Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '08

 
Kategori
Haber
 

Hasan Cemal ve üç soru...

Hasan Cemal ve üç soru...
 

Sayın Hasan CEMAL (Kendi köşesinden)


Bugün[1], Milliyet Gazetesindeki köşe yazısında Hasan Cemal üç soru soruyor. Yazınsın başlığı da şöyle:

“Yargısal darbe sürecinde akla takılan üç soru... AKP’ye alternatif, darbe süreçlerinde aranmaz!”

Ben, önce bu başlıktaki “Yargısal darbe” sözüne takıldım.

Daha önce bir yazımda da belirttiğim gibi, yargı “Darbe” yapmaz.

Peki, ne yapar?

Anayasa’dan aldığı yetkiler ile ve TBMM’de “Yasama” gücünün iradesiyle ortaya konulan yasalar çerçevesinde kovuşturma, soruşturma yaparak, yine yasalar çerçevesinde “Karar” verir. Bu da “Hukuk devleti” olmanın gereğidir. Şimdi “Hukuk devleti olmanın gereği”ni oturup “Yargısal darbe” olarak tanımlamak aklın neresinde var?

Sayın Hasan Cemal şöyle diyor yazısının devamında…


“Evet, ben tarafım” diyorum, “Demokrasi ve hukukun üstünlüğünden yanayım. Benim referansım demokratik hukuk devletidir. Böyle bir konuda objektif olunmaz, tarafsız olunmaz, ancak taraf olunur. Ayrıca ben, AKP’den kurtulmak için yaşanmakta olan darbe sürecinin bu ülkeye büyük kötülükler getirmesi ihtimalinden derin bir kaygı duyuyorum.”


Hem “Demokrasi ve hukukun üstünlüğünden yana” taraf olacaksınız, “Benim referansım demokratik hukuk devletidir” diyeceksiniz, diğer taraftan da “Yargı darbesi”nden söz edeceksiniz. Burasında bir çelişki yok mu?

Sayın Hasan Cemal, “Gökten üç elma düştü” der gibi, üç soru soruyor. Sorular şöyle:


“Benim üç sorum var size:


1. AKP’nin kapatılması ihtimali, demokrasi ve hukuk açısından içinize gerçekten siniyor mu?


2. AKP’yi kapatma kararının, Türkiye’yi kötüye değil iyiye götüreceğine ihtimal veriyor musunuz?


3. Kendinize göre haklı nedenlerle beğenmediğiniz AKP’ye ilişkin iktidar alternatifini, darbe süreçlerinde değil, tam tersine demokrasi oyununun kuralları içinde, özgür seçim süreçlerinde aramanın siyasal açıdan Türkiye için çok daha sağlıklı olduğu hiç aklınıza gelmiyor mu?”


Ben kendi açımdan “Üç soru”ya cevap veriyorum.

1. Hayır, sinmiyor. Ama demokrasinin de ‘siyasetçilerce’ de iyi işletilmediğine inanıyorum.


2. AKP’yi kapatma kararının, Türkiye’yi kötüye değil iyiye götüreceğine ihtimal veriyor musunuz? Cevaben; demokrasilerde ‘Hukuk devleti’ ilkesine ve ‘demokrasiye’ inanç öne çıkarılırsa, demokrasi içinde oluşacak yapılanmalarla her zaman çözüm bulunur. Hiç kimse bulunmaz bursa kumaşı değildir. Ne var ki, siyasetçiler, iktidar gücünü ellerine geçirdiklerinde, demokrasileşme yolunda bir adım bile atmamaktadırlar. Sonuçta bir gün geliyor ki, atmadıkları adımlara ihtiyaçları oluyor.


3. Aklıma geliyor… Gelmenin ötesinde böyle olması gerektiğine inanıyorum. Demokrasinin de bu olduğu kanaatindeyim.


Şimdi ben de bazı sorular sormak istiyorum…


1. Siyasi Partiler, Anayasa’da belirlenen kurallara göre örgütlenip çalışmazlar mı?


2. Siyasi partiler, iktidar da olsalar, yasalara uygun davranmak zorunda değiller mi?


3. Yasaların uygulanması, ne zamandan beri “Yargısal darbe” olarak tanımlanmaktadır.


Doğruyu bulmanın yolu, sorulan soruların sadece bir yönden değil, birkaç yönden sormaktır. Bugün bu davranışın adına “Beyin fırtınası” deniliyor.

Yani herkes, aklına geldiği gibi her şeyi söyler, söylenen sözler bir ortamda toplanır, her yönden tartışılır ve sonuçta doğrular bulunur.

AKP’nin kapatılması için açılan davayı, doğrudan ve her yönü ile tartışmadan “Yargısal darbe” olarak tanımlar, böyle düşünür ve ortaya koyarsanız, bir tarafı eksik olur.

Yine bu gün (22 Nisan 2008) TBMM’sindeki gurup toplantısında Sayın Başbakan, 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan TBMM’ni anlatırken söylediği sözlerin altına imzasını atmasını ve partisini de, TBMM’ni de aynı düşünce içinde çalıştırmasını öneriyorum.

Sayın Başbakan, gerçekten kürsüden, milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmanın içeriğine inanıyorsa, uygulamayı da aynı doğrultuda yapması gerekir. İşte o zaman “Cumhuriyet” Türkiye’sinde “Laik, demokratik, sosyal hukuk devleti”nde bu tür sorularla karşılaşmayacağız ve yargının yaklaşımını da yanlış anlamayacağız.

Yargı, Anayasa ve yasaların kendisine verdiği uygulamaları yaparken, hiçbir şekilde “Yasa” dışında bir şey düşünmez, düşünmemeli de…

Siyasi, ekonomik ve sosyal ortamın ne olacağını düşünmek, yargının işi olamaz.

Bunları düşünsünler diye “Yasama” ve “Yürütme” diye iki ayrı organ var.

Hani diyor ya Sayın Başbakan “Herkes işine baksın” diye…

Evet…

Herkes işine baksın… Siyasetçi, görevini yaparken düşüneceği şeylerin başında da yasalara uygun davranmak gelir.

Yargı, işini görürken, “işine karışmanın” da ötesine geçerek “Darbe” tanımlaması yapmak, “Tarafım” dediğimiz söylemlerle çelişir.

Bu da en basitinden “Samimiyetsizlik” olarak tanımlayabilirim.

Kim ne anlarsa anlasın…

22 NİSAN 2008



[1] Milliyet Gazetesi, 22 Nisan 2008

 
Toplam blog
: 1104
: 918
Kayıt tarihi
: 28.01.07
 
 

Emekliyim ama “Tekaüt” değilim. 1961 yılından beri değişik “Anadolu” gazetelerinde yazdım. 1984-8..