Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Kasım '16

 
Kategori
Öykü
 

Hasretlik aşklar

Hasretlik aşklar
 

HASRETLİK AŞKLAR


Rüzgarın uğultusuyla uyanmıştı yeni güne. İçinde tatlı bir huzur vardı sebepsiz. Gülümseyerek açmıştı gözlerini. Yerinden kalktığında güneş yeni doğuyordu. Yatağının ucuna geldiğinde saçı başı karışmış bir haldeydi. Sonra küçük ellerini başına getirerek saçlarını havalandırdı. Tıpkı tatlı bir melodi gibi. Ayakları üstüne doğrulduğunda garip bir enerji hissetti içinde. Sanki dünyaya yeniden gelmiş gibi hafifti. Ve bu yürek pırıltısıyla odanın camına yöneldi. Perdeyi aralayarak dışarı baktı. Her yer, güneşin içtenliğiyle yeni güne merhaba diyordu. O an tüm kainat buram buram umut saçıyordu sanki. Ardından pencereyi açtı. Ve tertemiz havanın oksijenini ciğerlerine değin çekti. Aynı zamanda da huzur veren gülüşü netleşti. Zira Selim’le buluşacaktı. O uyurken, sevdiği adam yollardaydı aşkın yürek titreten sesiyle. Etlik lisesinde karşılayacaktı sevdiğini. Belki de tüm huzuru bundandı. Yüreğinin coşkusu, bedeninin hafifliği... Tıpkı bir serçe gibi narin ve hassas. Rüzgarın şiddeti artığında üşüdüğünü hissetti. Ve aynı anda saçları yeniden karıştı. Pencereyi kapattığında titrediğini fark etti. Havanın sertliği iliklerine kadar işlemişti. Ardından ellerini ovuşturarak yürümeye başladı. Dolabına geldiğindeyse sessizce kapısını açtı. Ne giyeceği konusunda bakındı bir süre. Çok güzel olmak, Selim'in içini titretmek istiyordu. Ve bembeyaz kıyafetler seçti kendine o an. Aşık olduğu adamın sevdiği gibi. Beyaz eşarp, gömlek ve ceket. Altına ise krem rengi pantolon. Harika görünecekti. Hatta Selim yeniden aşık olacaktı belki de. Saatine baktı. Geç kalmak üzereydi. Ve bir an panikledi. Zira onu bekletmek istemiyordu. Ardından hızlıca giyindi. Vakit kaybetmeden de evden çıktı. Yeni günün ferahlığıyla uçuyordu sanki. Zira sevdanın ölüm kokan ateşiydi yüreğine sinen. Sevda ise, Selim’di. O olmasa hep eksikti, hep eksik kalacaktı. Öylesi seviyordu delikanlıyı. Yüreğindeki ılık sızı her yanını sarmıştı artık. İlk kez böylesi bir duygu yoğunluğu yaşıyordu. Mantığının dışında hareket etmemişti hiçbir zaman. Fakat bu sefer farklıydı. Farkın adı Selim’di. Aşktı yani. Aşkın olduğu yerdeyse mantık kaybolmaz mıydı zaten. Her yanı sarınca bu tatlı sarhoşluk kim bakardı ki mantığın, aklın doğruluğuna. Esma’da yitirmişti düşünme kabiliyetini. Sadece aşk vardı gözlerinde, sözlerinde. Sadece o vardı. Selim vardı yani her yanında. Küçücük dünyasının uydusu olmuştu bir anda. Sade, basit hayatına bir güneş gibi doğmuştu. Sanki o yokken karanlıktaydı hiç yaşamamış gibi.

