllık evime döndüm, tepeleme viski doldurdum kadehe. Balkona çıkıp prensesimi aradım!

Bir tanem, dün Nesli’ye uğradım da senin bu aralar mutsuz olduğundan bahsettim. O da senin neden mutsuz olabileceğin konusunda tüyolar verdi. Ne kadar haklısın aşkım. Tabii ki ikimize ait bir yuvamız olması lazım. Beğendiğin rezidansa gittim bugün; ama bana fazla çelik yığını gibi geldi. Bizim nefes alan sımsıcak bir eve ihtiyacımız var. O nedenle bu hafta sonu Sultanbeyli, Kurtköy taraflarına bir bakalım. Yeni siteler yapılıyor orada. Şöyle şirin bir 2+1 yeter de artar bile bize. Sabah kaçta alayım seni aşkım? Alo Aloo canım…

Çat diye kapattı telefonu yüzüme! Biliyor musunuz, acayip rahatlamış hissettim kendimi. Ne o aradı bir daha ne de ben. Giden gitmiş, kurtardıklarım benimdi. Bu konuşma cuma günü oldu ve pazartesi akşamı bir erkekle görmüşler Kanyon’da. Belli ki birinci yedek vakit kaybetmemişti:) Kalbi bacak arasında atan erkeklere hiç üzülmüyorum çünkü yolunmaya müstahaklar. Diyeceksiniz ki sen uslandın mı? Can çıkar huy çıkar mı:) Uslanmadım tabii; ama akıllandım! Burası Rus güzellerden geçilmiyor! Sanırsınız Irina Shayk'ın kuzenleri:) Üstelik de doktoru, mühendisi, öğretmeni hepsi kültürlü kızlar. Canım seks mi istiyor, çağırıyorum birini. Ne naz yapıyorlar ne de kapris! Pahalı yemekler, alışverişler, hediyeler de yok!!”

“Evlen bari biriyle. Daha da ucuza gelir sana.”

“O zaman da aklım doktor olanda kalır.”

“İflah olmazsın sen valla; ama anlıyorum seni. Günümüz kadınları çok akıllı. Öyleleri var ki biraz eli yüzü düzgün ve sosyal çevresi de genişse 30 yaşına kadar oynaşmadığı erkek kalmıyor ve kesesini iyice dolduruyor! Sonra birden hanım kız kesiliyor ve -onu şartsız sevecek- zengin koca avına çıkıyor! Çünkü çocuk doğuracak ve aklanıp paklanacak! O saf erkekçikler de nasıl bir akıl tutulması yaşıyorsa, karım diyerek bunları koynuna alıyor! Bir bakmışsınız bebeleri arka arkaya sıralamış, reklamlarda sevimli anneyi oynamaya başlamışlar:)) Geçmişte hem kocasını hem de sevgilisini aynı anda üçüncü bir erkekle aldatan mı ararsınız, tostunu yatakta yiyen mi. Bakın şimdi kocacıklarına, hepsi de pırıl pırıl insanlar!”

Bizden daha Türk Yorgo Dayı -çat pat Türkçesiyle- konuşulanların ne kadarını anladıysa artık, iki gündür kafasına taktığı konuyu ortama taşıyor: Türklerin parası çok. Pancarı bile ithal ediyorsunuz diyor!

Ne alâka der gibi bakıyor Hasan!

“Ya biz kırmızı pancarı çok seviyoruz. Dayı da illa ki her akşam rakısını içecek, pancarsız salata yemiyor! Dolaba beş on paket koymuştum. Paketin arkasını okuyacağı tutmuş! Ben de bilmiyordum, meğerse ithalmiş! O da bizimle kafa buluyor!”

“Desene dayı da Lemanyak!”

Garson ne zamandır tepemizde bilemedik, bozuntuya da vermedik!

“Birer Öküz Beğendi, Bizim Ökkeş’in Hayali ve Bezgin Bekir Köftesi; iki de Kozzi Geberdi Ay Kis Evribadi alalım biz!”

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..