Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hatırlamada kalabilmek...

Hatırlamada kalabilmek...
 

Farkında ve hatırlayarak yaşamak sizin için ne ifade ediyor?

Son beş on yılın en gözde kavramlarından bir tanesi "farkında olmak." “Ben kimim,” sorusu ile birlikte algılanır, sıradanlığın ötesine geçmek şekline dönüşebilir.

Farkındalık, atılan her adımın ne olduğunun bilincinde olmak demektir; bilgi ile beslenir, anın içinde yaşanır, deneyimlerin içinde güçlenerek hatırlamaya dönüşür.

Hatırlamak... Hatırlayabilmek...

Yedi, sekiz yaşlarında belki daha sonraları da, hem hendi evimde hem ziyarete gittiğim başkalarının evlerinde, biraz merak fazlasıyla da haylazlıktan etrafı karıştırırdım. Evimizin içinde nerede ne olduğunu bilmediğim hiçbir şey kalmamıştı. Bazen hoşuma giden, içleri yaşıma göre ilginç eşyalarla dolu dolapları, çekmeceleri tekrar tekrar incelerdim. Bu nedenle de büyüklerimin kaybettiği, çılgınca aradığı şeyleri bir iki dakika içinde elimle bırakmış gibi bulup, önlerine koyardım.

Zaman içinde meşgalelerim arttı elbette. Ortaokul, lise derken, üniversitenin ağırlığı ve etkisi bütün hayatımın üzerine çöktü. Ev, ikinci, üçüncü plana atıldı. Ayrıca benim sahip olduğum eşyalar da artmıştı. Odam ve yıllar sonra zorlamamla kullanıma açılan misafir odası/salon bana ait kitap, defter, dergi vs. ile doldu.

Sağa sola, örneğin bir peçete üzerine düşülmüş bir kaç şiir... Kaç tane şiirim olduğunu ben bile bilmiyorum, bu şekilde yazılıp bırakılmış.

İşte tam da o günlerde unutkanlık, aradığını bulamama, hatırlayamama şeklinde kendisini gösterdi.

Bunun çeşitli sebepleri vardı kuşkusuz, bir çoğunu yazarak geçtim.

Tekrarlamak gerekirse...

Öncelikle sahip olduğum, ilgilenmem gereken şeyler artmıştı. Ev yoğunluklu bir yaşamdan, ev dışı ağırlıklı meşgaleye doğru bir yöneliş oldu. Biriktirdiklerim çoğalmıştı. Yani daha önce başkalarının eşyaları vardı, artık bana ait olanlar, yani kaybedeceklerim vardı. Bu nedenle de nereye koyduğumu hatırlayamıyordum.

Şimdilik bu kadar hatıra yeter.

Ben böyle yaşıyorum da siz başka şekiller de mi yaşıyorsunuz? Hepimizin “ben neden bu kadar dağınığım?” dediği bir zaman dilimi yaşadığını biliyoruz. Henüz yaşamamış olan bile bu potansiyeli taşımakta. Yanılıyor muyum?

“Hayatta ne ile ilgilendiğimiz değil, ilgilendiğimiz şeyle ne ölçüde kaliteli bir yakınlık kuruyoruz, yaşıyoruz, bu çok önemlidir.”

Bu nedenle farkında olmak çok önemli bir hal alıyor; dahası hatırlayabilmek!

Geçenlerde gazetelerin birinde önemli günleri hafızasına kaydetmiş ve zamanı geldiğinde sahibine hatırlatan bir yüzüğün piyasaya sürüleceği haberini okumuştum. Belki de o haberi okurken bu yazıyı düşündüm.

Hayatın bu kadar karmaşık olmadığı dönemlerde kuşkusuz insanların yoğunlaşabileceği konular vardı. Örneğin aşk! Milena’nın aşkından ve tutkusundan yüreğinin önemli bir bölümü parçalanmış Kafka’nın hiç unutamayacağı bir sevgilisi vardı. Kafka’nın tutkusu o kadar etkileyiciydi ki; Milena’ya yazdığı mektupları okuyanlar bu duygu yoğunluğunun içine kolaylıkla girebiliyordu.

Bugün ajandasız hayatımızı devam ettirebilmemiz mümkün değil. Peki Kafka’dan daha kaliteli bir hayat sürdürdüğümüzü iddia edebiliyor muyuz?

Tolstoy’dan söz etmiştim. (Tolstoy’un diriliş’i) Klasikleşmek kolay değil. Belki her çağın edebiyat anlayışının farklılığından da söz edebiliriz; ama ben kendi adıma popüler olan eserleri okuduğumda, kahramanların içinde bulundukları psikolojilerin hangi nesnel ya da öznel durumdan kaynaklandıklarını ayırt edemiyorum.

Bütün öykü boyunca intiharın kıyısında duran ve sonunda da kendisini köprüden aşağı atan Elif Şafak'ın romanı Araf’taki kadının derdinin ne olduğunu bir türlü anlayamıyorum.

Demek ki, ne kadar dolu yaşanırsa yaşansın, ne kadar mücadele dolu olursa olsun, atladığımız, unuttuğumuz, hatırlayamadığımız, farkına varamadığımız bir şeyler var.

İşte çalışırken, başka şeylere odaklanıyoruz; bu nedenle oluşan hatalar karşısında sürekli mazeret üretip, kılıfına uydurmaya çalışıyoruz. Kaçış alanları arıyoruz. Hep söylüyoruz, mutlu olmadığımız bir işteyiz belki de? Serviste, yolda giderken, yürürken huzursuzlanıyoruz; sürekli eşlik eden bir eksiklik duygusu, geç kalmışlık telaşı; evde evin güzelliklerini kaçırıyoruz, başka şeylere odaklanıyoruz; bir süre sonra bakmışız ki, ev dediğimiz şey sıradanlaşmış, dağıldığı gün, kaybettiğimiz zaman gözyaşı dökülen bir hüzne dönüşmüş. Bu anın içinde hatırlıyor olabilmek önemli olmaktan çıkıyor.

İşte tam da bu noktada gözyaşına dönüşmüş hüznün de gerçek olmadığını; çaresizliğimiz, zayıflığımız olduğunu, aslında hiç de bu duruma gelinmeyebilineceğini “fark ediyoruz.”

Ama “geri” dönüşler kolay olmuyor. Hiçbir şey yeniden başlanılacak kadar “yeni” olmuyor. Çünkü hayat bir çeşit geri dönüşümü olmayan kimyasal süreçler yaşatıyor.

“Unuttuğumuzu hatırlıyoruz; ama hatırlamak sadece unuttuğumuz şeyi tekrar canlandırmak anlamına gelmez!”

Belki de unutulması gerekenlerin farkına varmaktır, hatırlamak; yepyeni bir hayata uyanılan günde bahar temizliğidir.

Hatırlamada kalabilmek en zor zamanlarda tutunacak bir umut dalı olduğunun ilhamını da verir.

Neyi hatırlamamız gerekiyor?

Nazım diyor ki; “Ne güzel şey hatırlamak seni!”

Bu bitip tükenmek bilmeyen devinimin içinde hep aynı kalabilen öze dönmektir, hatırlamak; geçmiş, bitmiş bir nostalji ya da geleceğe doğru kovalanan ütopya için değil de, bu anın coşkusunu canlı tutabilmektir.

Hatırlamada kalın.

Uzay Gökerman

 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..