Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Nisan '07

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Hayaletiz biz

Programlanan biyolojik makineleriz aslında.

Çocukluktan başlayarak nasıl programlanırız bir bakalım. Ebeveynlerimizden başlar ilk emirler;

Dışarı çıkma çocuğum!

Sessiz ol çocuğum!

Uslu ol çocuğum! (nasıl olunacağını kimse söyleyemez nedense)

Uyu çocuğum!

Oynama çocuğum!

Elleme çocuğum!

Koşma düşersin çocuğum!

Üfff sen ne kadar saçma sorular soruyorsun çocuğum.

Saçmalama çocuğum!

Sana her şeyi verdim, saçımı süpürge ettim, ama haylaz bir çocuk çıktın, yazıklar olsun…

….

Okula başlarız, öğretmenlerimiz;

Rahat çocuğum!

Hazır ol !!!

Sessiz ol çocuğum!

Yerine otur çocuğum!

Çalışkan ol çocuğum!

Efendi ol!

Dürüst ol!

Akıllı ol çocuğum!

Ödevini yaptın mı çocuğum?

Yanlış yaptın çocuğum! Sıfır (sen bir sıfırsın, sen bir geri zekâlısın, sen bir aptalsın çocuğum)

Oku baban gibi Eşek olma!!! (oysa baban da aynı yoldan yürümüştü????)

Sana her şeyi öğrettim, ama sen aptal bir öğrencisin, yazıklar olsun……

….

Buraya kadar asla gerekçesi açıklanmamış, nedeni anlatılmamış emirler dizisiyle şunu öğrenmiş oluyoruz; YAPMA, OL, YARAMAZSIN, APTALSIN… artık nedenleri sorgulamanın ve olayın perde arkasını kavramaya çalışmanın adeta günah olduğunu kabulleniriz çoğumuz.

İşe başlarız, yöneticimiz;

Dediğimden başka bir şey yapma kardeşim!

Söylediğim şekilde yap!

Yorum yapma kardeşim!

Eski köye yeni adet mi getireceksin?

Bunca yıllık tecrübem var, benden daha iyi mi bileceksin?

Sorgulama kardeşim!

Düşünme kardeşim, ben senin yerine de düşünürüm!

Bunların hepsi aptal, kafaları basmıyor, her şeyi ben tarif etmek zorundayım sanki.

Ben olmazsam ne yapacaksınız kardeşim? (Genellikle de gidince hiçbir şey daha kötü olmaz nedense)

….

Gerçekten de programlanabilen biyolojik makineleriz. Bu bilimsel olarak bilinen bir gerçektir. Ne var ki nasıl programlandığımız ortada? Düşünmeyen, sorgulamayan, araştırmayan, üretmeyen, yorumlamayan, analiz ve sentez yapmayan, yanlış komutlarla kısıtlanmış, yetenekleri ve fonksiyonları hapsedilmiş, aptal ve beceriksiz olduğuna inandırılmış bir makine.

Bu kadar yanlış komutla, en gelişmiş makine dahi aptallaşır, başarısız ve atıl hale gelir şüphesiz. Başarısız oldukça da öz güvenini yitirir, alışılmışın, ezberin dışına çıkmaya cesaret edemez. Bir süre sonra artık o da inanmaya başlamıştır aptal olduğuna. Çocukluğundan beri herkesin tekrarladığı gibi işe yaramaz, gereksiz biridir.

Ne olduğuna inanıyorsan osun!

Bir insanın kendi hakkındaki yargıları ve inançları gerçekleşir. Hastalanacağına inanan hasta, aptal olduğuna inanan aptal olur çok geçmeden.

