Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Nisan '11

 
Kategori
Siyaset
 

Havelleşmeyin

Bir müddet sizlerden ayrıydım. Ah o ayrılıklar! Sebepli, sebepsiz çekip gittiğimiz ve ardına bile bakmadığımız ayrılıklar… Şu sıralar hastaneye tavla arkadaşımı ziyarete gidip geliyor, yanında kalıyor zaman zamanda hastanenin soğuk koridorunda sandalyede duvara kafamı yaslayıp uykuyu zorluyoruz. Evet, tavla arkadaşım hiç de iyi değil. Onun bal rengi gözlerine baktığımda göz bebeğinin derinliğinde yılların yorgunluğu var. Babasının omzunda tren garında gördüğü Atatürk’e bakan gözler artık kapaklarını kaldırmaya mecali yok… Sırtını döndürmekte zorlanıyor, yara içindeki vücudu artık sızlıyor… O benim tavla arkadaşım; eşimin dokuz çocuğuna namusu ile bakan ve büyüten doksan dörtlük babası… Hastanede boş durmadım, televizyon yoktu ama radyom gazetelerim ve kitaplarım vardı… Hastalar odalarında acı içindeler… Hemşire ve doktorların gözlerinin içine bakıp umut bekliyorlar… Kulaklığımı taktığımda; Kanada buzullarındaki fok balıklarının avcıların ellerindeki sopalarla başlarına vurarak öldürüldükleri haberi kulaklarımı kemiriyor… İçimi acıtıyor… Artık kadınların makyajlarına farklı bakacağım. Onların fok balığının yağlarından üretilen makyaj malzemeleri nerelerini gizleyecek bilemiyorum. Habere daha fazla tahammül edemeden kulaklığımı çıkarttığımda önümden geçen sedyede acı içindeki genç delikanlı ise diyaliz servisine baygın gidiyordu… Birisi 118 18, diğeri 118 33 diyor… Diyen diyene çoğalıyor mantar gibi… Hem de oynak müzik parçası ve şuh kadınların fok balığı yağlı rujlu dudaklarından çıkan 33 lüğünde… Yakında bilinmeyenleri seçeceğiz sandıkların yenilenen şeffaflığında… CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu yarım dakikalık “ Her aile için aş, her baba için gurur” “Her anne için mutluluk” diye devam eden ve sonunda “İşte ben buna inanırım” diyen reklam araya giriyor… Sayın Başbakan da seçim başlangıcını Bayburt’tan verdi. Yine doğal olarak muhalefete yüklendi. Karaladı… Kendi iktidarını övdü. Doğalgaz’ın Bayburt’a geldiğini, eski hükümetlerde benzin ve yağ kuyruklarının olduğunu söylediğinde, benzin’in 2002 deki 1.64 TL’lik fiyatının 4.32 TL’ye fırladığını düşündüm... Yine gençler siyaset meydanlarında siyasilerin ağzında sakız olmaya başladı. Birisi YGS’yi protesto eden gençlerin karşısına on bin gençleri çıkartacağını, diğeri de on bin gencin karşına bin bozkurdu çıkartıp kovalayacağını söylüyor. Durun ya! Bu memleketin genci bu kadar ucuz mu? Siz kim oluyorsunuz! Onların aklı ve mantığı yok mu? Hiç mi 12 Eylül öncesi olup bitenlerden ders çıkartmadınız. Siyasetçiye hiç böyle demeçler yakışıyor mu? Cumhuriyetin bu gençleri sizin tezgâhlarınıza gelmeyecektir! Onları her ne kadar ülke sorunlarından uzak tutsalar bile; onlar Atamızın kurduğu bu Cumhuriyeti sonsuza dek taşımaya yemin etmiştir… Kulaklığıma fısıldayan şarkıların nameleriyle başımı duvara yasladığımda içim geçmek üzeriydi. Omzuma dokunan eşimin eliydi. “Babamı biraz çevirsek” dediğinde uyku sersemi hemen fırlıyorum beş hasta ve sandalyelerde oturan ve uyuklayan refakatçilerin olduğu havasız odaya… Atamızı çevirdiğimizde “ Ohh!” sözcüğünde acı vardı. Dolap üstündeki gazeteleri alıp yine yerime geçiyorum. Koridor soğuk… Montuma sarılıp titreyen vücudumla sayfalara göz gezdiriyorum. 