Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '13

 
Kategori
Anılar
 

Hatırlamak istemediğim anılar...

Hatırlamak istemediğim anılar...
 

Olaydan birgün sonraki gazete nüshası...


 

Anılar kategorisi genelde insanların geçmişte yaşadıkları güzel anları paylaşmak için kullanılır. Ama geçmişte yaşanan güzel anılar olduğu gibi, insanların hatırlamak istemediği kötü anılar da olabilir. Çok kişi bunları dile getirmek istemez. Çünkü bunları dile getirdiğinizde o anları tekrar yaşamış gibi olursunuz.  Milliyet Blog'daki yedinci yılımda bugüne kadar elimin yazmaya varmadığı bir anımı paylaşacağım. Bu paylaşacağım olay televizyonlarda ve gazetelerin birinci sayfalarında yer alan bir olaydır. Yazacaklarımın hiçbiri kurgu değildir. Birebir benim başımdan geçmiş olaylardır. Yalnız bunları okurken, yaşanan durumu bugünkü şartlarla değerlendirmeyin lütfen. O zamanki şartlar ne yazık ki öyleydi.
 
En riskli meslek grubu hangileridir? diye sorarsanız, ilk akla gelen polislik ve askerliktir. Ama 12 Eylül öncesinde bunların içine bankacılık mesleğini de ekleyebilirdik. O devri yaşayanlar çok iyi bilir, sağ, sol çatışmaları, hergün bir o taraftan, bir öbür taraftan onlarca ölüler artık normal bir haber gibi algılanıyordu. Soygunlar alıp başını gitmişti. Güvenlik görevlileri çaresizdi. İktidarlar ise dibe çökertikleri ekonominin yanında, anarşinin her gün tırmanması karşısında elleri kolları bağlı olanları izliyordu. 
 
O zamanlar terör örgütleri maddi gereksinimlerini soygunlarla karşılıyorlardı. Burada da en kolay hedef banka şubeleriydi. Çünkü o zamanlar bankalarda güvenlik görevlileri, merkeze bağlı alarm sistemleri, yollarda mobese kameraları yoktu. Bir dönem banka şubelerini korumak için bekçileri görevlendirmişlerdi. O dönemde daha önceden iki defa soyulmuş bir şubeye tayinim çıkmıştı. O zamanlar şef pozisyonundaydım. Şube tek katlıydı. Arkadaşlar sık sık soyulduklarını söylediklerinde ben, öğle tatillerinde şube personeline esprili biçimde askerlikten kalma alışkanlıkla da  yat, kalk eğitimleri yaptırıyordum. Ancak bu espri dediğim olay kısa bir dönem sonra acı bir şekilde gerçekleşti. Şubeyi soymak için bankaya giren soygunculara, kapıdaki bekçi müdahale etmiş. ancak bu müdahalesini canıyla ödemişti.  Soyguncular bekçiyi gözümüzün önünde öldürmüşlerdi. Sonra da dışardan şubeyi taramışlar, ancak paraları alamadan kaçmışlardı. Bekçinin ölümü dışında bir müşteri elinden hafif bir şekilde yaralanmış, şube personeline ise birşey olmamıştı. 
 
Kısa bir süre sonra ise bankanın Bakırköy şubesine muhasebe şefi olarak tayinim çıkmıştı. Yine o dönemde bankaların şubeler arasında para taşıyan zırhlı araçları ve güvenlik görevlileri yoktu. Şubeler arasında ve merkezle şubeler arasında para nakli normal binek araçlarıyla yapılıyordu. O dönemde  para nakli yapan ekipte sadece bir adet Kırıkkale marka tabanca vardı diye hatırlıyorum. 
 
Bakırköy şubesinin müşterileri arasında Türkiye Jokey Kulübü de vardı. Biliyorsunuz TJK ülkemizde at yarışlarını bünyesinde bulunduran bir kuruluş. Bankanın da  TJK ile bir anlaşması vardı. O zamanlar at yarışları Cumartesi, Pazar ve Çarşamba günleri yapılıyordu. Banka olarak da biz günlük hasılatı yerinde tahsil ediyorduk. Yani yarışlar bittikten sonra, bütün hasılat Veliefendi Hipodromunda veznedarlar tarafından sayıldıktan sonra, banka olarak makbuz verip, yerinde teslim alıyorduk. Ben de banka yetkilisi  olarak paraları teslim aldığımıza dair, imza atıyordum. 
 
