Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '17

 
Kategori
Kitap
 

Havza Kaymakamı, Afyon Valisi ve Bir Köylü Çocuğu

Havza Kaymakamı, Afyon Valisi ve Bir Köylü Çocuğu
 

 

Sen köyü bilmezsin güzelim

Çarıklı çocuklarımı görmedin benim

Gözleri ışıl ışıl

Bilgiye susuz

Okumaya aç

Ünal Şöhret DİRLİK

 

 

              “Sen delisin. Kesinlikle olmaz bu iş. İmkânı yok; başaramazsın.” demeyi ne çok severiz biz!

                Ancak, bugün çok akıllı, çok zeki olduğunu söyleyip heykelini diktiğimiz insanlar, bu tür sözlerin hiçbirine aldırmadan inançla yoluna devam edenlerdir.

                Tarihten, çok duyulmuş, çok bilinen örnekler vermeyeceğim; bu iddiayı kanıtlamak için. Onları bilirsiniz siz zaten. Zamanınızı boş yere almak istemem.  Vereceğim örnek, henüz okumaya fırsat bulamadığınızı bildiğim, Turan Eren’in Üç Dilek adlı kitabından:

                Kaymakam Eren, 1983 – 1988 yılları arasında beş yıl görev yapar; Samsun’un Vezirköprü ilçesinde. Bu süre içinde, 85 köy ve mahalleye okul ve lojman yapar. “Evet, eğitim her şeyden önemlidir; deyip gecemi gündüze katarak onca iş yaptım. Yeter artık. Daha başka ne yapayım?” diyeceğine:

                “İlkokulu bitirmek yeterli değil. Köy çocuklarının orta dereceli okullarda okuyabilmeleri için, bir öğrenci yurdu yapmalı.” der.

                Bunun için, önce bir arsa gerekir. Yapılan inceleme sonunda, Endüstri Meslek Lisesinin mülkiyetindeki arazinin bu işe uygun olduğunu görür. Bu iş için Ankara’ya gider. Samsun Milletvekili Gülâmi Erdoğan’la birlikte Teknik Okullar Genel Müdürü Mehmet İyigün’ü ziyaret eder.

                Böyle güzel bir isteğe kim hayır der ki! Sonuçta 2 bin metrekare bir alanın yurt için tahsis edilmesine karar verilir. Bir nal bulunduğuna göre, geriye üç nalla bir at kalıyor ki, bu inançla, bu şevkle o da olur; derim ben.

                Devletin yapmasını beklesen, o zamanlar için 70 küsur il, 900 civarında ilçe… Sıra ne zaman gelir ki Vezirköprü’ye? Millî Eğitim Bakanı da Samsunlu değil, Başbakan da, Cumhurbaşkanı da!

                Öyleyse, tamamen yöresel imkânları harekete geçirerek yapılabilirdi bu iş. Önce YSE ile görüşülüp paletli araçlarla hafriyata başlanır. Temelden su çıkınca altı metre derine inilir. Su daha da fazlalaşır. Çamur nedeniyle paletli dozerler bile çok güçlükle çalışır.

                O sırada Havza Kaymakamı Tevfik Özbilgin gelir; ziyaretine. Meslektaşını alıp inşaat yerine götürür; Kaymakam Eren:

                “Bak, der; burada içinde 540 köy çocuğunun kalacağı 8 katlı bir yurt yapacağım.”

                “Herhalde Bakanlıktan para aldın. Paran hazır.”

                “Hayır… Bakanlığın haberi bile yok. Projesini burada özel olarak çizdirdim. Tamamen ilçe olanaklarıyla yapacağım.”

                Bir dev çukura ve çamurdan çıkmak için uğraşıp duran paletli dozere, bir de meslektaşı Kaymakam’a bakan konuk:

                “Sen delisin. Bırak bunun üzerine 8 katlı bina yapmayı, şu çukuru bile zor doldurursun. Kesinlikle başaramazsın. Vazgeç bu işten. Zararın neresinden dönülürse kârdır.” der.

                Arkadaş dediğin, meslektaş dediğin böyle olur işte! Güzel güzel öğüt verir insana. Çıkış yollarını değil, engelleri gösterir daima. Yorulmanızı, terlemenizi, üzülmenizi değil, rahat etmenizi tavsiye eder hep.

                Turan Eren ve O’nun gibiler anlayamazlar da bu güzel tavsiyelerin değerini, gülüp geçerek devam ederler yollarına. “Gülüyorsun ama sonun kötü olacak.” diye bir kez daha uyarmaları bile işe yaramaz.

                Bırakalım da biz onları, gelelim şu yurt işine. Önceki yıllarda, başladığı hiçbir işi yarım bırakmayan Malatyalı bir köy çocuğu olan Kaymakam Eren, bu işi de yarım bırakmayacaktı elbet.

                Nitekim, ilçenin tüm imkân ve kaynaklarını kullanıp hayırsever kişi ve kurumlardan da yararlanılarak önce temel atılıp birinci kat çıkılır. Durmak yok, dinlenmek yok, mazeret yok… İkinci kat, üçüncü kat, beşinci kat derken, sekizinci katı da çıkıp iki yıl içinde kaba inşaat tamamlanır.