Hızlı adımlarla geldiği Etlik lisesinin önü bomboştu. Kimsecikler yoktu. Ancak araç trafiği ve günün koşuşturması çoktan başlamıştı. Genç kız bunu fark ettiğinde içinden ‘’Selim’de trafiğe takılmasa bari.‘’ diye geçirdi. Çünkü fazlasıyla yoğundu Ankara’nın bugünü. Sanki herkes yarış içindeydi. Delicesine ve birbirlerini yok sayarcasına. Bir müddet sonra ise genç adam yolun karşısında göründü. Esma onu fark ettiğinde çocuk gibi sevinmişti. Bir anda yüzünde gülücükler açmış, okullu küçükler gibi ellerini birbirine vurmaya başlamıştı. Selim’se uykusuz ve bitkin görünüyordu. Gece boyu yollarda geçmişti saatleri. Lakin Esma’yı gördüğünde o da bir anda keyiflendi, minikler gibi gülümsemeye başladı. Ve içindeki kalp denen organ atışlarını hızlandırdı. Sanki onu yıllar sonra ilk kez görür gibiydi. Öylesi hasret ve aşk kokan bakışlarla süzdü sevdiğini. Ardından karşıya geçmek için yola doğru adım attı. Tüm dikkatiyle sağını, solunu, önünü, arkasını kontrol ederken bir yandan da yürüyordu. Araçların tehlikesinden uzaklaştığını fark ettiğinde de sevdiğine odaklandı. Ve daha hızlı adımlamaya başladı yolu. Esma ise tüm ihtişamı ve gülümseyen çehresiyle onu bekliyordu. Sonra genç adam yüreğinin sesine dayanamayarak koşmaya başladı. Sanki bir an yol hiç bitmeyecek gibi geldi. Kaldırıma adım attığındaysa aniden durdu. Ve içli bir keman sesi duymuş gibi Esma’nın gözlerinde kayboldu. Bakmalara doyamıyordu genç kıza. Dokunsa her şeyin büyüsü bozulacak gibi geldi bir an. Korktu yanına sokulmaya. Zira Selim için artık o, farklı bir noktada, yüreğinin en değerli yerindeydi. Son dönemde yüzünü güldüren, mutlu eden yegane kişilikti.

Nasıl tarif edilebilirdi ki genç kız Selim’in gözünde. Sanki yağmurdan sonra gelen toprak kokusu, ya da gökyüzünde renk cümbüşü oluşturmuş gökkuşağı gibiydi. Buram buram farklılık kokuyordu. Saflığın, temizliğin, içtenliğin ifadesi gibi. Öyle hoş ve etkileyiciydi işte. Hani yeni bir kitap yazılır, ardından insanın içini bir mürekkep kokusu sarar ya, işte öyle eşsizdi Esma. İmkansızlığın, özlemin, gizemin ve eksik kalan duyguların ifadesiydi. Sanki kainatı taşıyordu benliğinde. Bir elinde gökyüzü, diğerinde güneş. Gözlerindeyse karanlıkta parlayan yıldızlar. Eşsizdi sahte dünyalar içinde sevda kokan haliyle. Öylesi bir farktı kış ortasında açan kardelenler kadar. Eski bir göz ağrısı gibiydi. Sanki yıllardır tanıdığı, hiç aklından çıkmayan gönül yarasıydı Esma. İçli bir keman sesi gibi yürekleri titreten, kararmış dünyaları aydınlatan, hasreti çekilen... Her daim böyle birini beklemiş, sabretmişti. İsmi konulmamış, tadılmamış bir duygunun adıydı. Söylenip anlatılamayan, dilin ucuna kadar gelip suskunlaştıran... Tek hayaliydi belki de. İsimsiz kahramanıydı delikanlının. Büyüleyici ihtişamıyla kaderi, alın yazısıydı.

