Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '09

 
Kategori
Dostluk
 

Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır.

Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır.
 

Yolumuzdan kimse saptıramayacaktır bizi Atam.


30.Ağustos 2009

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI

Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır. Bu satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." Mutafa Kemal Atatürk

17. y.y.’dan sonra Emperyalist güçler Osmanlı İmparatorluğu bünyesindeki bazı milletleri kışkırtarak “milliyetçilik” akımını başlatmışlar ve böylece Osmanlının çöküşünü hazırlamışlardı. (Günümüzde de aynı şeyi yapmak istiyorlar)

Trakya’da Yunanlılar, Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da Sırplar ve Slavlar, daha sonra da Anadolu’da Rumlar ve Ermeniler, Ortadoğu ve Balkanları hâkimiyetleri altına almak isteyen büyük devletlerin gizli veya açık yardımlarıyla bağımsızlık için mücadeleye başlamışlardı.

Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşmasıyla yurdumuz tamamen elimizden alınmış, vatanımızda hür olarak yaşama hakkımıza son verilmişti. Yüzyıllardır üzerinde bağımsız olarak yaşadığımız topraklarımız düşmanlara veriliyor, bizim de bunu kabul etmemiz isteniyordu.

Devletin bünyesindeki azınlıklar büyük devletler tarafından bir araç olarak kullanılıyor ve kışkırtılarak çeşitli vaatler verilerek Osmanlıya karşı kullanılıyordu.

Osmanlıya hem içeriden hem dışarıdan saldırılar olmaya başlamıştı. Emperyalistler adeta topraklarımızı paylaşma yarışına girmişlerdi.

Samsun'a çıkışını Mustafa Kemal, Nutuk'ta şu şekilde anlatmıştır:

"1919 yılı Mayıs'ının 19'uncu günü Samsun'a çıktım. Genel durum ve manzara : Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu durum, Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, Şartları ağır bir ateşkes Antlaşması imzalamış, Büyük Harbin uzun yılları boyunca, millet yorgun ve fakir bir halde. Milleti ve memleketi Dünya Savaşı'na sokanlar, kendi hayatları endişesine düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında bulunan Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını emniyete alabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişahın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir duruma razı, Ordunun elinde silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta. İtilaf Devletleri, ateşkes Antlaşmasının hükümlerine uymağa lüzum görmüyorlar. Birer vesileyle itilaf donanmaları ve askerleri İstanbul'da Adana vilayeti Fransızlar, Urfa, Maraş, Gaziantep İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalya askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ve ajanlar faaliyette. Nihayet başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün önce 15 Mayıs 1919'da itilaf Devletleri'nin uygun görmesiyle Yunan ordusu İzmir'e çıkartılıyor. Bundan başka, memleketin her tarafından Hıristiyan azınlıklar gizli, açık milli emel ve maksatlarını gerçekleştirmeğe, devletin bir an evvel çökmesine, çalışıyorlardı."

İşte, vatanımız bu durumdayken onun önderliğinde düşmanı yurttan kovmanın amansız mücadelesi de başlamıştı.

Dünyayı şaşırtan bir yüreklilikle tüm imkânsızlıklara karşın hepsini yenmiş ve büyük bir zafer ile cumhuriyetimizi kurmuş bağımsızlığımızı tüm dünyaya ilan etmiştik. Bu zafer tarihe 30 Ağustos Zafer bayramı olarak geçmişti. Her yıl bu anlamlı bayramı kutlarken bu vatanın nice şehit kanlarıyla kazanıldığını unutmamalı topraklarımızın kıymetini bilmeliyiz.

Yıl . 2007 .26 Ağustos

30 Ağustos Zafer Bayramını kutlamak amacıyla Kanal Türk Marmara Gönüllüleri olarak ilk önce Ankara’ya gitmiş, Anıtkabir’de Atamızın huzuruna çıktıktan sonra Afyon’a hareket etmiştik. Afyon’a vardığımızda oradaki arkadaşlarımızla buluştuk Atatürk’ün o yıllarda kalmış olduğu sonradan müzeye çevrilen evini ziyaret ettik.

Şuhut’a vardığımızda bir panayır yeri gibiydi. Şuhutlular geniş bir alanda portatif masalar üzerlerinde hazırladıkları yiyecek ve içecekleri bize sunuyorlar, eski günleri canlandırmak için kağnı arabaları ile köylü kadınları sembolik mermiler, tüfekler, harp gereçleri taşıyorlardı.

Ayranlar, börekler sebildi ve sanki o gece zafer kazanılmış kutlanıyor gibiydi. Bir curcunadır gidiyordu gecenin karanlığında. Tek eksik elektrikti. Bir yerlerden uzanan kablolarla birkaç ışık vardı ve bu durumda sanki o yılları anımsatıyordu.

Kocatepe Üniversitesi'nin hazırlamış olduğu şölene katılıp mehteran eşliğinde daha da çok coştuk. Günün anlamını belirten oyunlar izledik.

25 Ağustos'u 26'ya bağlayan gecede Afyon’un ilçesi Şuhut’tan Gazi Çeşmesi tertiplenme ve intikal hazırlığına doğru yola koyularak 02.30 da Kocatepe’ye zafer yürüyüşüne başlamıştık.

Yaklaşık 15 kilometre yürüyecektik. Gecenin zifir karanlığında ellerimizde bayraklarımızla, meşalelerle 1875 rakımlı Kocatepe’ye doğru tırmanıyorduk. Afyonkarahisar K.K. İkmal Komutanlığı askeri personeliyle bize her türlü kolaylığı gösteriyorlardı. (Dönüş yolumuzda asker karavanasından içtiğimiz çorbanın tadı dünyaca hiç bir çorbada yoktur.)