                Gerekli olan seramik için Z.B. Genel Müdürü Kemal Akkaya’nın aracılığı ile işadamı Halis Toprak’a ulaşılır. Belediye Başkanını alıp İstanbul’a giderek ünlü işadamı ile görüşür Kaymakam. Konuyu heyecanla anlatır. Birçok kez, “Allah razı olsun.” diyerek dikkatle dinledikten sonra, 6 bin metre kare seramiği hiçbir bedel almadan vereceğini söyler; Halis Toprak.

                Ve hemen fabrikasına telefon edip bu yolda talimat verir. Teşekkür edip ayrılırlarken yardım isteyip alan konuklar, işadamı da onlara teşekkür edip güler yüzle uğurlar.

                Arabaya binince bizimkiler, “Başkan Bey! Malı veren de, teşekkür eden de, dua eden de O” deyince Kaymakam, “Halis Bey, çok değişik bir insan; Kaymakam Bey” der; Belediye Başkanı.

                Vezirköprü’ye dönerlerken, Söğüt ilçesindeki Toprak’ın seramik fabrikasına uğrarlar. Fabrika müdürü, talimatı aldığını, gerekli olan 6 bin metrekare seramiği en kısa sürede hazırlayacağını, birkaç gün içinde aldırabileceklerini söyler.

                İlçeye dönülünce, Karayolları ve DSİ’den sağlanan kasalı tırlar Söğüt’e gidip yurt için ayrılan seramiği yükleyip getirirler. Böylece seramiğe para verilmediği gibi, taşımaya da ücret ödenmez. Sıra gelir, mermere…

                Bunun için, Afyon’a gider Kaymakam. Vali Hüsnü Tuğlu ile görüşür. Vali, “Ben bu tür işlere karışmam” deyip kenara çekiliverir. (Vali akıllı adammış valla! Zaten akıllı olmasa, vali olabilir miydi!) Bunun üzerine İscehisar’a gidip Belediye Başkanı ile görüşür. Başkan, blok halinde mermer verebileceklerini söyler. Oradaki “Taşıyıcılar Kooperatifi”nden kamyonlar tutularak mermer bloklar Samsun’a taşınır. Bir fabrikada biçildikten sonra Vezirköprü’ye getirilir.

                Hiç ara vermeden ince işleri de bitirilen yurdun tefrişine gelir sıra. Yeniden Z.B. Gen. Müd. Kemal Akkaya ile görüşülür. O, Bursa’ya gitmesini, Sönmez Kadife’nin sahibi ya da fabrika müdürü ile görüşmesini söyler. Bursa’ya, fabrikaya gidildiğinde, müdür kendisine talimat verildiğini söyleyip “Ne kadar kadifeye ihtiyacınız var?” diye sorar.

                Önceden alınan ölçüler verilince, Müdür, Perdeleri yaptırıp kargo ile gönderirim.” der.

                Şimdi de tül perdeye gelmiştir sıra. Tül perde fabrikaları İstanbulda… Haydi, ver elini İstanbul…

                Bakırköy Belediye Başkanı Naci Ekşi, Malatyalı’dır. Yani, Kaymakamın hemşerisi… Ziyaret edilip perde konusu açılınca, “Bizim bölgede Ahmet Zorlu’nun perde fabrikası var. Birlikte gidip görüşelim.” der.

                Ziyaretin sebebi anlatılınca, “Seve seve, tülünü veririm. Siz ölçüleri verin; yaptırıp göndereyim.” der; Vestel’in sahibi.

                Biraz rahatına kıyan ve aklını kullanan için nasıl da tereyağından kıl çeker gibi kolayca oluveriyor işler!

                Vezirköprü’ye dönüşünde, eğitim çabalarının içine iyice girmiş olan Zeki Cevher gelir; ziyaretine. Ve “Beş derslikli bir okul kaça mal olur?” diye sorar. Kaymakam:

                “Sana beş derslikli değil, 12 derslikli bir okul yakışır.” der.

                Olurdu, olmazdı derken, Zeki Cevher’i 12 derslikli bir okul yapmaya ikna eder. Çok güzel bir okul yapılır. Açılış törenine Malatyalı hemşerisi Millî Eğitim Bakanı Metin Emiroğlu da gelir. Açılıştan sonra, tüm işleri bitmek üzere olan öğrenci yurdu da görülür. Çok beğenince Bakan,  bir protokol imzalanarak yurdun işletilmesi M.E. Bakanlığına devredilir.

                İsteyince, ama gönülden isteyince nasıl da kolayca oluveriyor işler! Havza Kaymakamı, buradan bir ders aldı mı acaba? Bu konuyu es geçmiş; Turan Eren.

                Siz ne dersiniz? Bu konuda sizin bir fikriniz var mı?                                                     

                                            GÜZEL BİR HABER

                İşadamı ve yazar hemşerim Nadir Elibol’un, özyaşamöyküsüyle yoğurduğu “Eyvah Nadir” adlı eserinin Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendiğini sevinçle öğrendim.

                Her yazara nasip olmayacak büyük bir başarıdır bu. Değerli yazar dostumu yürekten kutlarım! Ankara’da yaşıyor olsaydım, koşa koşa giderdim; bu ilginç oyunu izlemeye. İstanbul’a gelmesini dört gözle bekleyeceğim. (Bu eser, 1995’te İstanbul Ak Sanat’ta da oynamış; bilmiyordum.)

                Darısı Feyzullah Aktan, Hilmi Dinçer, Ali Rıza Cemeroğlu, Osman Nuri Yıldırım ve Turan Eren dostlarımın başına…    

Hüseyin Erkan                     
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

  

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..