Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ekim '12

 
Kategori
İnançlar
 

Hasan-i Basri -1

Hasan-i Basri -1
 

“Mü’min, üzgün sabahlar, üzgün akşamlar . Bundan başkasını yapamaz. Çünkü o iki korku arasındadır: Geçmiş olan ve Allah’ın o hususta kendisine ne işlem yapacağını bilmediği bir günahla, başına ne gibi tehlikelerin geleceğini bilmediği bir ömür arası


Zühdiyle meşhur olan Hasan-ı Basri, sufi kabul edilmektedir. Kendisi bu ünvanla anılmış değildir ama ondaki zühd, saf tasavvuf özelliğini taşır. Ruhları etkileyen vaızları ve tefsirleri ile Hasan-ı Basri, işari tefsirin kurucularından kabul edilebilir.

Ebu’l-Hasan Yesar al-Ansari nin oğlu olan ve Ebu Said künyesini taşıyan Hasan-ı Basri, tabiilerin büyüklerindendir. Hicri 21 senesine doğmuş, Medine de büyümüş, 110 senesinde Basra’da vefat etmiştir. Babası Yesar, Meysan fethinde esir edilip Medine’ye getirilmiştir. Annesi Neyyir de mü’minlerin anası Ümmü Seleme ‘nin azatlısıdır. Bu aile Vadi’l-Kura da yaşıyordu. Annesi Ümmü Seleme ye hizmet içim Medine ye gelirken küçük Hasan da beraber gelir ve ezvac-i tahiratın oturduğu evlere girerdi. Kendisi eliyle o evlerin tavanına dokunduğunu söyler.

Ebu Nuaym in anlattığına göre Ümmü Seleme (r.a.), Hasan’ın annesini bir yere göndermişti. Annesinin yokluğundan şiddetle ağlayan çocuğa Ümmü Seleme kucağına alıp meme vermişti.
İşte Hasan’ın, derin ilim ve hikmet sahibi olmasını, nebinin evinden bir memeyi tutmasına bağlarlar.
Hasan-ı Basri, hayatını ilim ve cihada vermişti. Henüz 14 yaşında iken hifzını tamamlıyan Hasan, bu yaşlarda Basra ya gitmiş ve orada ilmi ve hitabeti ile büyük şöhret kazanmıştı. Yezid’in halifeliğinin sahih olmadığını açıkça söylemekten çekinmedi. Abdulmelik’e  yazdığı mektupta  da aynı lisan serbestliğini gösterdiği için kendisinde kadercilik eğilimi sezilmiştir. Ancak onun kaderciliği, kelami bir doktrin alacak mahiyette değildi. O, insanların sorumluluğuna inanıyordu. İçinde duyduğu derin Allah korkusu bunu gerektirirdi. Gayet edebi va’zlariyle Basra halkını etkilemişti. Va’zlarında daima Allah korkusunu telkin ederdi. Ahiret korkusu ile daima üzgündü. “Mü’min, üzgün sabahlar, üzgün akşamlar . Bundan başkasını yapamaz. Çünkü o iki korku arasındadır: Geçmiş olan ve Allah’ın o hususta kendisine ne işlem yapacağını bilmediği bir günahla, başına ne gibi  tehlikelerin geleceğini bilmediği bir ömür arasında” derdi.

Bütün rivayetler, onun daima ahiret tasasında olduğu konusunda birleşmektedir. Kur’an’dan bir ayet okusa ağlarmış. Dermiş ki: “Vallahi, ey adem oğlu, eğer sen Kur’an okur, ona inanırsan; bu dünyada üzüntün artacak, korkun şiddetlenecek, ağlaman çoğalacak!”. Çocukluk günlerini Medine’de geçirdiğinden sahabilerin yaşadığı zühd hayatı, Hasan’ın ruhuna sinmiştir. O havayı hiç unutmadı, bu zühd havasını Basra’ya götürdü. Basralılara gerçek zühdün ne demek olduğunu öğretti: “Vallahi, yetmiş Bedir’liye yetiştim, çoğu kez giydikleri sof idi. Eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar da sizin iyilerinizi görselerdi “bunların ahirette bir nasibi yok” derlerdi. Kötülerinizi görselerdi, “bunlar hesap gününe inanmıyorlar” derlerdi. “Öyle insanlar gördüm ki dünyaya ayaklarının altındaki toprak kadar kıymet vermezlerdi. Dünya kendilerine doğmuş, batmış, filan gitmiş, falan gitmiş hiç umurlarında değildi. Öyle insanlar gördüm ki bunlardan biri akşam eder, yanında azıcık azık vardır, yine hepsini yemez. Bunun hepsini kendi karnıma koymayayım, bir kısmını da Allah için sadaka vereyim” diye düşünürdü.

Hasan-ı Basri, o derece hikmetli konuşurdu ki İmam Ca’fer-i sadık, onun hakkında: “Sözü Rasul’ün sözüne benziyor” demişti. O derece kuvvetli bir hitabet gücüne sahipti ki kendine öz üslubiyle “Nereye gidiyorsunuz?” demesi, dinleyenleri ağlatmaya kafi gelirdi. Gözü yaşlı olarak onu dinleyenler, yanından çıkarlarken artık dünyayı tamamen unutmuş, ölümden başka herşeyi kafalarında silmiş olurlardı. Üzerinde durduğu tek konu, Allah korkusu ve ölüm endişesi idi.