Genç adam hala gözünü kırpmadan onu izliyordu. Hayran kalmıştı sevdiğinin güzelliğine. Ağzı dili kurumuştu bir anda. Nerede, kiminle, nasıl bir ortamda olduğunu unutmuştu çoktan. Sadece Esma vardı gözleri önünde. Sanki sadece ikisi yaşıyordu dünya denen yer kürede. Yumuk yumuktu, küçücüktü elleri. Bembeyazdı gül kokan teni. Bir melek gibi kanatsız... Hani yeni bir gün doğar ya, en narin haliyle. Yazın habercisi olan bir bahar günü. Öylesi eşsizdi Esma. Bir renk cümbüşü kadar ışıltılı, gece karanlığı kadar zifiri. Yüreklerdeki dehlizlere ışıktı gözleri. Suskunluğu bile ayrı bir lisandı, ayrı bir dildi. İnsanın içine, en derinine dokunurdu kokusu. Baş döndürürcesine etkileyen, sarhoş eden. Şiirlere, şarkılara, şairlere ilham olmalıydı güzelliği. Özgürlüktü bakışları, gülüşleri. Tıpkı bir güvercinin, bir martının yalnızlığı gibi. Genç kız farkın ta kendisiydi. Aşktı. Sevdaydı. En derinde gizli kalmış duyguların tanımıydı. Kire, pasa, çamura bulanmış dünyanın temiz haliydi o. Dünyayı saran sihirli bir büyü gibi. Rüzgar gibi. Esma gibi. Esma demek, dünya demekti Selim için. İçli bir şarkının mırıldanması kadar yüreğini yakıyordu aşkı. İçindeki saflığın tercümanıydı belki de. Belki de yıllarca hasretini çektiği sevdanın tanımı. Zira gerçek böylesi bir şeydi işte. Esma bir yana, dünya bir yanaydı artık. Öyle ya sevda değil midir tüm dünyayı güzelleştiren, değiştiren. Selim’de vurulmuştu taa en derinden. Esma almış götürmüştü içindeki kalp denen vefasızı. Çocuksu bir sevdaydı yüreğindeki. Onlar kadar temiz ve saf. Özlemleri kadar kocaman, kalpleri kadar yufka, sözleri kadar tatlı, elleri gibi narin.

Aşkın ne denizi olur, ne de seli. Ne genci, ne de yaşlısı. Ne güzeli, ne çirkini. Düştü mü yüreğe bir kere depremler, yangınlar, seller engelleyemez onu. Tüm engellere, gözyaşlarına rağmen susmaz içindeki çarpıntı, taze his. Susturamaz böylesini hiçbir şey. Selim’inde aşkından, sevdasından başkası yoktu gönlünde. Gözü görmüyordu hiç kimseyi. Sadece o vardı bütün kalbinde, beyninde, kanında, canında.

Aşka, sevdaya bulanmış insanlardan daha çaresizi yoktur aslında. İnsan onun lezzetini tattığında ya kaybetmekten korkar, ya da hiç kavuşamamaktan. Yitirdiğindeyse acı denizinin en derin noktasında yok olur, yahut kavuştuğunda meçhullerde. Halbuki sadece kainat kadar büyük bir boşluktadır yapayalnız, kimsenin görüp bilemediği, anlayamadığı. En iyisi hiç düşünmememek, bilmememekti. Belki de bilmemek en büyük mutluluktu. Büyük boşlukların içinde kaybolup hissetmemek, hatta kaçıp gidebilmek daha da büyük derinliklere.

Ve aynı anda gözlerinin nemlendiğini hissetti genç adam. Bunu fark eden Esma’ysa koşar adım yürüdü sevdiğine. Tüm gücüyle sarıldı genç adama. Selim’de Esma’ya. Sımsıkı sarılmışlardı birbirlerine. İkiside dayanamamıştı bu duygusallığa. Ve bir anda dökülüverdi gözlerinden yaşlar. Zira aşkın göz yaşlarıydı bunlar. Yanıp yakılan gönüllerin kıvılcımıydı.

Keşke günahsız, tertemiz bir beyazlığın örtüsünde böylesi aşklar olabilseydi.

 
Toplam blog
: 34
: 198
Kayıt tarihi
: 11.08.15
 
 

Bolu'luyum. 24.09.1984 doğumluyum. Özel bir şirkette muhasebe satış memuru olarak çalışıyorum. Ya..