124 ülke arasında yapılan “Mutluluk Anketi”nde Türkiye’nin sınıfta kaldığı ve nüfusun %16’sının mutlu olduğu, en mutlu ülkelerin ise; Danimarka, İsveç ve Kanada olduğunu öğreniyorum. Türkiye 75 nci sırada. Buna da şükürler olsun, ya basın özgürlüğü gibi 138. Sırada olsaydık! Ama %16sı mutlu olan Türkleri doğrusu çok merak ettim. Sizler biliyor musunuz? Gayri Safi Milli Gelir’den yani pastanın en güzel yerinden payını alan hangi şirket veya kişiler dersiniz? Yoksa Başbakanımızla devamlı yurtdışına giden 160 kişilik iş adamı kafilesi mi mutlu? İstanbul’un iki yakasına alternatif iki şehir oluşturulacakmış şu çılgın projede. Yahu önce ülkemizin doğusu-batısı demeden köy, kasaba ve oylar uğruna kasaba görünümlü illerimizin altını üstünü yaşanabilir hale getirip düalist yapıdan bir an önce kurtaralım. Yollarda giderken çukurlara gire-çıka insanda ne mide kalıyor ne de safra! Bir de çocuklarımızın köy yollarındaki eşek ve atlı okula gitme mücadelelerini ne çabuk unuttunuz. Şehirlerden önce mutlu insan profilini biraz olsun yükseltsek hiç de fena olmaz. En önemlisi de şu işsizliği yok edelim, ardından İstanbul’a, Ankara’ya hatta ülkemizin diğer bütün illerinin yanı başına ikinci şehirleri alasıyla kurarız. Yorgun gözlerim gazetenin üzerinde fazla durmuyor, neredeyse kapandı kapanacak. Yine kafamı soğuk duvara yaslıyorum gecenin sessizliğinde… Dalmak üzereyken tekrar tavla arkadaşımı diğer tarafa çevirmeye gidiyorum. Uykum bölük pörçük…. Can sıkıntısından not defterimi karıştırıyorum ve “Toplumlar Nasıl Köle Yapılır?” yazıma gözüm takılıyor; Köleleşmek için önce tüketeceksin… Raflarda özenle dizilen ve ışıklandırılan ürünlerden bir tane almak yetmez. Reyona bakıyorsun ve “ AÇ BİTİR” diye sana emir veren firmanın salamını al ve çabuk bitir ki bir daha al… Evinde elektronik aletin mi bozuldu. Boş ver yaptırmayı… Tamirciyi çağırmak ayrı bir masraf ve zaman kaybı, at ürünü yenisini al… İyi bir tüketici olmak yeter mi? Şirket sahiplerine bu yetmez. Borçlanacaksın. Sen malı beğen gerisi kolay. Gel kefilsiz 36 ay vade, o da yetmedi mi, al sana 72 ay… Hatta sen malı al, altı ay sonra ödemeye başlarsın. (Takipteki kredi kartı borç tutarı 4 milyar 215 milyon TL ) Bunlar da olmadı mı, o zaman yaz kimlik numaranı telefona hemen onaylasınlar kredini. Artık “ Şimdi al ölünceye kadar öde dönemi” başladı. Bir de ihtiyaçlar artmalı yoksa şirketlerin ürettikleri raflarda mı kalsın! Komşuluğa gittiniz tuvalete girdiniz küçük bir LCD televizyon, mutfağa geçtiniz yine LCD, Salona geçtiniz hem de kocaman ekranından… Çocuğunuz ev sahibinin çocuğu ile odasında bilgisayar ve Play Station’la oynuyor ve sizde yok… Sehpanın üzerindeki