Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Kasım '06

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Hayallerinizi yakmayın!

Yıl 1997, aylardan mayıs.
Askerden geleli 2 ay olmuş.
Ayaklarım yere yeni basmaya başlamış.
Çok uluslu şirketlerden bir tanesine iş başvurusu yaptım.
Oraya kapağı atarsam, hayatım garanti olacak.
Daha doğrusu; o dönem öyle zannediyorum.

Cep telefonları ayyuka çıkmamış daha, iş başvurusuna ev telefonunu yazdım.
Zavallı annem mecburi sekreter!
Her sabah evden çıkarken anneme tembihliyorum. "Anne lütfen bu gün evden ayrılma bana çok önemli bir telefon gelebilir."
Ne yapsın kadın, gönüllü hapis.
Günler günleri kovalıyor. Beni arayan soran yok.
Şöyle ensesi kalın, göbeği kallavi bir dayım yok ki, devreye sokalım işimizi halletsin.
Tam umutların bittiği bir akşam, radyodan eve geliyorum.
Bu arada radyoda her gün 3 saat programım var.
O dönem bu işteki 5. yılım, sıkı da programcıyım. Askerden döndüğümde amacım ulusal radyo istasyonlarını kovalamak ama babamın dediğine göre bu işi yapmaya devam edersem kimse kızını bana vermezmiş.
Anlayacağınız evde kalma riski çok yüksek.
Ciddi bir iş bulup, bir baltaya sap olmam lazımmış.

Neyse...
Umutların tükenmek üzere olduğu, babama göre "balta" olarak gezdiğim bir akşam.
Evin kapısında, kalbi deli gibi çarpan annem karşılıyor beni,
Ben daha ağzımı açamadan "Aradılar" diyor.

Ertesi sabah saat beş buçukta kalkıyorum. Görüşmem dokuzda.
Sarışın olduğum için sakalla sorunum olmaz pek, ama neme lazım, ya iş görüşmesine gittiğim adamlar, askerdeki gibi pamukla sakal kontrolü yaparlarsa!
Geceden aldığım permatikle sinekkaydımı oluyorum.
Şansızlığa bakar mısınız? Her zaman ki gibi çenemin altındaki çukuru kesiyorum.
Kesilen yere apar topar bir gazete parçası yapıştırıyorum.

Benim ev Çorlu'da, görüşme İstanbul'da.
Bir tanecik takım elbisem var.
İnanın onu da en son ne zaman giydiğimi hatırlamıyorum.
Sevgili annem benimle beraber kalkıyor, önünü ilikleyemediğim ceketin lekelerini sabunlu bezle siliyor, pantolonu ve gömleği jilet gibi yapıyor.
Babamın limon kolonyasını üzerime boca ediyorum.
Jöle yok o zaman, briyantin var.
Briyantinin olduğu tüpün yarısını saçlara boca ediyorum.
Kapıdan çıkmak üzereyken, annem sesleniyor:
"Kırk tane besmele çek"

Yaklaşık bir buçuk saat süren otobüs yolculuğunun ardından, "o çok büyük! Çok uluslu şirketin" önündeyim.
Kapıdaki güvenlik bana sinek gibi bakıyor.
— Ne için gelmiştin?
— İş için...
— İşçi almıyorlar hemşerim
- Dün beni aramışlar saat dokuza randevum var
- Öyle desene kardeşim
- Kimliğini ver, al şu kartı da gömlek cebine sıkıştır. Kapıdan içeri gir, ikinci kata çık. Tam karşıda senin gibi gelen başkaları da var orada bekle adını okuyacaklar...

Yaka kartını alıyorum, güvenliğin dediği gibi ikinci kata çıkıyorum.
İkinci katta benim gibi süslenip gelmiş, bir sürü adam var.
Boş koltuklardan bir tanesine oturuyor rakiplerime küçümseyen gözlerle bakıyorum.
Adı okunan içeri giriyor, çok geçmeden alı al moru mor dışarı çıkıyor.
Kimsenin kimse ile konuştuğu yok.
İsmim okunuyor...
İçeriye giriyorum.
Zayıf, gözlüklü, havalı, insanlara yukarıdan bakan, yaptığı iş görüşmelerinden sıkıldığı belli, İngiliz sterlini gibi bir adam karşılıyor beni.
İsmini söylüyor ve ardından sıfatını ekliyor; İnsan kaynakları Müdürü! Başvurum elinde:
- Demek elektrik okudun?
— Evet
- Neden mesleğini yapmıyorsun?
— Sevmiyorum, bir dönem bürom vardı, denedim olmadı.
— Şu an radyo programı yapıyormuşsun?
— Evet, günde üç saat
- Günde üç saat ne anlatıyorsun insanlara?
— Türkiye gündemini mizahi bir dille işliyorum.
— İnsanlar dinliyorlar mı peki? (kendi kendine gülüyor)
<ı>Gülmesi sinirime dokunuyor ama annem geliyor aklıma, tepki vermiyorum.
— Sanırım dinliyorlar.
—Bak şimdi sana bir soru soracağım, lütfen doğru cevap ver. Bizim şirkete girdin say, şirkette çalışırken ulusal radyo istasyonlarından bir tanesi sana iş teklif etti, bizde çalışmaya devam mı edersin? Yoksa işten ayrılır mısın?"
Kısa bir süre duraksıyorum.
Adam beni can evimden vurdu.
Boğazımı temizliyorum ve hayatımın bundan sonrasını etkiyecek cevabı, yalanı, adama söylüyorum.
— Şirkette çalışmaya devam ederim.
İnsan kaynakları müdürü bana başka sorular da soruyor. Elimden geldiğince dilim döndüğünce, hepsini cevaplıyorum.
Dönüş yolunda kafamda sadece o soru var.
Çorlu'ya dönüp, normal yaşantıma devam ediyorum.
Bir akşam yine annem kapıda, şirketten aramışlar, beraberimde getirmemi istedikleri evrakları yazdırmışlar.
İnsan hayatında bazı kırılma noktaları var.
Şimdi on yıl geriye gitme şansım olsa...
Aynı adam bana...
Aynı soruyu sorsa...
Cevabım çoktan hazır ama...
Neyse !
Kıssadan hisse; ne hayallerinizi yakın, ne de eviniz ısınsın...

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..