Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ocak '16

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hay çenesine!...

Hay çenesine!...
 

Alıntı


Ne zaman çenesi düşük bir insana denk gelsem, bu kesin benim sınavım diye düşünüyorum. Hele de kaçacak bir yerim yoksa, beynimde tüm hayat deneyimlerim, duygularım ve hatta umutlarımı birbiri ile ilişkilendiren ne kadar snaps, dentrit, axon, nöron varsa hepsi birbirine karışıyor ve çoğu da yanıyor. Çünkü…

Çünkü pek çok insanda olan o yarı ‘dinlermiş gibi yapmak’ yeteneği bende maalesef yok. Anlatılan her ayrıntıyı, harfiyen içselleştiriyorum. Bu bir bela… Fakat öyle işte…

Geçen salı dizimden bir operasyon geçirdim. Problemin adı boynuz sapı yırtığı. Ne zaman ve kim tarafından boynuzlandığımı bilmediğim şurada dursun, bir de yırtılmış haberim yok!

Her neyse…

Böylesi ameliyatlarda bakıma ihtiyaç duyulur, bilirsiniz. Durumdan haberdar dostlarım ve kardeşlerim “Ben kalırım senin yanında” “Ben bakarım sana” demeye bir ay öncesinden başlamış olsalar da ben hepsine teşekkür edip kendime hasta bakıcı tutmaya karar verdim Böylece kimseye gönül borcum olmayacak, sevdiklerime eziyet etmemiş olacaktım.  

Google amcaya sordum, bu tür hizmetler veren bir firma yetkilisi ile görüşüp telefonda işi bağladım. Ve not düştüm, dedim ki, “Ben biraz ağırım, gerektiğinde beni kaldırabilecek güçte kuvvette bir hanım olsun.”  (Kiloluyum demeye utandım herhalde.)

Ameliyat günü, hastane odamda bir arkadaşımla ameliyat saatini bekliyorduk. Kapı çaldı, içeri bir hanım girdi. Amaney! Bir boy var, benden en az 10 santim uzun arkadaş, hurma ağacının tepesine bakar gibi bakıyordu kadına. Bir vücut var, piuuuv! Karpuzu tek eliyle parçalamaz, on tane boksörü tek yumruğu ile yere çakmazsa ne olayım! Dünya ağır sıklet gülle şampiyonu gibi mübarek. “Ben Emine Supçin için geldim” dedi.

İçimdeki ses ‘Şimdi tuttun boynuz sapını!” diyerek dalgasını geçedursun,  bakakalmışım. Hatta çivilenmişim olduğum yere. 

Bizden çıkan cılız sesler, ondan çıkan bas baritonla buluştu, tanıştık.

İlkin gayet naif bir şekilde “Sorununuz nedir, ne ameliyatı olacaksınız?” diye başladı. Ben de olası en az sözcükle açıkladım. (Siz bakmayın benim uzun yazdığıma. Konuşurken düşmez benim çenem, yazarken tutamıyorum.)

İşte o ilk soru ve yanıtından sonra oldu ne olduysa. Bizimkinin çenesi bir düşük çıktı ki sormayın…  Benzer rahatsızlıktan dolayı baktığı hastalar, hastaların yedi sülalesi ve tüm secereleri ile anlatmaya başlamaz mı?! On beş dakika geçmedi benim gözler birbirine yaklaşmaya başladı. Şaşı beş oldum. Arkadaşım haydi aşağılara inelim, bir hava alalım demese o dakika komaya girecektim.

Hastane bahçesinde kaç dakika dolaşılır ki? Üstelik ameliyat sırası bekliyoruz, her an odaya beni almak için bir görevli de gelebilir.

El mecbur çıktık odaya. Bayan çene heyhulası odaya konuşlanmış; firmanın önlülüklerini giymiş, suyunu, atıştırmalıklarını sehpaya sıralamış hastasını bekliyordu.  

“Geldiniz mi?” dedi. “Hayır ben ameliyattan vazgeçtim, gidiyorum” demek geldi içimden. “Stres yapıyorsunuz, uzanın ben size biraz masaj yapayım.” demesiyle beni alaşağı etmesi bir oldu desem, inanırsınız. Değil değil, durdurdum onu ben. Masajdan kurtulmak kolay, ya çene? La beş dakika geçse ya! Yine makineli tüfek gibi, car car car. İnanın şu an yazarken bile kafam kaşınıyor.

On beş dakika sonra bir daha aşağılara gitmeler filan derken en sonunda görevli beni ameliyat odasına götürdü ve ben bırakın ameliyat stresini, çeneden kurtulmuşluğun ferahlığı ile derin bir oh çektim.  

Ameliyat bitti, belden aşağım yeni dökülmüş çimento kıvamında odama çıkarıldım. Sapını köpek yiyesi boynuzdan kurtulmuştum artık. Fakat asıl işkence yeni başlıyordu. Bir kere yerimden kalkabilmem olanaksızdı. Artık ne anlatsa dinlemek zorundaydım. Yarı baygın aklımla “Sen kitap okumayı sever misin?” dedim. Maksat dikkatini başka yere çekmek.

“Sevmez miyim, çok severim” dedi. Hemen yanı başımdaki kitabı uzattım ve “Bak bu harika bir kitap haydi bir göz gezdir,” dedim. Eline aldı ve yüksek sesle kitabın giriş bölümünü okumaya başladı. Düzgün okuyabilse, kendi kaldığım yeri gösterip bana kitap okumasını isteyecektim fakat heceleyerek okuduğunu görünce, “İçinden okursan daha hızlı okursun,” önerisinde bulundum.

Bir dakika geçmedi yafu! Bu kez okuduğu cümlelerle ilgili yorumları başladı. Hay Allah senin!... (Yine kafam kaşınıyor şu an.)

Aklıma televizyon geldi. Takip ettiği bir dizi olup olmadığını sordum. Birkaç dizi ismi verdi ama onların hiç biri salı akşamı oynamıyormuş. Kumandayı elime alıp bir dizi buldum ve o diziyi benim takip ettiğimi uydurup,  sağlık durumum elverdiğince dikkat kesilip, “İşte benim dizim başlamış” diyerek, hiç bilmediğim diziyi izlemeye başladım. O da seyretmeye başladı.

Bir dakika len! Bir dakika dursa ya!

Dizinin konusunu, içeriğini, oyuncuların kim olduğunu sormaya başlamasıyla aklımı kaçırayazdım ki dâhiyane fikir şıp diye düştü. Uyku numarası! Süper fikirmiş, harbi işe yaradı. 

 Neyse…

Ben de uzatıp nöronlarınızı yakmayayım. Fakat her ne kadar çenesi düşük de olsa harika bir hasta refakatçisiydi. Sağ olsun. Ve bir teşekkür de doktorum Yaşar Selçuk’a. Tertemiz bir ameliyat ve olabildiğine profesyonel bir yaklaşım. Tüm hastane personeline de gönül dolusu teşekkürlerimle, okuyan herkese sağlıklı günler diliyorum. 

 
Toplam blog
: 135
: 3170
Kayıt tarihi
: 23.07.08
 
 

Eğitim sürecinin bazı bölümleri Almanya ve İngiltere'de olmak üzere en son PAÜ'den eğitim uzmanlı..