Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ocak '07

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Hayat bahçesi

Hayat bahçesi
 

"Gözüm dalar uzaklara bir hayal rüya olmuşum"

Kapısını kapamış yazın bahçeleri... Kalplerde hazin bir sonbahar, yırtık bir güz yağmuru sessizliği..

Kim alabilir ki benden seni?

Kaç yağmur dindirir peki öfkemi?

Prangaların boğazıma takıldığı içime akan gözyaşlarımla silerim seni...

Halbuki hiç bitmeyen ya da bitmeyecek olan bir yazın gölgeleriydik yahut erken bahar mevsiminin ıslak meyveleri...

Hayat neleri değiştiriyor görüyorsun değil mi? Zaman öyle kayıyor ki avuçlarından adeta sabun köpüğü gibi..

Yetişmeye çalışma... kaç durdurmaktan zamanı... sende onunla beraber akmaya başla..

Önünden gidersen ya da çok gerilerden gelirsen şaşırırsın vaktini, bulamazsın ki yerini... Nerede olduğunu kestiremezsin

Onunla birlikte yürümeyi dene... ayaklarına batsada dikenler elini uzatmalı zamana.

Kırsada incitse de kalbinde bir yerleri korkmadan dingin yürü. Bilirim bende o acıyı onun adı hayat kırıklığı...

Kalbinin o derin, en onulmaz köşesine değdi mi "o paslı makasın ucu" , hiçbir zaman anı geçiremez artık onu

çok hassas bir noktaya değmiştir.

Pas tutmuş kirpiklerinden süzülmektedir yaşam.

Aynı çiçekler yetişmeyecektir..

Gözyaşlarınla sularsın kalbinin toprağına gömdüğün aşk oyununu...

Hayat kırıklığı...

insan ömründeki en zor anı...

kalp acısı...

kalbe değen yorgun cümleler

Bazen ruhunu kırar ağızdan çıkan sözcükler.

Ruhun... içindeki hayallerin dünyası. Kalp aynan..

Sende içinde biriktirdiğin cümleleri içinden atmak istersin artık. Bütün acını cümlelerin telaşına saklamışsındır ya da mutluluğunu...

"Yüzünde ömrünün takvimi asılıyken" özne, nesne ve yüklem üçlüsü kaderin olur. İşte onlar korkak bir sağlamcının "can kırıkları" ...

Peki sen kimdin bu oyunda? Özne mi , nesne mi yoksa yüklem mi ? Sana değip geçen ne idi?

Artık yeryüzünden "kendi içine" doğru bir yolculuk başlar... daha önce keşfedilmemiş hazinelerini bulursun orada ve kendine ait olduğu icin daha çok şasırırsın hatta.

"Hayatında en geveze kuşun kalbindeki ümidin olduğunu" o gün bir daha anlarsın. Bak sana neler katmış? Yaşadığın her hayal kırıklığı sana değer katmış, üstesinden geldiğin, yorgun bedenin taşıdığı acı seni daha da yukarlara çıkarmış aslında.

Görememişsin ki hiç...

Hiç inmemişsin ki derinlere. Yukarıda kalmak daha basit gelmiş sana, oysa okyanusu düşün.. Bir okyanusun derinlerine indikçe neler görürsün; mercanlar, yakutlar, inciler, deniz kabukları hatta sana gülümseyen bir deniz kızı.

Bazen dibe batmakta iyidir bu yüzden işte.. yüzeyde kalmak boğazından aşağısını altta bırakmana neden olur o zaman boğulabilirsin.

Derinlere inmek korkutmasın seni. En güzel acıların ve en acılı mutlulukların orada saklıdır sen farkında olmadan...

İnsan ne kadar çok kaçarmış kendinden. İşte bu yolculuklar getirir seni kendine sonra bir bakmışsın "kendine doğru" yürüyorsun farkına varmadan..

