Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '16

 
Kategori
Öykü
 

Hastane 2053 (1)

Hastane 2053 (1)
 

Uzun bir süredir Milliyet Blog'da Türkiye'nin çok aydınlık olacağını umduğum geleceğiyle ilgili fütüristik öyküler paylaşıyorum. Bilim kurgu tarzında yazdığım bu öyküler ne yazık ki çok fazla rağbet görüp okunmuyor. Herhalde çok az kimse bu ülkenin parlak bir geleceği olabileceğine inanıyor... Hele son birkaç aydır yaşadıklarımızdan sonra.. Ancak önce ümitler ölür. Geleceğimize olan inancımızı her zaman canlı tutmalı ve ülkenin üzerine çöken kara bulutlar ne kadar çok olsa da, gelecekte büyük ve güçlü Türkiye inancımızı yitirmemeliyiz.

.........................   ................................................................................................................................

Nisan 2053, Boğaz Sırtlarında Bir Hastane, Beykoz İstanbul

Bu yıl boğaz sırtlarına bahar biraz erken gelmişti. Sanki büyük fethin 600.yılı kutlamalarına hazırlanıyormuş gibi her taraf göz alıcı çiçeklerle donanmış, erguvanlar korulukları o muhteşem rengiyle bir gelin gibi süslemişti. Eskiden boğazda bu kadar erguvan yoktu. Ancak lale bayramı gibi erguvan bayramı da moda olunca koruluklara, park ve bahçelere yüzlerce erguvan ağacı dikilmişti.

İki taraflı ağaçlıklı yoldan erguvanları seyrede seyrede ilerdeki büyük hastane binasına doğru yürüyen Şahin Bey düşünceliydi. Uzun bir süredir boğulur gibi öksürüyor, nefes darlığı ve sırt ağrılarından şikayet ediyordu. Doktora gitmekten pek hoşlanmadığı için bugüne kadar hiçbir yerde muayene olmamıştı. Ancak eşi ve çocuklarının ısrarına dayanamamış ve hastanenin yolunu tutmuştu. Sağlığı hakkında oldukça endişelenen eşi ve çocukları bir de kan tükürdüğünü bilselerdi ne derlerdi acaba?

Hastane bahçesine ayak bastığında çok değişik bir yere geldiğini anladı. Burası klasik hastanelere benzemiyordu. Gerçi son yıllarda hem tıp teknolojisi, hem de hastane mimarisinde önemli atılımlar yapılmış, dünyanın dört bir yanından gelen hastalarla Türkiye sağlık turizminin başta gelen ülkesi olmuştu. Ancak bu hastane çok daha değişik görünüyordu. Eskiden olduğu gibi binalar dizisinden oluşan bir hastane kompleksi değil, daha çok bir tatil köyünü andırıyordu. Ortalıkta dolaşan beyaz gömlekli doktorlar, hemşireler, sedye ve tekerlekli sandalye taşıyanlar olmasa rahatlıkla böyle sanılabilirdi.

Doktorlar klasik randevu sistemiyle çalışıyordu. Bu yüzden yakın randevuları bekleyen birkaç hasta dışında kimse yoktu. Randevular ne bir dakika gecikiyor, ne de öne alınıyordu. Her şey gong vurur gibi zamanında..

İçeri davet edildiğinde neler söyleyeceğini çoktan tasarlamıştı. Elinden geldiği kadar iyi görünmeye çalışarak, bir muayene ile bu hastane macerasını bitirmeyi düşünüyordu. Beyaz saçları ve buna tezat gibi duran kara kaşlarıyla güleç yüzlü bir doktor buldu karşısında. Hastasıyla ilk defa karşılaşan her doktor gibi şikayetlerini sordu ve tek bir parmak hareketiyle boşlukta beliren bilgisayarın sanal klavyesinde durmadan bir şeyler kaydetti. Bunu fizik muayene takip etti. Öksür, derin nefes al, sırtını aç, göğsünü aç gibi..Ardından tekrar karşı karşıya oturduklarında doktorun ilk sözü:

- Ciğerlerinizi çok yıpratmışsınız, oldu.

- Aslında bize yıllar önce gelmeniz gerekiyordu.

Şahin Bey gülerek:

- O kadar kötü mü doktor?

Diye sordu.

- Ne kadar ömrüm kaldı?

Doktor öncekine benzer bir gülümsemeyle:

- Biz burada kimseye ömür biçmiyoruz Şahin Bey, diye cevap verdi.

- Ömrü tayin eden Allah’tır. Şimdi sizi HP yani holografik projeksiyona göndereceğim. Ciğerlerinizin ne durumda olduğunu tam olarak orada göreceğiz. Bir saat kadar sonra görüşürüz.

Röntgen, tomografi,  MR derken yeni yüzyılın ortalarında görüntüleme teknolojisinde inanılmaz gelişmeler yaşanmıştı. 2020’lerde geliştirilmeye başlanan holografik projeksiyon cihazlarıyla son yıllarda mükemmel görüntüler elde ediliyordu. İnsan vücudunun her milimetre karesini tarayan bu cihazlar transparan holografik görüntülerle başta organ ve damarlar olmak üzere birebir canlı gibi izlenebiliyordu. Üstelik transparan görüntü tekniğiyle organın her santimetre karesi ayna gibi ortaya çıkıyordu.

