Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '07

 
Kategori
Oyunlar
 

Hayat = Satranç

Hayat = Satranç
 

Hayatımızda yaptığımız her hamle satranç hamlesinden farksızdır… Biraz cesaretli, biraz mağrur, biraz umutlu, biraz karamsar… Yenilsek de kaybetsek de… Ama her gün yeniden güneş doğar, bunu da unutmamak gerekir!

Şah, vezir, her ikisinin yanında birer fil, at, kale ve tüm bu oyuncuların önünde piyadeler hazır durumda yerlerini almıştı. Siyahlar beyazların hamlesini beklerken, ki oyunun kuralı buydu, beyaz piyade ile başlamıştı oyun. Sanki sonsuza dek ant içilmişti bitmemesi için oyunun.

Küçük piyade ilk adımını attı, rakip piyadeden de aynı hamle geldi, ağır ve emin adımlarla. Oyunda birkaç piyade hamleleri yapıldıktan sonra, oyunun havasında sessizlik hakimken bu sedayı beyaz bir at bozmuştu. Bembeyaz bir at adeta şahlanmışçasına sıçradı uzun ve heyecan dolu adımlarla. Oysa ki siyahlar temkinli bir şekilde ilerlemeyi tercih ediyorlardı. Hızlı karar vermek çoğu zaman dönülmesi imkansız bir yol demekti çünkü. Siyah piyadeler ağır ağır ilerliyordu ta ki beyaz fil, kale ve piyade askerler görünene dek. Bu acımasız ama bir o kadar da tutkulu hamleler bir kırbaç gibi kışkırtıyordu siyahları. Bilinç sınırı aşılmıştı siyahlar için.

Ufacık bir savaştı bu; Barış içinde savaş! Siyahlar bilinçsizce ilerliyordu, fil, kale ve piyadelerin çoğunu kaybetmişlerdi. Ama olsun İLK hamle onlardan gelmemiş miydi? Bu gurur vericiydi. Karşı taraf hala güçlüydü, kaybedilen birkaç piyade dışında. Üç küçük siyah piyade güzeller güzeli siyah şahlarının etrafını çevirmişlerdi beyazların hamlelerine karşı, tedbirli ve emin!

Umulmadık bir anda siyah vezir cesaretli ama bi o kadar da sonunu düşünmeyen bir hamle yapmıştı: “Şah!” Artık bu yoldan dönülmesi imkansızdı, söylemişti bunu bir kere. Beyaz bir piyade hala savunuyordu beyazlara bürünmüş şahını.

Siyahlar yeniden şahlandı onca kayıplara ve pişmanlıklara rağmen. Toparlamışlardı kendilerini. Bu kez atağa geçen beyazlardı: “Şah!” Siyahları koruyacak piyadeler de yerlerinden ayrılmıştı, elde sadece bir kale, bir at ve yakışıklı vezir mevcuttu. Beklenmedik ama yine de olası bir darbeydi bu, haksızlıktı bu! Atla kurtardılar durumu, at elden gitmişti.

Yine de iyimserdi siyahlar, her ne kadar “siyah” olsalar da, her ne kadar karamsarlık hissini verseler de… Bir kaç taş ile korunacaklardı işte, ne vardı bunda! Ama yine beyazların sesi duyuldu: “Şah!” Artık pes etmek gerkiyordu, direnmek boşunaydı. Kısık bir sesle, yere çakılan gözlerle geri çekse de kendini, artık köşeye sıkışmıştı o ışıldayan siyah prenses. Hükümranlık süresi dolmuştu, oysa herşey ne güzel de başlamıştı, ne güzel de devam ediyordu hayat kaybedilen değerlere rağmen.

Yinelendi beyaz buğulu ses: “Şah!”… “Şah! ve Mat!”…

İyilik dolu görünse de beyaz prens, siyah prensesi “mat” etmişti… Siyahlara bürünmüştü siyahlar, gece olmuştu sanki her yer. Tablo tam bir bilindik savaş sahnesiydi; atlar darbelere dayanamayıp yerde boylu boyunca yatıyor, filler derin yaralar almış kıvranıyor, kaleler harabeye dönmüş, vezir şahını koruyamadığı için o da görevinden istifa edip savaş alanını terkediyor, ve başrol şah derin darbelere maruz kalan kalbi ile yerde asil güzelliğiyle yatıyordu. Yerde uzanıyordu acı çeken ince narin bedeni güzel şahın. Hiç bir güç onu yeniden ayağa kaldıramazdı. Belki yeniden başka bir oyunda, başka bir hayatta can bulacaktı…

 
Toplam blog
: 5
: 734
Kayıt tarihi
: 30.07.07
 
 

İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuyum. 22 yaşındayım. Edebiyat eserlerini okumayı seviyorum, ama bir o..