Hasan-ı Basri’nin, kendisini böyle zühde adamasında en önemli etken Amir ibn Abdi’l-Kays isimli zattır. Bu zat, Basra’nın toplumsal hayatında yeni bir zühd hareketini temsil ediyordu. Kendisi evlenmez; et, yağ yemez ; emirlerin yanına girmezdi. Tevrat ve İncil ile de biraz meşgul olmuştu.

Onun zühdi hayatını etkileyen diğer bir sebep de Basra’da zühd hayatının teşvik görmüş olmasıdır. Bir zaman sonra Hasan-ı Basri, topluluklarda görünmez olmuş, camide oturmaktan vazgeçmişti. “Ashabını bıraktın, burada yalnız başına oturuyorsun” diyenlere şöyle cevap verdi: “Muhammed (s.a.v.) in ashabından bir takım insanlara rastladım, bana dedilr ki: kıyamet gününde insanların iyisi nefsini en çok muhasebe edendir. Kıyamet gününde en çok sevinecek olan da dünyada en çok üzüntülü olandır. Kıyamet gününde en çok gülen de dünyada en çok ağlayandır.”

Ömer İbn Abdulaziz, kendisine hüküm ve kaza işlerinde yardım edecek kimseleri tavsiye etmesini istemiş , Hasan: “Din ehli seni istemez, dünya ehlini de sen istemezsin” demiştir.

Tefsiri:

Hasan-I Basri, İbnu Abbas’ın tefsir derslerini dinlemişti. Tefsirde en büyük tesiri İbnu Abbas’tan görmüştür. Kendisinde batıni mana sezilmektedir. Zahir ve batın hakkındaki görüşünü şöyle özetler: “Sen batınını araştırır ve bunu zahirine kıyaslarsan, manasına vakıf olursun.” Hasan-I Basri’nin iki meclisi vardı. Biri evde, biri camide idi. Evdeki özel meclisi idi. Burada yakın dostları ile oturur, zühd ve batın ilimler üzerinde konuşurlardı. Özel meclisine devam edenler için : “Kardeşlerimiz, bize ailemizden, karımızdan ve çocuklarımızdan daha sevgilidir. Çünkü ailemiz bize dünyayı hatırlatıyor, kardeşlerimiz ise bize ahireti hatırlatıyor” demiştir.

İbnu’n Nedim, fihristinde tefsirlerden bahsederken Hasan-I Basri’nin de bir tefsir kitabı olduğunu söyler. Taberi, Hasan-I Basri’nin, talebeleri tarafından rivayet edilen tefsirlerini kitabına almıştır. Fakat bunlar çok değildir. Her halde Taberi, Hasan’ın, genellikle İbnu Abbas görüşünde olduğunu kabul etmiştir. Çok defa da Hasan’ın tefsiri, talebesi Katade’nin tefsirine karışmıştır.

Hasan’ın talebelerinde olan Amr İbn Ubeyd’in eserleri arasında tefsire dair bir kitabı da vardır ki Amr, buraya Hasan-I Basriéden işittiklerini yazmıştır. Artık İbnu’n-Nedim’in, Hasan’a atfettiği tyefsir bu mudur, değil midir bilmiyoruz. Ancak Taberi, Hasan’ın görüşlerini söylerken özellikle cebirci olduğuna ısrar eder. Halbuki Amr İbn Ubeyd’in nakli bu görüşe aykırıdır. Onun nakillerinde Hasan, kaderci görünmektedir. Taberi, Hasan’ın tefsirlerini çoğu kez Amr yoluyla nakletmez.

Taberi’deki rivayetlerden anlıyoruz ki Hasan, zamanında Kur’an hakkında söylenen her şeyden bahsetmiştir: Nüzul sebepleriyle hükümler arasındaki münasebetten, nasih mensuhtan, Mekki ve Medeni ayetlerden, kıssalardan, vs. özellikle kıssa, onuın va’z üslubuna pek yarıyordu. Bununla beraber o, kıssaya İbni Abbas, Vehb İbn Münebbih ve diğer kıssa erbabı kadar önem vermemiştir. Onlar gibi Zu’n-Nun ‘un, balık karnında ne kadar kaldığını; Karun’un, kavmine ne renkte bir elbise ile çıktığını söyler. Bilhassa Süleyman’ın kişiliğine önem verir. Süleyman onun gözünde, Allah’ın bir kulda topladığı hikmet ve mülkü temsil etmektedir. Süleyman, Allah’ın rahat yaşatıp hesaba tabi tutmadığı tek insandır.

Hasan’ın tefsirde en büyük özelliği, ayetlerin, ruhunda bıraktığı ize ve zevke göre manalar çıkarmasıdır. O, bizzat ayeti tefsir etmez, fakat ayeti okurken duyduğu hisleri dile getirir. Işte bu yol,sufi tefsirinin metodu ve başlangıcıdır. Kendilerini ona bağliyan sufiler, duydukları zevke göre ayetleri manalandırmaya başlamışlar, tabii bu, git gide zühdi manaların sınırını aşarak felsefi nazariyelere, afaki, enfüsi tatbiklere yol açmıştır.

Ahmed F. Yüksel

 

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..