Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Erdoğan Özgenç DOST MECLİSİ

http://blog.milliyet.com.tr/erdoganozgenc

05 Mart '13

 
Kategori
Anılar
 

Hayat bir göle benzer

Hayat bir göle benzer
 

Bir büyük yazar ağabeyimiz ki gençliğimde kendisini mecliste de dikkatle izler yazılarını da çok büyük zevkle beğeniyle okurdum. Adını izin alamadığım için yazamıyorum.

O hayatı hep bir göle benzetirdi. Hayatın başında karşı kıyı, hiçbir zaman ulaşılamayacak gibi uzaktır. Oysa karşı kıyıya yaklaşıp da ardınıza baktığınızda, geride bıraktığınız kıyının ne kadar yakın olduğunu anlarsınız. İhtimal, vakit geçtir…

Şöyle bir bakıyorum geride bıraktığım yıllarıma neler neler yaşamış neler görmüşüm neler. Nice sert esen fırtınalara direnmişim koca kışlara dayanmışım hercai menekşelerden kır çiçeklerinden zevk almışım, denizin hoyratlığıyla şaşkına dönmüş yağmurlar altında uyumuşum.

Kimi zaman cebim delik dolaşmışım Gazi Paşa Mahallesinin tren raylarını geçmeyen sokakları boyunca, kimi zaman nefret etmişim elime aldığım her kâğıt liralardan…

Kendim çizmişim yaşamımdaki her karenin hatlarını, taviz vermeden, onurunu kaybetmeden, hele ki cesaretimi kırmadan verdiğim bir hayat mücadelem var ki kimi zaman heyecan dolu kimi zaman ise alabildiğine komik…

Herkesin asaleti kendisinedir ve asalet kendi ailenizden gelir, şükür ki geçmişimde utanacağım hesabını veremeyeceğim bir tek hesabım yok, ailemin de, bundan büyük servet olur mu?

Mahalleye gittim yine hiç kimseye haber vermeden, evleri ile kahvehane arasına sıkışmış kalmış dostlarımı gördüm, yılların o kadar hızlı geçmesine rağmen dostlarımın bir arpa boyu yol alamadıklarını, hala aynı yerlerinde saydıklarını gördüm. Üzüldüm tabi, donmuş kalmış her gün aynı saatte aynı kişilerle ve aynı masalarda yaşam sürmek bana göre olmadığı için onların böyle yaşam sürmesini yadırgadım, oysa yapacak o kadar çok şey var ki bu dünyada, bir anını bile boşa harcamak bana göre çok az kalan ömrümüze ihanet diye düşünüyorum…

Anladım ki ben soğukkanlı geçen delikanlılığımı kaybetmişim, eski dostlarımı çocukluk arkadaşlarımı anlamakta zorlanmamın sebebi bu…

Ne demiştim yazımın başında karşı kıyı unutmayın, ne demek bu? Bu şu demek zaman büyük bir hızla geçiyor, üstelik zaman mı geçiyor yoksa yaşam ölüm anına kadarki zaman mıdır o da bir meçhul, o halde zamanın içinden geçerken yaşama kulak verin, ancak o zaman duymanız gereken güzel sesleri ve alkış duyabilirsiniz…

Dahası var mı hepimiz “gençlik çağı” dediğimiz yaşları çoktan geçtik, kimse inkâr etmesin, artık bizler yorgunuz, arkamızda bıraktıklarımızın kalabalık,  önümüze baktığımızda vaktimizin az veya giderek daraldığını görebiliyoruz. Eskilerimiz avuç içlerimize bakarak hayat çizgimizi gösterir uzun yaşayacaksın ya da çok zengin olacaksın gibi bazı varsayımlar ortaya atar, şaşkınlıkla dinlerdik. Bu çağda dikkate alan var mı bilmiyorum. Bizim için çok ilginç duygulardı. Elbette dikkate alan da vardır almayan da ancak açık olan gerçek şu giderek sararan bir bahar yaprağı gibi her an düşmeyi beklediğimizden kaç mevsim geçtiğinin çetelesini tutuyoruz…
Hayallerimizin hepsinde cennet bahçelerinde sallanan mor üzüm salkımlarını düşlüyoruz, bahçelerin tenhalığından yalnızlığımızdan haberimiz bile yok, çünkü meçhul…

