Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '21

 
Kategori
Edebiyat
 

Havuzun Başında Esmesin Yeller

Memleketimden İnsan Manzaraları: 345

DİKEN TARLASINDAN GÜL BAHÇESİNE (11)

 

HAVUZUN BAŞINDA ESMESİN YELLER

 

                Balkonunu da tamamlayınca köy evimizin, havuza gelmişti sıra.

                Nerde olmalıydı havuz?

                Elbette balkonun beş altı metre önünde…

                Balkon ya da salonda otururken de görebilmeliydik mavi suyu, eşim mutfakta yemek pişirirken, salata yaparken, bulaşık yıkarken de…

                Kimsenin itirazı olmadı bu öneriye. Uygundur; dedi herkes.

                Ya büyüklüğü?

                “Tamam, küçük bir süs havuzu değil ama kocaman bir şey de olmasın” dedi eşim.

                “Üç kişilik bir aileye yetecek kadar...”

                “Haklısın tatlım da kızımız büyüyüp evlenmeyecek mi? Yakışıklı bir damadımız, cici torunlarımız olmayacak mı?”

                “Olacak tabii. Bunu da düşünerek orta büyüklükte bir havuz, diyorum ben de.”

                Mantıklısı buydu elbette.

                Bir dozer getirip yaklaşık iki metre derinlikte, altı - yedi metre eninde, on - on bir metre uzunluğunda balkona paralel bir çukur açtırdım.

                Çukurdan çıkan toprak, dağ gibi bir görüntü oluşturdu. Bu kadar çok toprağın bu çukurdan çıktığını görmesem inanmazdım.

                Nitekim eşim ve kızım da inanmadılar da; “Bu kadar çok toprak bu çukurdan mı çıktı?“ diye sordular kaç kez.

                Çukur kazmakla bitmiyordu, havuzun işi. Asıl bundan sonrasıydı önemli olan. Bu işten anlayan birini bulmalıydım önce.

                Sordum, soruşturdum; Selimpaşa ve Kavaklı’ya yakın Ortaköy’de Sinan Usta’yı buldum. Abisi Âdem Bey’in de havuz malzemeleri satan bir dükkânı vardı aynı yerde.

                Gelip gördü Sinan Usta. Uygun buldu; kazılan çukuru:

                “Enden ve boydan biraz daralacak ama” dedi.

                “Neden?”

                “Motoru koymamız için bir yer gerekir.”

                “Ne motoru?”

                “Devir daim yaparak suyu temizleyecek olan motoru, kum süzgecini…”

                Evet, doğru ya… Çukuru açarken bunu düşünmemiştim hiç. Yine de ustanın söylediği kadar bir bölümü ayırmak, gereğinden fazla küçültmeyecekti havuzu.

                “Ayrıca yaklaşık bir metre genişlikte bir tünel de yapmak gerekecek dört yanına.”

                “O niye?”

                “Havuzu akşamları ışıklandırmak istersiniz. Elektrik tesisatı çekip iki üç yere ampul koymak ve temizlemek için su alıp temizlenmiş suyu verecek düzeneği döşemek için…”

                Haklıydı. Dediği gibi yaptık. Dolayısıyla enden de küçüldü biraz, boydan da…

                “Yoo, hiç de küçük değil bu havuz Hüseyin Abi. Boy olarak da en olarak da gayet normal… Birçok çiftliğin havuzu bundan daha küçük…” diyordu Usta.

                Tam bir dikdörtgen havuz olsun istemiyordum ben.

                “Dört köşeyi de yuvarlak yapalım, Sinan Usta. İki yerinde biraz girinti ve çıkıntı da olsun. Ne dersin?”

                “O sizin zevkinize kalmış Hüseyin Abi. Siz nasıl isterseniz öyle yaparım ben. Baştan şunu sorayım ama taşmalı mı yapalım, yoksa bildiğimiz gibi normal mi olsun?”

                Her ikisinin de sakıncalı ve avantajlı yanlarını sordum. Taşmalıyı tercih etmedim nedense. Daha sonraları, “Taşmalı yaptırsaydım keşke…” diye düşündüm.

                Komşum Kilisli Hanefi Bey bizden daha sonra yaptırdı havuzu. Onunki taşmalı. Taşmalı sanki daha hoş görünüyor. Belli olmaz; bakarsınız önümüzdeki yıl taşmalıya çevirtirim; Sinan Usta’ya.

                Betonarme duvarlar yapılıp motor odası ile tünellerle birlikte elektrik ve su tesisatı da döşendikten sonra, şekli şemâli ortaya çıktı havuzun.

                Her yeri aynı derinlikte olmasın istedim. “Bir metre derinlikle başlasın, gittikçe artarak iki metreye ulaşsın.” dedim; öyle yaptı ustamız.

                Kaba inşaatı bitince, “Ne renk fayansla döşeyelim tabanı ve yan duvarları?” diye sordum. Gök mavisini tercih etti herkes. Öyle yaptık. Beş on yıl öyle kaldı, sonra fayansı söküp çok tatlı bir mavi mozaik döşettik.

                Doğrusu ya bu daha güzel oldu.

                Uzunlamasına karşılıklı iki merdiven koyduk. Motoru, süzgeci yerine yerleştirdik. Üç tane aydınlatma lambası taktık; havuz içine.

                Su doldurmaya geldi sıra. Artezyenimizden su çekerek doldurduk. Ne kadar su gerekir diye hesaplamıştım da yaklaşık 90 tonu buluyordu.

                Havuz doldu ama bulanık…

                “Şimdi ne olacak Sinan Usta?” diye sordum.

                “Kolayı var…”

                “Klor, yosun önleyici ve parlatıcı alacağız. Onlardan yeteri kadar suya karıştırıp motoru sürekli 24 saat çalıştıracağız.”

                “Sonra?”

                “Sonra siz sağ, ben selamet… Su masmavi olacak.”

                “Söylediklerini nerden alacağız?”

                “Havuz malzemesi satan her dükkânda var onlar. Âdem Abimin dükkânında da var. Siz şöyle bir dolaşıp fiyatları öğrenin. Nerden isterseniz ordan alalım.”

                Motor, süzgeç ve öteki malzemelerde olduğu gibi klor, yosun önleyici ve parlatıcıyı da ustanın abisinden aldık; süpürge aletini de…

                Gerekenler yapılınca gerçekten de iki gün sonra maviye döndü su.

                “Süpürge nedir?” diyeceksiniz. Her sabah yosun önleyici ve klor atmadan önce, havuzun tabanına birikmiş tozların süpürülmesi gerekiyormuş.

                Nasıl süpüreceğini, ters yıkama ve doğru yıkamayı nasıl yapacağını Sinan Usta yaparak, yaptırarak gösterip öğretti; bahçıvanımız İlyas Efendi’ye.

                Semizkumlar’daki denizimize elveda derken, üzülmeyecektim. Çünkü bizim de bir havuzumuz vardı; dikenleri temizlenmiş tarladaki evimizin önünde.

                “Havuzun başında esmesin yeller” türküsünü, içim cız etmeden söyleyebilirdim artık!

 

                                                                                                                             Hüseyin Erkan

                                                                                                              huseyinerkan.antalya@gmail.com

               

               

 
Toplam blog
: 100
: 88
Kayıt tarihi
: 19.02.20
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..