IPHONE telefonun son modeli ışıldıyor.. Eve dönüyorsunuz çocukla hanımınız başınızın etini yiyor ve ertesi günü doğru bankanın yolunu tutuyorsunuz… Bir de işçi veya memursanız örgütlenmeyeceksiniz. Örgütlenseniz bile iktidara yakın sendikayı seçeceksiniz o zaman başınız hiç belaya girmez hatta ödüllendirilirsiniz bile! Hele iktidarın karşısındaki sendikaya üye olun vay halinize! Bir de ücret artışı isteyin, ardından çalışma koşullarından ve iktidarın elinizden aldığı kararlara karşı gelin; kendinizi zincirleyin ve çadırlarda yatın aylarca. İşte yandınız demektir. Hapis yolu bile size layık görülür ve yok edilirsiniz. Sizi kolunuzdan tuttukları gibi kapının önüne koyarlar. “Bak dışarıda bekleyen milyonlarca işsiz var, işinden olur aç sürünürsün, sana verdiğimiz maaşın yarısına çalışacaklar dışarıda ganimet gibi” diye tehdit bile ederler. Bir de Bireyselleşeceksin. Yani milli birlikten söz etmeyecek ülke içinde etnik grupları öne çıkaracaksın. Zira sömürge devletleri büyük devletleri yem yapmakta zorlanırlar. Sizi parçalara ayırıp yönetmek onların işine gelir, onun için politikalarını geliştirir ve sizlerin üzerinde uygularlar. Köle olmak bunları yapmaktan geçiyor ama onlara bunlar da yetmiyor. Onların bu planlarına ortak olmak için önce o güzel zamanlarınızı hep boşa harcayacaksınız. Ne mi yapacaksınız? Sakın boş zamanlarınızda kitap, gazete okuyup araştırıcı olmayın! Menfaatlere çomak sokmayın! Çalana çırpana ses çıkarmayın! Ulusalcı olmayın! Ülke menfaatlerine çalışmayın! Gidin maç seyredin. Bakın birçok diziler ilginç konularıyla sizi bekliyor. Dizi bitti mi açın magazin seyredin, zaten bunları seyretseniz geceyi yaparsınız. Sabah kalktınız, kahvaltıyı hazırladınız ve ardından eşinizi işe gönderdiniz. Geçin çöpçatan programlarını izleyin, kim kime “yatın var mı katın var mı?” gibi aşktan yoksun soruları işitin. Yemek programları da fena değil, seyret belki eşinize değişik yemekler bile yaparsınız! Sakın öyle ciddi programlar çıkarsa ( şu günlerde pek yok sayılır. Ruhat Mengi’nin sunduğu “Her Açıdan” tartışma programı vardı onu da kaldırdılar) seyretmeyin. Geçin başka kanala! Allah korusun bilgilenir sonra da oyunuz filan değişir değil mi? Seçtiğiniz büyükler sizlerden daha iyi bilir, onların işine karışmayın! Dört yılda bir gidin oyunuzu kuzu kuzu verin! Keyfinize bakın! Mutlu olun ki, ülkemizde dünyada birinci olsun ve yönetenler sizi köleleştirmenin keyfini sürsünler. Yazımın başlığındaki “HAVEL” sözcüğü de nereden çıktı dediniz, değil mi? “Köleleşmek” demek… Ama Allah’ımız bunu size layık görmediğini Bakara Suresinin 104. Ayetinde belirtmiştir. Sabahın ilk ışıkları hastanenin penceresinden içeriye süzüldüğünde kuşlar erguvan ağacının üstünden hastalara sanki “Geçmiş olsun” diyordu… Bu haftalıkta sağlıcakla kalın, mutlu kalın… Ertuğrul Erdoğan 24 Nisan 2011/Bursa 

 
Toplam blog
: 300
: 466
Kayıt tarihi
: 06.05.08
 
 

Ertuğrul Erdoğan, 1958 yılının sonbaharında Ankara'da doğdu. 1968 -1980 yılları arasında babasını..