Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '06

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Hayalleriniz Avustralya kadar uzak mi?

Hayalleriniz Avustralya kadar uzak mi?
 

Yıllardır düşleyip de bir türlü yapamadığınız planlarınız vardır mutlaka. Hepimiz bugün, yarın, gelecek aya, seneye diye birçok şey erteliyoruz.

Gençkızken gitmeyi hayal ettiğim tek ülke Avustralya idi. Merkez Bölgesindeki (Northern Territory’nin guney bölümü) çölün ortasında durup, iki kolumu iki yana açıp, yüzümü gökyüzüne çevirdiğimi ve ancak o zaman kelimenin tam anlamıyla kendimi özgür hissedeceğimi düşünürdüm. Toy hayaller, uzak, pahalı, birlikte gidecek kimse yok falan derken yıllar geçti. Sonunda 35 yaşına girme stresi iki sene öncesinden başladığında, haydi artık biriktir paranı, al iznini ve gerçekleştir hayalini dedim kendi kendime.

İşte böylece yarı dolu bir sırt çantası ile bir aylık bir yolculuğa başladım Şubat 2005’de. Uzun bir isim ve adres listesi de vardı çantamda. Londra’da yasamanın nadir avantajlarından biri, şehri dünyanın hemen her ülkesinden gelen insanlarla paylaşıyor olmanız. Avustralya’ya gidiyorum diye etrafa yayar yaymaz, bir çok kisiden aile ve arkadaş adresleri yağmaya basladı. Sağolsunlar Avustralya’lılar bizim kadar misafirperver. Tavşanın suyunun suyu derler ya iste öyle arkadaşın abisinin karısının ablası falan derken birçok insana misafir oldum. Iyi ki de oldum. Sayelerinde hem turist-ötesi bir gezim oldu hem de otel masrafından tasarruf ettim. Tabii, nazar boncuğundan tutun, Türkce kitaplarin Ingilizce çevirilerine kadar bir sürü irili ufaklı hediye de götürdüm, söylemesi ayıp.

Queensland’in tropik plajlarını, Victoria’nin dağlarını, Merkez Bolgesi’nin çöllerini, ve Sydney’nin Türk mahallesini gezdim. Bir aylik gezi buraya sığmaz ama iki yer önemli: Queensland ve Merkez Bölgesi. Queensland sahillerinde Cairns gibi büyük turist merkezlerini boşverin. Whitsunday Adaları çevresindeki Great Barrier Reef tekne gezintileri çok daha sakin. Great Barrier Reef, uzaydan bile görülebilen dünyanın en büyük mercan kayalığı, hatta en büyük organik oluşumu. Dalmasanız da snorkella yüzmeden ayrılmayın. Balıklar çeşitli ve renkli ama mercanlar bambaşka bir dünya sanki.

Merkez Bölgesi’nde ise hem coğrafi hem ruhani bir güzellik bulacaksınız. O genç özgürlük hayallerim tamamiyle doğru çıktı: o kırmızı boşluk gerçekten özgür hissettiriyor insana kendini. Bölge neredeyse Türkiye kadar büyük ama sadece 60,000 insan nüfuslu. Yani anlayacağınız ‘göz alabildiğine bomboş arazi’ diyebilirsiniz. Aslında ‘bomboş’ değil, sadece insan yapısı birşey yok ama hayat dolu: bitki, böcek, sürüngen, uçan, kaçan, bir sürü hayvan…ve siz, bir kaç insan. Dünyaya egemen olduğumuzu sanıyoruz ya, işte Merkez Bölgesi egemen olamadığımız ve belki de onun için kendimizi özgür hissedebileceğimiz bir yer.

Aslında bu doğaya egemen olmadan onun şartlarına uyma, ona saygı duyma Aborijinlerin ortak yaşam felsefesi. ‘Ortak’ diyorum çünkü sadece Merkez Bölgesin’de 15 dil grubundan Aborijin kabilesi var. Saygı soyut bir kavram değil. Doğanın çetin şartlarına uyabilmek için gerekli. Örneğin, Merkez Bölgesi Aborjinleri’nde toprak mülkiyeti yok çünkü toprak yerleşik bir yaşam tarzını destekleyecek kadar verimli değil. Kabileler kendi bölgeleri içinde göçebe bir yaşam sürdürüyorlar.

Bu düzen Avustralya’ya ilk gelenlerden bu yana Avrupa’lıların anlayamadığı bir felsefe. Doğayı ve yerlileri evcilleştirmeye çalışmışlar çok yakın zamana kadar. Tarihi değiştirmek mümkün değil ama iyimser gözlemlere göre Aborjinlerin durumları ve diğer Avustralya’lılarla yavaş da olsa ilişkileri düzelmekte: özerk alanlarına daha büyük otonomi tanınıyor, beyaz Avustralya toplumunda profesyonel roller üstlenen Aborijinlerin sayısı artıyor, beyaz Avustralya’lıların Aborijin felsefesini kavrama istek ve yetenekleri gelişmekte ve bir kaç Ulusal Park ve birkaç turizm şirketi Aborijinlerin yönetimi altında.

Bu parklardan biri de Merkez Bölgesi’nde: bomboş çölün ortasında birdenbire karşınıza çıkan Uluru (Ayers Rock) ve Kata Tjuta (The Olgas). Aborijinler için kutsal olan bu kayalıklar sanki taş değil de organik. Etraflarında yürürken acaba ne zaman binlerce yıllık uykularından uyanıp gerinecekler diye bekledim. Geceleri, en yakın çiftlikten bile onlarca kilometre uzaklıktaki kamp yerimizde doğanın seslerini dinleyip, sanki uzanıp dokunabileceğiniz kadar yakın yıldızları seyrederek uykuya daldığımda içimde hissettiğim huzuru başka hiçbir yerde hissetmedim.

O huzuru bırakıp şehre ve hatta ‘normal’ hayatıma dönmek istemedim hiç. Sydney’e vardığımda, daha uçaktan iner inmez bes günde çölde gördügümden daha çok insan görünce, gözlerim doldu. Neyseki ertesi günü kapağı Türk mahallesine attım da, güzel bir kahve derman oldu biraz da olsa...Bir kahvenin kırk yıllık hatırı varsa, Avustralya’daki o bir ayın bir ömür hatırası olacak eminim.

Aslında nereye neden gittiğiniz önemli değil – bir yere gitmeniz bile gerekmez. Önemli olan düşlerinizi gerçekleştirmek. Yollar uzun, olanaklar çok, hayat kısa....o yüzden geç kalmadan çıkın yola. Yolunuz açık olsun.

 
Toplam blog
: 2
: 1376
Kayıt tarihi
: 15.06.06
 
 

15 yıldır Londra'da yaşıyorum. Seyahat ve yazmayı çok sevdiğimi bilen canım halam Milliyet'in bu gir..