Yukarıdaki şekilde programlanan kişi hayatın öznesi olmaktan çıkmış nesnesi olmuştur artık. Hayat onun için artık bir serüven değil, doldurulması gereken bir çiledir. Bundan sonraki bütün çabası başarısız olmama, rezil olmama, sefil olmama mücadelesine dönüşmüştür. Hayatı artık gelecekteki kötü senaryoların korkuları yönetmektedir. Baştan beri almaya alıştığı komutları depolamaya devam eder. Fakat yorumlamadan, sorgulamadan, analiz ve sentez yapmadan ya kabul eder yada ret eder. Artık hayatın renkleri solmuş geriye sadece siyah ve beyaz kalmıştır. Ya bendensin ya da değil. Ya avsın ya da avcı. Bundan böyle köşe yazarı, kitabın yazarı, senaryo yazarının istediği doğrultuda düşünüyor, kendisini filimdeki kahramanla özdeşleştirmeye başlıyor, onun gibi hissediyor, tepki gösteriyor ve davranıyor. Oysa filimdeki kahraman çoğunlukla bir senaristin hayal gücünün ürünüdür, yani gerçek olmayan bir kahramandır. Gerçek bir hayatın yansısı olsa dahi, o başka bir hayattır. Kimse bir başkasının hayatını yaşayamaz. Bu pratik olarak mümkün değil. Hele bir yığın kişinin aynı filmdeki kahramanın hayatını hep birlikte yaşaması ise hiç mümkün değil. Hepimiz yapmışızdır sanırım, ortaokul lise çağlarında sinemada Malkoç oğlu’nu veya Kara Murat’ı seyreder, sinema çıkışında hepimiz Kara Murat olur, bir birimize karate yapardık. Şimdilerde yıldız savaşçıları filminden sonra Amerika’da Cedaizm diye bir tarikat başlamış ve on binlerce üyesi varmış. Filmdeki hayali karakterin on binlerce hayalet kopyaları…. Hayatımız bir film ise, senaryosunu kim yazıyor? Üstelik biz bu filimde çoğu zaman figüran bile değiliz. Elbette okuyacağız, film izleyeceğiz. Ama edindiklerimizi içsel bir süreçten geçirip, kendimiz için birikime dönüştürmek için kullanacağız, yoksa kendimizi yok etmek için değil.

Yeniden programlayabilir miyiz?

EVET, HERZAMAN

Bunun için düşünce ve değer sistemimizi yeniden gözden geçirmeliyiz.

Neye değer veriyorsak o hayatımıza hakim olur. ‘dervişin fikri neyse zikri odur’

Düşünce tarzımızı ve değer sistemimizi neler oluşturuyor? Doğumdan itibaren aileden, okuldan ve çevreden edindiklerimiz, medya, kitaplar, köşe yazıları, filimler, çevremizdeki kanat önderleri, liderler, inanç sistemleri, modalar…. Bunların içinde bize faydalı olan hangisi? Teker teker gözden geçirmeli, gereksiz olanları ayıklamalı, geriye kalanları ise yeniden düzenlemeliyiz.

Yargılarımızı oluştururken kaynak bizim deneyimlerimiz ve sentezimiz mi yoksa bilgi bombardımanıyla yüklendiğimiz, amaçlı ve kasıtlı bilgiler mi?

Manavdan domates alırken gösterdiğimiz seçiciliğin ne kadarını bilgi için kullanırız mesela?

Çürük sebzeler bizi zehirler diye almayız, ya çürük bilgiler? Bir çürük sebzenin zehirini birkaç günde vücuttan dışarı atarız, ya bilgileri atabiliyor muyuz? Bütün hayatımızı zehirleyecek, düşünce ve değer sistemimizi kökten değiştirecek ve hayatımızı altüst edecek bu zehirler daha mı az tehlikeli sizce? En çok seçici olmamız gereken yer işte burası. Yoksa hayali karakterler oluruz.

Neye değer vermeliyiz? Neyi alkışlamalı, neyi desteklemeli? Kime imrenmeli, kimi modellemeliyiz?

Biz kaynağına bakmadan zenginliğe, lüks otomobil sahiplerine hayran olmaya başladık.

Nasıl ve hangi torpillerle elde ettiklerine bakmadan unvanlara saygı duymaya başladık. Anlayışa bakmadan entelektüel bilgiye değer vermeye başladık.

Kendi başarılarımız yerine babamızın, amcamızın, çevremizde tanıdığımızın başarısı ile övünmeye başladık.

Gerçek ve dürüst karakterler yerine televizyon ekranındaki hayali karakterlere hayran olmaya onları modellemeye başladık. Onlar gibi giyinmeye, onlar gibi rol kesmeye başladık.

Biz gerçek olmaktan çıkıp Hayalet olmaya başladık hayalet. Düşüncelerimiz okuduğumuz veya izlediğimiz başkalarının düşünceleri, söylemlerimiz çalıntı, yargılarımız aşırma….

Övünebileceğimiz, bu benim emeğimin ürünü diye bileceğimiz kaç şey var elimizde?

Bütün bunlar bilinçsizce programlanmaktan kaynaklanıyor. Şunu yapma, bunu yapma, yaşama desenize kısaca.

En azından yetişkin olduktan sonra kendimizi yeniden programlayabilir, kendi filmimizin senaryosunu kendimiz yazabiliriz.

Koş çocuğum!

Düş çocuğum!

