- Kategori
- Öykü
Hayat Dinlenme Tesisleri
( Oyunumuz birazdan başlamak üzeredir, cep telefonlarınızı kapatmanızı ve oyun esnasında fotoğraf çekmemenizi rica ederiz. Teşekkürler… )
Mem. Kentinde bir apartman dairesi.
İki tek sandalye, bir kanepe, küçük masa,
üzerinde küllük, yer yatağı.
Duvarkağıdı eprimiş,
37 ekran televizyon yerde cızırdıyor…
Ah nalan : (Elleriyle boğazını sıkıp yürüyerek)
Dün akşam…
Asansöre binmiştim,
- içerisi boş-
Aynada saçlarımı düzelttim – Hep ben, hep aynı ben-
Unutmak’ı düşünüyordum
Ama ben çok uzun zamandır Unutmak’ı
dü-
şü
nü
yor
dum zaten.
Varoluş acısı olmadan;
eldeğmemiş, tertemiz
bir boşluk ‘’o’’
Hayal edebiliyor musun? Uzay… uzay boşl-
(Aniden önümde durdu. Histerik bir sesle)
En sonunda harfler, düşünceden sıyrıldı biliyor musun Su Birikintisi?
En sonunda sadece Unutmak’ı saf bir şekilde düşünebildim.
Ah, öyle şahane bir özgürlüktü ki anlatamam…
Hiçbir imge, hiçbir şekil yoktu.
(garip bir coşkuyla yükseldi)
Kendime baktım.
- Ben-
camın İÇERİSİNDE dalgalanıyorum…
- gözlerimi ayrı,
burnumu ayrı,
saçımı ayrı
du- yum- sa- dım.
(Bir küçük saniyeliğine göz göze geldik.)
Hayır, hayır, hayır…
Bütünlükten ve herhangi bir huzur umudundan ölesiye yoksun
içinde kaosu kabaran bir başkaldırıştı bu
başka bir şey değil!
Ben: (Sandalyenin ucunda oturuyorum, başım çok ağrıyor. Bir şey söyleyesim yok. Varoluşçuluk
oynuyoruz işte
PS: O konuşurken ben hep memelerine baktım.
Pp.Ss: Ahhh… Nasıl güzeller)
Ahnalan… ( Söyleyecek hiçbir şey gelmiyor lan aklıma)
Ben…
unutmak-a-mıyorum ne yazık ki,
( yüzümü kapayıp, saçlarımı yolmaya başladım)
Bu varoluş,
Mem. Kenti,
Gri Hükümet…
Dipsiz bir kuyuday-
AHHHH !
Düştükçe
düşüyorum, dü-
-şü
-yor
-um
kentin en yüksek binasından aşağı ( çok tiyatral oldu)
Ahnalan: ( Gözlerinde eski zaman hüznü var.
Biraz sonra soyutlaşacak gibi. Ellerinde titreme.
Ağladı ağlayacak. )
Sevgilim, sevgilim, sevgilim…
Sende… Sende aynı acıdan mustaripsin benim gibi
yüzümüzde parçalanan
bunca maskeden kaçmak istiyorsun
sende…
(yaban-
cı-
laş-
ıyorsun )
Bu… bu
öyle korkunç ve güzel ki
yani
seninle- herhangi bir zamana
ait değiliz
- ‘’Hiç’’ i göze almış iki dostuz -
- ‘’Hep’’ lere varabilmek için -
Anlıyor musun?
Sıcaklığımız bir evreni ısıtabilir
bizim.
( Histeri nöbetiyle üzerime oturdu. Küt kahve, bohem saçları sigara kokuyor.
Yanağında akan rimelin izi.
Kulağımı ısırıp şarkı söylemeye başladı)
’We’ve been alone too long
Let’s be alone together’’
( Fısıldayarak) Bir yer var… -İçinde her şeyi söylemek mümkün-
Mem Kentinden çok
uzakta.
Yasaklı bir şiirde okumuştum.