Peki paraları nasıl şubeye getiriyorduk? Hipodroma  en yakın olan Osmaniye karakolundan bir polis eşliğinde elimizde para bavuluyla hipodromun önünde taksi bekliyorduk ve gelen taksiyle birlikte hasılatı şubeye getiriyorduk. Şimdi düşündükçe aklım almıyor ama durum ne yazık ki böyleydi. 
 
Bir zaman sonra taksiciler artan terör olaylarının etkisinde kalarak, artık bizi araçlarına almamaya başladılar. Ancak bizi tanımayan bir taksici bulursak o zaman paraları şubeye getiriyorduk. Ama artık bütün taksiciler bizi tanımaya başlamıştı. O zamanlar siz deyin ikinci el, ben diyeyim beşinci el, taksitle bir Volkswagen araba almıştım. Madem taksiler bizi almıyordu, ben de paraları kendi arabamla taşıyayım dedim. Benzin masrafını banka karşılamak şartıyla, hasılatı benim arabamla taşımaya başladık. Kış yaklaşıyordu, hava da erken kararmaya başladığı günlerde, hipodrom tamamen boşaldıktan sonra dışarıda sadece benim aracım kalıyordu. Yine her zamanki gibi Osmaniye karakolundan bir polis geliyor ve üç veznedar arkadaşla birlikte haftanın üç günü hasılatı alıp, şubeye getiriyorduk. 
 
26 Kasım akşamı hasılatı almış, tam yola çıkmak üzereyken, hipodromun karşısındaki bir fabrikanın bahçesinde bir bomba patladı. Biraz sonra bir minibüs dolusu polis geldi ve bomba patlatılan yeri incelemeye başladılar.  O gün bize eşlik eden polis sayısı ise iki kişiydi. Bir Volkswagen marka araç düşünün, arka koltukta üç tane veznedar arkadaş oturuyor, arka camın önündeki bölümde bir bavul para, ve yanımda oturan iki tane polis. Bomba patlayan fabrikanın önüne geldiğimizde minibüs içindeki  polislere biz gidelim mi? diye sorduk. Polisler bizim gitmemizi söyledi. O tarihlerde Veliefendi hipodromunun önünde sahile birleşen yerde yol yoktu. Orası tam bir bataklıktı. Bakırköy'e ara sokaklardan gidiyorduk. Yaklaşık yokuş yukarı karanlıkta 500 metre kadar gitmiştik ki, bir araç paralel bir şekilde yolumuzu kesti. Ben hemen frene bastım. Yanımdaki polis "Vay canına" deyip, silahını çektiğinde, ben hemen direksiyonun altına yattım. İşte o anda üzerimize her taraftan kurşun yağmaya başlamıştı. Teröristler bizi çapraz ateşe almışlardı. Ateş kesildikten sonra benim tarafımdaki kapıyı açan teröristler bizi "Çıkın ulan dışarı" diyerek dışarıya çıkarıp, arka taraftaki para bavulunu alıp kaçmışlardı. 
 
Bilanço ise şöyleydi. Benim yanımdaki iki polisten cam kenarında oturan ki, - o polis ilk defa bize eşlik etmiş iki yıllık bir polisti- şehit olmuştu. Yanımdaki polis ağır yaralıydı. Arkadaki veznedar arkadaşlardan birinin alın kemiği parçalanmıştı, ancak o arkadaş ameliyata alınarak daha sonra kurtuldu. Bir arkadaşımızın ise kurşun kolunun bir tarafından girip, öbür tarafından çıkmıştı. Diğer veznedar arkadaş ile benim görünürde birşeyim yoktu. 
 
Birkaç dakika sonra arkamızdaki polisler olay yerine geldiğinde, bazıları şehit olan polise ağıt yakarken, diğerleri telsizle biryerlerle konuşuyorlardı. Ancak teröristleri takip etmemişlerdi. O dönem öyle bir dönemdi ki, bir polise bir yerde olay var dediğinizde, polis "Benim çoluk çocuğum var" deyip, olaya kayıtsız kalabiliyordu.  
 
O zamanlar ne cep telefonu var? Ne de evde sabit bir telefon vardı. Ailem olayı televizyonlardan duysa paniğe kapılacaktı. Bu durumda ben olay yerinden ayrılıp, bir taksiye atlayıp, eve haber vermeye gittim. Ancak ilk bindiğim taksiciye olayı anlatınca taksici korktu. "Abi benim bir işim vardı ya, sen başka bir taksi bul" dedi. Neyse ikinci taksiye bindiğimde ise bu defa taksiciye hiçbirşey anlatmadım. Eve geldiğimde aileme olayı anlatıp, hem hastaneye hem de ifade vermek için karakola gidecektim. Ancak kazağımı çıkardığımda kolumdan kanlar aktığını gördüm. 
 