Askeriyeden uzanan lazer ışıklarıyla ara sıra yollar bir aydınlanıyor, sonra yine karanlıklar içerisinde kayboluyordu. Yanımızdaki insanı zor seçebiliyorduk.

Birkaç ambülâns ve askeri araç bizi takip ediyorlardı.

Başlangıçta diğer kentlerden gelenler ve Kocatepe Üniversitesi öğrencileri ile çok kalabalık olarak, marşlar söyleyip, sloganlar atarak yürüyorduk. Tırmanış sırasında bazıları yarı yola varmadan dayanamadıkları için askeri araçlarla geri döndüler.

Yollar asfaltlanmış ve tepeye doğru nispeten kısaltılmıştı. 1922 ler de ki savaş yıllarında kayalık ve yürünmesi imkânsız, yolu bile olmayan buralardan kağnı arabalarıyla cepheye teçhizat taşıyan kadınlarımız, çıplak ayak yürüyen askerlerimiz gelmişti aklıma. Kim bilir ne zorluklar çekmişlerdi.

Bizler çok güvenlikli olarak yolumuza devam ediyorduk. Buna rağmen, uzaklardan gelen çakal ve kurt ulumaları ve gecenin esrarengiz karanlığı, uğuldayan rüzgâr, yinede içimizi ürpertiyordu. Yukarılara tırmandıkça rüzgâr ve hava sertleşmeye bizimde dişlerimiz takırdamaya başlamıştı.

İnanın elimiz kolumuz boş sayılırdı, hiçbir ağırlık yoktu üzerimizde. Ve bizler modern yapılmış yollardan tırmanıyorduk dağa.

Yukarı, en tepeye vardığımızda öylesine üşüyorduk ki orada görevli askerler bizlere hemen birer battaniye verdiler, onlara sarınmamız bile bir müddet ısıtamadı bizi.

***

Yol boyunca hem yürüdüm hem de Gabar, Namaz ve Cudi Dağlarında nöbet tutan, düşman kovalayan askerlerimizi düşündüm. Oraların dünyanın en berbat coğrafyalarından olduğu biliniyordu.

Kandil Dağı ise, Türkiye- Irak- İran sınırlarının kesişim bölgesindedir. Yani dağ, Türkiye'nin hemen yanı başında değildir. Karayoluyla gidildiğinde mesafe 100 km; terör kamplarına ise uzaklık en az 150 km'dir.

Hava desteği Malatya ve Diyarbakır'dan verileceği için (bugüne kadar sınıra yakın askeri havaalanı yapılmadığı da ayrı bir tartışma konusudur) operasyon bölgesine havadan uzaklık 450 km'dir. Dağın tamamen kuşatılması için 235 km'den 317 km'ye kadar sarılması gerekmektedir!

Dağın zirve noktası 3 bin 500 metredir. PKK kamplarının bulunduğu yerlere ulaşım çok zordur.

Şartlar "pusu atılmaya" uygundur. Çoğumuz bunları ancak okuduğumuz kadarıyla bilebiliyoruz. Bu vahşi yerler haliyle teröristler için en korunaklı barınaklar oluyor.

Dağlardan Kandil Dağı sürekli hedeftedir. Ancak coğrafi şartlar operasyonları hep zorunlu olarak sınırlı bırakmıştır. Bu yerlere ulaşım çok zordur. Hava sarılması gerekmektedir!

Kahraman askerlerimiz bu berbat yerlerdeler. Gece, gündüz demeden sırtlarında 40 kilo teçhizat, enselerinde her an Azraillin soğuk nefesi ile kimisi kazılan siperde, kimisi de o yalçın kayaları bir bir aşarak terörist yuvası olan dağları, mağaraları gece ve gündüz demeden taramakta, aramaktadırlar.

Bizler iyi koşullarda, sadece 15 kilometre yürürken onlar ne zor şatlarda vatan için gerekirse canlarını veriyorlar. İçim cız etti ve Allah yardımcıları olsun dedim.

İşte, tırmanış sırasında hep bunları düşündüğümden 15 kilometre bana vız gelmişti adeta. Sadece çok üşümüştüm.

Kocatepe’de hazırlanan şölende o gün canlandırıldı. Müzik şöleni vardı. Konuşmalar yapıldı ve sabaha karşı top sesleri duyuldu. O anki duygularımı anlatamam. Sanki Atatürk’ün sesini duyar gibi oldum.

“Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir ileri.”

Büyük Taarruz, Mustafa Kemal ve kahraman Türk askerinin vatan sevgisi ve insanüstü gayretleriyle başarıya ulaşmıştır. Türk ulusunun özgür ve bağımsız yaşama kararlılığı tüm dünyaya böyle duyurulmuştur.

Bugün, içinde bulunduğumuz şu günlerden ötürü, Atamızdan özür dilememiz gerekir.Bizlere altın tepside sunulmuş güzel vatanımızı el birliği ile ne hallere getirdik. Acaba özrümüzü kabul eder mi dersiniz?

Bayramların en anlamlısı olan 30 Ağustos Zafer Bayramımız hepimize kutlu olsun. Atatürk ve silah arkadaşlarını, şehitlerimizi saygıyla anıyor ışıklar içerisinde yatsınlar diyorum.

 
Toplam blog
: 375
: 801
Kayıt tarihi
: 30.04.08
 
 

İstanbul Kadıköy doğumluyum. Herhangi bir menfaat grubuna bağlanmadan, açık fikirli, dürüst, önya..