Bir gün kaçtığın bir limana sığınmışsın. (kendine)

Kaçıp korkarak yaşamanın anlamsız olduğunu ne zaman anlayacaksın? Ne zaman kaçmadan yasamanın sana yakışmadıgını kendine öğretip direnerek hayatta kalmayı becereceksin?

Bırak ayaklarına batsın cam kırıkları.. Işıklı bir gemi geçer bir gece içinden "bunuda yaşamak varmış" dersin.

Anlayarak yaşamalı korkarak değil. Marifet bütün yaşadıklarına mana katmakta aslında.

Nefret kalmamalı bu mana arasında.

Nefret, çok ağır bir yük asla konmamalı bir kalbe. İyi kalpler tasıyamaz onu. Nefretini unutarak dindir. "Onu şefkata çevir ve olgunlaş"...

Büyümek böyle bir şey işte.. hüzünlerine gülmektir ya da hüzünlenirken bile yüzünün bir parçasından illa ki bir gülümsemeyi eksik etmemektir.. Gülümse..

Senin bir gülüşün kim bilir nelere bedeldir?..

Aslında kalbim şu an çığlık atan bir koronun sessizliği gibi. Hem fazla bedenime hem de eksik bir yerlerinde... eksik kalmışlığımın telaşı, huzursuzluğu var.

Eylülün göbeğine yerleştirdiğim, nadasa bırakıp, yeşermeyi bekleyen tohumlarım var. Eksik yanım umutlarıma koşuyor, serseri kaygısızlığımdan kaçarak.

"Güneşe ulaşmak icin gölgemin bile üzerine yürüyorum".

Ellerim bazen ne kadar yorulmuş diye iç geçiriyorum. Korkaklığı var üzerimde yaşadıklarımın.. hala tozları üstünde.. üfleyince uçuyor onlarda bir kenara ama toz işte hep bir yerlerde bulur seni..

Tozlansın belki ama paslanmasına izin verme bari.

Paslı bir kalbi artık kurtaramazsın çünkü bütün fonksiyonlarını yitirmiştir üzerinde.. ki onu artık taşımazsın. Bir taş parçası kadar ağırdır. Her gün ağır bir taş parçasıyla uyanmak zorunda kalacaksın. Her gün hafifletemediğin bir yükün olacak. Çünkü istesende kalbini yerinden çıkarıp atamazsın.. Ya onunla yaşarsın ya da onunla girersin toprağa.

Gitmekle kalmak arasındaki uçurum senide katacak çukuruna. Kalmak, hep daha zordur ama.. Gidenin ardından göz yaşlarıyla bakmak düşer çünkü insana.

Gidende ise gidebilmenin cesaretiyle beraber ardında bırakmanın yükünü taşır ve elbet gidenin gözyaşı daha ağırdır.

Birinden giderken ya da bir yerlerden giderken yeni yaşama isteği dolar hep içime..

Kalkabilecek olduktan sonra düşmüş olmanın bir önemi kalmamıştır hayatında..

Tutunarak yaşamayı öğrenirken sıfırlanmanın yahut sıfırdan başlamanın seni azaltmadığını öğrenirsin ve nerede olursa olsun her şeye sıfırdan başlayabilirsin güveninin tohumu senin içine de yerleşmiştir şimdi filizlenme zamanı yakındır...

Gitmek, "kendi coğrafyanda kendi ülkelerini keşfetmek", bilindikleri yıkmak, bilinmezlere doğru yola çıkmaya benziyor .. giderken düş bahçelerinin dalına konuşlanmış kuşların sessizliğini yanına almayı unutma.. düşlerinin bekçisi, umutlarının yoldaşı olurlar onlar...

Ve bir gün yeniden açan çiçeklerinin dalına konarlar.

 
Toplam blog
: 10
: 561
Kayıt tarihi
: 18.11.06
 
 

Çok şey söylemek mi önemli olan yahut az şey söyleyip dolu dolu şeyler anlatmak mı? Ama ben sade..