Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '13

 
Kategori
Deneme
 

Havaalanında

Havaalanında
 

Havaalanındayım. Yıllar geçse de  bir türlü alışamadığım- hele yalnızken – zorunlu yolculuklardan birini daha yapmak üzereyim. Uçağa biniş yapacağım 106 numaralı kapıya doğru yürüyüp boş koltuklardan birine oturuyorum. Çantamdan kitabımı çıkarıp okumaya başlıyorum. Az sonra duyduğum sesler üzerine başımı kaldırdığımda çaprazımdaki koltuklara oturan Koreli genç kızları görüyorum. Durmaksızın konuşuyorlar ve gülüşüyorlar. Ayracı okuduğum sayfaya koyup çevremdeki insanları izlemeye başlıyorum.

**

İki üç koltuk solumda oturan adamın telefonla konuştuğunu fark ediyorum önce. Söylediklerini herkes rahatlıkla duyuyor. ‘ Biz vardık kızım. Ne diyorsun, seni uçak havalanınca mı arayalım? Neredesin sen şimdi. Evinde misin? Oradan mı geleceksin bizim için havaalanına? Yok, evde misin, yoksa başka bir yerde, arkadaşlarının yanında filan mısın diye soruyorum. Tamam, anladım. Haber veririz.’ Telefonunu kapattığında sanki belli belirsiz bir gurur ifadesi geçiyor yüzünden. Kızları onları karşılamaya gelecek. Sonra yanında oturan karısına takılıyor gözlerim. Başında eşarp, üzerinde basma bir elbise. Sanki kasabadaki evinden çıkmış, pazardan bir iki şey alıp evine dönecekmiş hissi uyandırıyor insanda.

O sırada bir çocuk koşarak geçiyor yanımızdan. Az ilerideki hediyelik eşya standının önünde duruyor. ‘Anne, baksana’  diye bağırmaya başlıyor yanındaki adamla konuşmakta olan kumral, siyah montlu kadına. Umursamadıklarını görünce yüzü asılıyor kısa bir süre. Ancak, saniyeler sonra,  sanki hiç birşey olmamış gibi  yeniden koşmaya başlıyor bize doğru. 4-5 yaşlarında sarı saçlı, şirin, yakışıklı olacağı şimdiden belli bir çocuk. ‘ Çocuklar dünyanın en güzel çiçekleridir’ sözü geliyor aklıma. Hemen ardından beynimde filizlenmeye çalışan ‘ Nasıl oluyor da bu güzel çiçeklerin çoğu büyüyünce kara çalılara, deve dikenlerine dönüşüyor? ‘ düşüncesini hızla kovuyorum.

**

Kitabıma dönüyorum yeniden. Yanıma yıllar önce okuduğum, bir kez daha okumak istediğim Oya Baydar’ın Erguvan Kapısı adlı romanını almışım. Ayracı yerinden alıp okumaya devam ediyorum 59. sayfadan. ‘ Erkeklik iktidarla özdeşleşir; her alanda, her anlamda iktidar. Erkek iktidarı arar, kadın ise iktidara sahip olanı. Ama sen yaşlarda gencecik bir kızken bütün bunları bilmiyordum. Arın’ı seviyordum o kadar. Sonra sevgi aşka, aşk tutkuya dönüştü. Hani normal denilen türden, sıradan bir ilişkimiz olabilseydi, örneğin evlenseydik, kurulu düzene karışsaydık- beni elçilik resepsiyonlarında, resmi davetlerde, rezidanslarda düşünebiliyor musun?- o zaman ne aşk ne de tutku kalırdı. Ama aşk ulaşılmazlıkla beslenir, ulaşılmazlıkla karasevdaya, tutkuya dönüşür.’ diyor Ülkü, Derin’e.

Bizler evlendik, kurulu düzene karıştık, bu yüzden mi acaba bizim yaşadıklarımız aşk diye tanımlanmıyor artık diye düşünüyorum bir an. Kavuşamamak, aşk, tutku karasevda bir yanda, sevgi, saygıya dayanan bir birliktelik,  sıcak bir yuvanın nimetlerini paylaşmak, bir yol arkadaşına sahip olmak bir yanda. Tercihim her zaman ikincisinden yana.

**

Gözüm ekrana gidiyor bir an. Bakıyorum THY 7001 numaralı uçuş için kapılar açılmak üzere. Elim telefonuma gidiyor hemen. ‘ Biniyorum. İnince ararım. Öptüm.’ mesajını gönderiyorum varlık nedenlerim olduklarına inandığım eşime, oğluma ve kızıma. Kısa bir süre sonra mesajıma cevaplar geliyor ‘ İyi Yolculuklar’ diye.  ‘ Yarın İzmir’de olacağım yeniden. Yanınızda, yanı başınızda.’ diyorum  kendi kendime.

Kitabımı çantama koyup yavaşça yürümeye başlıyorum kapıya doğru.

 

  

 
Toplam blog
: 56
: 651
Kayıt tarihi
: 06.12.10
 
 

Bornova Anadolu Lisesi ve Sbf mezunuyum. Üniversite yıllarımda başlayan çalışma yaşamım kısa bir sür..