Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '07

 
Kategori
Coğrafya
 

Hasret

Hasret
 

Dün buradaydılar, şimdi nerdeler?

Hepsi de bir rüyâ gibi geçtiler!

Hasret, gönlü yakan bir ateş. Ancak bu ateş, kişiye yaşama sevinci veriyor. Bu yaşama sevinciyle yüklenen insan, hayata daha sıkı bir şekilde sarılıyor.
Hasret; yaşama sevincini ayağa kaldıran, kanatlandırıp uçuran bir kıvılcım. O kıvılcım, hemen herkeste hangi hevesleri ayaklandırmıyor, uyandırmıyor ki?.

Herhangi bir şeyin hasretini çekmesek, gelecek şafakları kucaklayabilir miyiz? Hiç sanmam!

"Peki, bu hasret denilen şey ne?" der gibi olduğunuzu görüyorum. Kısaca hasret, yanımızdayken şimdi bulunmayanı, çok istememize rağmen de bizimle veya bizim olmayanı özlemektir. Hasretin kökünde ayrılık olduğu gibi, anlatılmaz, tarifi zor sevgiler de vardır. Bu yüzden hasret, az da olsa, sevdiğiniz güllerin yırtıcı dikenlerine benzer. Rengine gönül verip sevdiğiniz gül, zaman olur, size de acılar verir. Fakat bu acılar, ona katlananları yüceltir, imrenilen birer kutup yıldızı hâline getirir. Aranızda, o göz alıcı kutup yıldızlarını sevmeyeniniz, saymayanınız var mı?

Demek ki hasret, yakıcı bir güneştir. O güneşin kanatları altına girdiğiniz zaman, kavuşma, buluşma, ulaşma gibi birtakım isteklerin, daha doğru bir anlatımla, salkım saçak özlemlerin peşine düşersiniz. Bu özlemler, hayatımızın coşup kabaran pınarlarıdır. Bu pınarlardan içtiğimiz berrak, saf sular sayesinde de, yaşadığımız hayat anlam kazanır.

Defter ya da kitaplarımızın yaprakları arasında kuruttuğumuz açık, koyu, soluk renkli beyaz güllerin, kırmızı karanfillerin, mor menekşelerin, sarı papatyaların sırrı, kendi kozasını dokuyan hasretten başka ne olabilir? Fırat niçin deli akar? Kabarıp coşan Kızılırmak neyin öfkesindedir? Menderes neden durgundur? Acaba onlar, okudukları hasret şiirlerinin kaçıncı mısrasındalar? Analarımız, biricik yavrularının geleceklerine duydukları hasret ateşiyle olmalı, altın saçlarını hepimiz için süpürge ediyorlar. Beklentileri, bir tutam hasretten başka ne?

"Ey hürriyetin güzel yüzü! Sen ne kadar da büyüleyiciymişsin? Tutsaklıktan kurtulduk ama, bu defa da senin aşkının esiri olduk." diyen Namık Kemal'in canım hürriyete duyduğu hasret, daha sonraları bizim karşımıza "cumhuriyet" olarak çıkmadı mı? Hele o cumhuriyetimizin kurucularının; kaybedilmiş yurtlarına, orada bıraktıkları ana, baba, bacı veya yavuklularına duydukları hasret de, o toprakları ve üstündeki her şeyi kirleten yabancı saldırganların ayaklarını, bir dokuz eylül günü İzmir kıyılarında kırdırmadı mı? Kaybedilen vatan ve oradakilere duyulan bitip tükenme nedir bilmeyen özlem ateşleri, yeni bir Ergenekon tuzağına düşürülen Türk'e, yeniden istiklâlini kazandırmadı mı? Hasret yumağının ucundaki özlem ipinin ele geçirilip açılması ve çözülmesiyle de bütün haritaların en güzel noktasında yer alan biricik devletimiz Türkiye Cumhriyeti'nin ne fedakârlıklar sonucunda kurulduğunu unutmayalım.

Tekerleğin bulunuşunda, tepkili motorların en ufak dişlisinde, mavi gökyüzünün dipsiz derinliklerine gönderilen roketlerin her parçasında, kim bilir hangi hasretlerin izi vardır?.. Günlerce tuz yalatıldıktan sonra çaya su içmesi için indirilen kara koyunun onca susuzluğuna rağmen, su içmeden geri dönüşünün sırrı, ünlü aşık kara çobanın sihirli kavalından dökülen hangi hasret nağmesinde gizlidir?

Dökülen hangi nağmesinde hasret gizlidir?

Hasretler, ufkumuzu tutan sayısız uygarlıkların harcındaki ilk kıvılcım olmuştur. Bu yüzden olsa gerek, bizim yürekli mimarlarımız, belki Fuzulî'den aldıkları ilhamla, Harran topraklarının suya duyduğu hasreti dindirmek için GAP denilen yedi küpeli geline hayat verdiler. Orada şimdi, suya kavuşan toprakların hasreti bitti sanıyorsanız, aldanıyorsunuz. O topraklar şimdi de, cümle yeşilliklerin en koyusunun hasretini çekiyorlar.

Şu gerçek, asla unutulmamalı: Hasretler olmasa, vatan denilen ocak şenlenmez. Yedisinden yetmişine, kadınından erkeğine, gencinden ihtiyarına bütün millet, 2001'li yılların şafağında yeni yeni hasretlere yüklenirsek, özlem kıvılcımlarının yaratacağı o hızla, dağları da, çağları da devire devire, yarınların önder, uygar ve bütün herkesin gönlünce yaşamaya değer bulacağı modern Türkiye'yi yaratabiliriz.

Olgunlaşmanın ilâcı olan hasret, bütün başarıların da sırrıdır, değil mi?

 
Toplam blog
: 51
: 1343
Kayıt tarihi
: 31.08.06
 
 

1947 Haziranı'nda Bağarası'nda doğdu. İlkokulu doğduğu yerde, ortaokul ve liseyi Aydın'da okudu. ..