Kendi evimizin olduğu sokağın taş kaldırımlarına oturdum, kulağıma bir ses geldi irkildim, “kaynamış nohut” diye birinin bağırdığını duydum ya da bana öyle geldi. Etrafıma baktım kimseyi göremedim birkaç sokak köpeğinden başka, Feriha Hanım çamaşır asıyordu gördüm, o beni görmedi…

Çocukluğumda güneşte gezmekten yüzü kapkara olmuş bir amcamız vardı, Ali Emmi, “tuzlu kimyonlu” kaynamış nohut satardı. Küçücük bir tezgâhı vardı. Gazeteden yaptıkları sivri külahların içine nohutları koyar üzerine biraz tuz ekeler sonra biraz da kimyon( nasıl mis gibi kokardı) sonra onu alır şöyle sallayarak karıştırırdı. Avuç avuç nasıl bayılarak yerdik onu anlatamam…

Çocukluk günlerimi özlediğimden midir yoksa canım tuzlu kimyonlu kaynamış nohut istediğinden midir bilmiyorum ama kimse bağırmadığı halde sanki bağırıyormuş hissine kapılı verdim…

Kalktım kahvehane tarafına doğru yürüdüm, önce Nazikter teyzemlerin evini geçtim, sonra Taslakçı’ların hemen sonra kan kardeşim Ali Fuat Yalçın’ın lokantasını, baktım çocukluğumun sokaklarına bir tek kaynamış nohut satan satıcı göremeyince üzüldüm, keşke dedim olsaydı yemin ediyorum en az üç külah yerdim…

Sonra bir dost bir ağabeyimiz gördüm orada, hastaymış ancak hayata öyle sıkı sarılmış öylesine güzel bakıyor ki, hayatın ve ölüm çizgisini ayırt eden medeni cesaretine hayran olmak bir yana anlattıkları ve soğukkanlılığı bana planlamasız bir hayatın içinde ne kadar büyük bir bilgeliğe sahip olunacağı hakkında bir ders verdi.

Ölüme rağmen hayata gülümsemesini bilen bir bilgelikten bahsediyorum, ne kadar muhteşem değil mi?

Hani bir şarkı vardı çocukluğumuzda sıkça söylediğimiz “Hayat bayram olsa…”

O bilge ağabeyim dedi ki ”Hayat benim için hiçbir zaman bayram olmadı. Benim için bayram her gün rahatlıkla huzurla mutlulukla nefes alabilmemdi…”

Neresinden bakarsanız bakın benim için muhteşem bir ders muhteşem bir konferans, soğukkanlı delikanlılığımı hatırlatan, içim kaynatan bir söz…

Bir tarafımda bu muhteşem kıssadan hisse değerinde kısacık cümle, diğer tarafımda “kaynamış” tuzlu kimyonlu, mahallemizin deyimiyle “duzlu kemonlu nohut” hayali…

Haksız mı “Hayat bir göle benzer” diyen ağabeyim, daha nasıl anlatsın karşı kıyıda bıraktığımız kıyıların aslında ne kadar yakın olduğunu…

Sağlık, huzur ve mutluluklar diliyorum, sevgiyle saygıyla kalın, ama sakın hayata gülümsemeyi unutmayın…

 

Erdoğan ÖZGENÇ

 
Toplam blog
: 846
: 425
Kayıt tarihi
: 26.06.12
 
 

Emekli banka müdürüyüm ama kart vizitimde "insan" yazıyor. Adana'da ikamet ediyorum. Herk..