Oyna çocuğum!

Söyle çocuğum!

Sorgula çocuğum!

Hata yapmaktan korkma dene çocuğum!

Denemeden öğrenemezsin çünkü çocuğum.

Korkma çocuğum!

Mücadele et çocuğum! Bu bilinçsizce güdülenmişliğe karşı içinde bir savaş başlat çocuğum!

Bu var olma savaşı, hayali olmaktan çıkıp gerçek olma savaşı. Gerçek olan tek savaş, savaşmaya değer tek savaş.

Bu kendimize karşı savaşımız. Hiç bitmeyen cehaletimize karşı, düşünce tarzımıza karşı, değersiz değer yargılarımıza karşı, feodal yapımıza karşı kazanmak zorunda olduğumuz bir savaş.

Bu kadınlarımızı üretimin dışına iterek köleleştirme zihniyetimize karşı, bacımızın veya kızımızın aşkına kurşun sıkan zihniyetimize, iş üretmek yerine mazeret ve süslü laflar üreten entelektüelliğimize, tembelliğimize, gerçekdışlılığımıza, yalancılığımıza, kolaycılığımıza, şekilciliğimize karşı bir savaş.

Bu mutlak şekilde kazanmak zorunda olduğumuz bir savaş. Her an, her karşılaşmada bıkmadan, usanmadan, yenilince yıkılmadan tekrar toparlanmak ve ayağa kalkıp mücadele etmek zorunda olduğumuz bir savaş.

Bu köşede sadece bölgesel kalkınmaya yönelik yazılar yazmaya özen gösteriyorum. Bu yazı da öyle şüphesiz. Çünkü; Kalkınmanın niyetten, düşünceden başladığını, zihniyet değişmeden uygulamanın değişmeyeceğini herkes bilir. Bizim azgelişmişliğimizin tek sebebi tutumlarımız ve düşünce tarzımız. Bizden daha zor coğrafyalarda, daha ağır koşullar altında yaşadığı halde dünyanın en müreffeh toplumları haline gelmeyi başarmış örnekler vardır. İsrail, çölün ortasında dünyaya tarım ürünleri ve tohumları ihraç ederek milyarlarca dolar kazanıyor. Hollanda’nın toplam büyüklüğü Konya ili kadardır, ama tarım ürünleri ihracatı 40 milyar doların üstündedir. İsviçre yılda sadece 4 ay tarıma elverişli bir mevsim yaşarken ve ülkesinde kakao yetişmezken dünyaya süt ürünleri ve çikolata satarak milyarlarca dolar kazanıyor, Japonya 1945’ten sonra atom bombası yiyen, ordusu dağıtılan ve bütün sanayisi çöken bir ülke iken, dışardan aldığı hammaddeleri işleyerek dünyaya teknoloji satıyor. …

Şimdi Doğuda olaylar var, eğitim olanakları İstanbul’dan daha kötü deyip, bütün bu sefaletin sorumluluğunu üstünden atmaya çalışan sözde entelektüelleri duyar gibiyim. Evet, orada birtakım sıkıntıların olduğunu herkes görüyor. Ama bu kadar su kaynağının boşa aktığı, tarlaların ve yamaçların bomboş beklediği ve gençlerin işsiz olduğu, meyvenin ve sebzenin Akdeniz bölgesinden geldiği bir durumdaki tembelliği nasıl açıklayacaksınız. Nüfusun %70’ine yakınının merkezlerde yaşadığı, internet, kütüphane, gazete, kitap vs. gibi bütün olanaklara sahip oluğu halde, bu cehaleti nasıl açıklayacaksınız. Üstelik kütüphanelerin ve kitapçıların bomboş olmasına karşın.

İnsanlar kötülüğe akın akın giderler, ama erdemin yolu yokuştur ve önünde alın teri vardır der filozoflardan biri.

Şayet bizim gibi düşünüyorsanız, burada yazdıklarıma hak veriyorsanız, bilmelisiniz ki biz sadece söylemlerle yetinmiyoruz. Biz eylemlere değer veriyoruz ve düşünce tarzımızı eyleme geçirmek için durmadan çalışıyoruz. Yazmayı ve söylemeyi ise eylemlerimizi haber vermek ve bizim gibi düşünen sayısını arttırmak için araç olarak kullanıyoruz.

 
Toplam blog
: 34
: 639
Kayıt tarihi
: 15.08.06
 
 

1968 Hakkari doğumluyum. Elektrik Önlisans, Halkla İlişkiler Önlisans, İktisat Lisans, Sosyoloji ..