Şahin Bey bu cihazın içine girdiğinde şimdiye kadar bildiği hiçbir şeye benzemediğini gördü. Geriye doğru yaslanmış koltuğa oturduğunda müziği andıran ritmik bir ses duyuldu. Ardından da yukarıdan akseden bir ışık huzmesi bütün vücudunu taramaya başlamıştı. Müziği andıran ses o kadar çekiciydi ki gözlerini kapadı ve geride kalan güzel şeyleri hatırlamaya çalıştı. Fakat kısa bir süre sonra müziğe benzeyen bu ses aniden durmuş ve vücudunu tarayan ışık huzmesi kaybolmuştu. Hoş bir ses “ İncelemeniz bitmiştir çıkabilirsiniz” dediğinde yavaşça ayağa kalktı ve hafifçe tıslayarak açılan kapıdan dışarı çıktı. “Demek holografik projeksiyon cihazı dedikleri bu olmalı” diye düşündü “ Her şey ne kadar da değişmiş. Neydi o MR cihazları? Gürültüden kulaklarımız sağır olurdu” . Doktorla görüşmesine daha kırkbeş dakika vardı. Hastaneye gelirken gördüğü cafelerden birine doğru yürüdü. Bu zaman zarfında şöyle bir şeyler içebilir ve hatta fırsat bulabilirse  bir- iki sigara tüttürebilirdi.

Şahin Bey ard arda iki nefis kahve içti ama sigarasına elini bile sürmedi. Çünkü bu hastanenin dışında bile buna izin verilmiyordu. Fıskiyeli havuzların kenarında güneşlenen hastalar oldukça mutlu görünüyordu. Kimileri refakatçi aile efradıyla sohbet ederken kimileri de kendilerine özel tahsis edilen hemşirelerle dertleşiyorlardı.

Çevreye o kadar dalmıştı ki doktorla görüşme saatinin gelip çattığını son anda fark etti. Sağlığına boş vermiş görünmesine rağmen doktorun yanına girerken bir hayli heyecanlıydı. Hemşire refakatinde içeri girip önündeki evrakları okuyan doktorun karşısına oturdu.

-Evet Şahin Bey..Nerde kalmıştık?

Şahin Bey ne cevap vereceğini düşünürken doktor elindeki cihazın düğmesine bir- iki defa bastı. E ş zamanlı olarak boşlukta beliren ekranın yanı başında üç boyutlu holografik bir görüntü vardı. Şahin bey bu görüntünün kendi iç organları olduğunu anlamakta gecikmedi. O kadar canlı ve sahici görünüyorlardı ki Şahin Bey gayri ihtiyari elini göğsüne dokundurdu. Hayır, içi boşalmamıştı. Bütün organları yerli yerinde duruyordu.

- Aynen size dediğim gibi,

diye söze başladı doktor. Bir yandan da parmakları kendi ciğerleri üzerinde dolaşıyordu.

- Çok şükür habis bir oluşum yok. Ancak ciğerleriniz çok zarar görmüş. Bütün bronşlar ve alveoller geriye dönüşsüz olmak üzere harab olmuş durumda. Çok yakında ciddi bir anfizem yaşayabilirsiniz. Ayrıca sizin de görmüş olduğunuz gibi ciğerleriniz sigara yüzünden katranla kapamış gibi.

Doktor bir yandan sahici bir organ gibi görünen hologram üzerinde açıklama yaparken bir yandan da boşlukta beliren sanal klavyeye bir şeyler yazıyordu. Şahin Bey duyduklarından fazla etkilenmişe benzemiyordu. Belki de böyle bir sonuçla karşılaşacağını tahmin etmişti.

- Bir saat önce bana ömür biçmediniz ama durumum pek parlak görünmüyor. Öyle değil mi?

Doktor gülerek hologramı kapatırken sanal ekran hâlâ önünde duruyordu.

- Durumunun parlak olmadığı doğru Şahin Bey..diye cevap verdi.

- Ancak sizin için çok parlak bir akciğer imal edeceğiz. Bunun için de bir süre hastanemizde misafir edeceğiz sizi.

Şahin Bey doktorun yapay organdan söz ettiğini anlamıştı. Daha önce bu konuda bir şeyler okumuştu.

- Önce sizi yatırıp, uygun ilaç tedavisiyle stabil hale getireceğiz. Sonra da kök hücreniz alınarak sizin için bir yapay organ üretilecek. Ardından eskisini çıkarıp size yeni bir akciğer hediye edeceğiz. Ancak bunun için uzunca bir süre burada misafir olmanız gerekecek.

- Ne kadar mesela?

- Bahar bitmeden son çiçeklerin kokusunu yeni akciğerlerinize çekebileceksiniz. Belki de daha erken. Yeni organınızın vücuda uyumuna bağlı.

- Ya uyum göstermezse?

Doktor boşluktaki sanal ekranı kapatırken:

- Artık böyle bir ihtimal yok, dedi.

- Vücudun yeni organı reddetmesi olayı çok eskilerde kaldı. Çünkü o yabancı değil. Sizin kendi hücrelerinizden yapılacak. Yani sözün kısası, burada emin ellerde olacaksınız. Sizi yeniden dünyaya gelmiş gibi yenileyip evinize göndereceğiz. Şimdi gidebilirsiniz. Birkaç gün içinde sizi bekliyorum. Valizinizi alıp hastaneye gelin. Sakın geciktireyim demeyin. Hayati tehlike yaşayabilirsiniz.

Şahin Bey hiçbirşey demeden ayağa kalktı. Doktorla el sıkışırken kısık bir sesle:

- Tamam doktor bey, dedi.

 - O akciğeri istiyorum.

Doktor da ayağa kalkıp kapıya kadar yolcu ederken gülümsüyordu. Şahin Bey’in güveni zirveye çıkmıştı. Koridorun sonunda dönüp hâlâ kapıda bekleyen doktora el salladı.

( Devamı var)

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..