Etrafı çam ağaçlarıyla çevrili küçük bir dağ gölünün kıyısında
kutu kutu ahşap evlerin bitimindeymiş
Akşamüstünden yaratılmış bir yer düşün!
Hayat Dinlenme Tesisi…
Oraya gidelim!
Ben: (Saçlarını kulağının arkasına atıp yüzüne baktım.
İncecik boynunu koklayıp
içime çektim.)
Akşamüstünden
-Ahnalan… (yanağından akan yaşı sildim)
mi yaratılı?
(dudağının ucundan öpüp)
-Kalbinde bu neyin acısı?
( Durdu. İnanmaz gözlerle bakıp, parlayarak kalkıp gitti yanımdan.)
Ah nalan: (Sesi çatlak çatlak)
SENDE- SENDE İNANMIYORSUN HA BANA?
SENDE…
O........U ÇOCUĞU
HAHAHA ! APTAL BUDALA.
SADECE BİR YANSIMAYIM TAMAM MI?
BUNLARIN HEPSİ BİR ‘’İLLÜZYON’’
BU SOK...............UN MEM. KENTİNİN DIŞINDA ÖYLE BİR YER VAR!
ÇÜNKÜ HAYAL EDİYORUM
VAR!
VAR!
VAR!
(Masanın üzerindeki küllüğü hışımla alıp pencereye fırlattı.
Çığlık atıp dakikalarca küfür etti. Bir
başına
debelenip konuşuyor. Gözleri sabit bir noktaya takılı.
…
Kanepeye çöküverdi sonra teklifsizce.
Titreyip kasılıyor...)
Güçsüzüm… çok.
Kendimi… Kendimi görmekten korkuyorum
Hayır, hayır… kendini görmekte değil bu.
Bir çeşit koruma içgüdüsü belki
Her organımı tek tek duyumsarken
neyim ben?
Kimim?
Bütünlükten yoksun et ve kemik yığını mı?
‘’BEN’’ deyince aklıma hiçbir şey gelmiyor ki.
İnsan olduğumu öğrettiler bana
doğru mu?
Diğerleri nasıl bu kadar mutlu?
Nasıl, nasıl, nasıl ?
(Yanına gidip ellerini avcuma aldım. İncecik porselenden bileği kırılacak)
Ben: Uzun sarı dişlerini fırçalayan bir lağım faresiyim
ben kentin karabağırsaklarında.
Ve her gün tekrar tekrar uyanırken Ahnalan
gözbebeklerim buharlaşıyor günışığından
Mesele şu ki ben kendimi kandırmayı öğrendim sanırım
-avuçiçlerim patlıyor, müsait bir yerde inmek istiyorum-
belki bu denli düşünmek… Bu denli düşünme-memek
gerekli belki.
Bilmiyorum…
Gel, kalkıp gidelim bu akşam!
Tüm bu huzursuzluk…
Bu huzursuzluk
Bu hu-zur-suz-luk
son bulur belki
Belki o zaman Unutmak-a-bilirim bende
(1 dakika sessizlik, ardından İstiklal Marşı)
Kandırıldım Ah nalan KANDIRILDIM!
Öyle çok…
öyle çok inanmak istiyorum ki..
Ahnalan: ( Kanepeden doğrulup oturdu. İki eliyle yüzümü tuttu. Gözlerinde garip bir ifade. Elmacık kemiklerindeki çilleri sayabiliyorum )
Bana karşı ilk kez bu denli dürüstsün Su Birikintisi.
Ben: (Çarpılmış gibiyim, bu konuşma nasıl bu hale geldi?)
Sanırım… Sanırım öyle.
Ah nalan: (Alnını alnıma dayadı)
Senin tanrıçan olabilirim
Gel…
( Etli dudaklarını verdi.
Vücudunu saran mor, yünlü kazağı çıkarttı. Siyah ten çorabıyla…
Ah
nalan
kesik kesik şarkıyı söylüyordu…
‘’Let’s do something crazy
Something absolutely wrong’’ )
Hasan Berk Akkoç