Sol kolumumun pazu tarafında bir delik vardı ama o bir kurşun yarası değildi. Arabanın parçalanan camlarından biri koluma girmiş olmalıydı. Neyse ben arkadaşların hangi hastanede olduklarını öğrenip, Cerrahpaşa hastanesine gittim. Ağır yaralı polis ile, alın kemiği parçalanan arkadaşımız ameliyata alınmıştı. Ben de hastanede kolumu sardırdım. (Bu arada tam bir hafta sonra o hastanenin personelinin maaşlarını getiren Cankurtaran aynı teröristler tarafından soyulacak ve yine ölümler olacaktı.)
 
Daha sonra ikinci şubeye gidip ifade vermeye başladık. Ben de dahil hepimizin en ufak geçmişimize kadar ifadelerimiz alındı. Aslında biz karanlıkta kimseyi görmemiştik. Birçok polise ifade verdikten sonra o zamanlar İstanbul Emniyet Müdürü olan ve ilerki yıllarda Olağanüstü Hal Valisi olacak olan Hayri Kozakçıoğlu'na da ifade verdik. 
 
Ertesi gün gazetelerde çıkan haberlerde her gazete değişik birşey yazıyordu. Bu arada şunu öğrendim ki, gazetelerde anlatılan olayların yarısı muhabirlerin uydurmaları. Bazı gazeteler arabanın önüne bomba atıldığından söz ediyorlardı. Bazıları daha değişik şeyler yazıyorlardı. Benim yaralı olmamamdan bile anlam çıkaranlar vardı. Milliyet'in o günü takip eden, nüshasını arşivden bulup, yanda yayınlıyorum. Arabamın hali ve şehit olan polis görüntüsüyle birlikte.
 
Daha sonra olay sırasında ağır yaralanan polisi ziyaret ettiğimde, o polisin bir ayağının kısa kaldığını öğrendim. Çünkü şehit olan polisten çıkan kurşunlar yanımdaki polisin bacak kısmına ard arda isabet edip kemiğini parçalamıştı. Eğer olay sırasında yanımda iki polis değil de, her zamanki gibi bir polis olsaydı o zaman o kurşunlar bana saplanacaktı. 
 
Daha sonraki operasyonlarda bazı teröristler ölürken, bir kısmı da yakalandı ve yakalananların bazıları ise pişmanlık yasasından serbest kaldılar. Biz teröristlerin mahkemesine gittiğimizde, o kişilerden biri "İsteseydik bankacıları da öldürürdük" sözü üzerine Hakim "Öldüreceklerinizi öldürmüşsünüz zaten" diye adamı susturmuştu. 
 
Ben o zaman birçok kişi gibi 12 Eylül harekatının yapılmasını gerektiğine inanıyordum ve hala da inanıyorum. Çünkü ihtilalden sonra, Evren bütün bankalara güvenlik görevlileri kadrosu kurulmasını, alarm sistemleri ve güvenlikle ilgili gerekli tedbirleri aldırmıştı. Tamam, 12 Eylül sonrasında kurunun yanında yaş da yandı, ama o günkü şartlarta bu ihtilalin yapılması şarttı. Aslında bugün yargılanması gerekenler Evren ve arkadaşları değil, ülkeyi o duruma getiren siyasilerdi. Şimdi onlardan sadece Demirel hayatta ya, neyse....
 
Bir müddet sonra şube müdürü olarak tayinim çıkmıştı ve ilk şube müdürü olduğum şubem ise iki defa bombalandı. Ancak bombalama olayları mesai saati dışında olduğundan can kaybı olmamış, sadece maddi hasar oluşmuştu.
 
İşte benim anılarımdan bir kısmı böyle. İnsan hayatında bazı zamanlar bütün olumsuz olaylar üst üste gelir. Ben de geçmişte  bu blogda anlattığım olayların da içinde olduğu böyle bir dönem yaşamıştım. Ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgide defalarca gidip geldim. Azrail'in etrafımda dolaştığı bu dönemde belki de bana en çok yardımcı olan koruyucu meleklerimdi diye düşünüyorum.
 
 
 
 
 
Toplam blog
: 974
: 3444
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

2017 Basın özgürlük endeksine göre 180 ülkeden 155. sırada olan ülkemizde yemek tarifleri  ve tel..