Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '12

 
Kategori
Öykü
 

Hayat Dinlenme Tesisleri

Hayat Dinlenme Tesisleri
 

( Oyunumuz birazdan başlamak üzeredir, cep telefonlarınızı kapatmanızı ve oyun esnasında fotoğraf çekmemenizi rica ederiz. Teşekkürler… )

Mem. Kentinde bir apartman dairesi.

İki tek sandalye, bir kanepe, küçük masa,

üzerinde küllük, yer yatağı.

Duvarkağıdı eprimiş,

37 ekran televizyon yerde cızırdıyor…

Ah nalan : (Elleriyle boğazını sıkıp yürüyerek)

Dün akşam…

Asansöre binmiştim,

- içerisi boş-

Aynada saçlarımı düzelttim – Hep ben, hep aynı ben-

Unutmak’ı düşünüyordum

Ama ben çok uzun zamandır Unutmak’ı

dü-

şü

yor

dum zaten.

Varoluş acısı olmadan;

eldeğmemiş, tertemiz

bir boşluk ‘’o’’

Hayal edebiliyor musun? Uzay… uzay boşl-

(Aniden önümde durdu. Histerik bir sesle)

En sonunda harfler, düşünceden sıyrıldı biliyor musun Su Birikintisi?

En sonunda sadece Unutmak’ı saf bir şekilde düşünebildim.

Ah, öyle şahane bir özgürlüktü ki anlatamam…

Hiçbir imge, hiçbir şekil yoktu.

(garip bir coşkuyla yükseldi)

Kendime baktım.

- Ben-

camın İÇERİSİNDE dalgalanıyorum…

- gözlerimi ayrı,

burnumu ayrı,

saçımı ayrı

du- yum- sa- dım.

(Bir küçük saniyeliğine göz göze geldik.)

Hayır, hayır, hayır…

Bütünlükten ve herhangi bir huzur umudundan ölesiye yoksun

içinde kaosu kabaran bir başkaldırıştı bu

başka bir şey değil!

Ben: (Sandalyenin ucunda oturuyorum, başım çok ağrıyor. Bir şey söyleyesim yok. Varoluşçuluk

oynuyoruz işte

PS: O konuşurken ben hep memelerine baktım.

Pp.Ss: Ahhh… Nasıl güzeller)

Ahnalan… ( Söyleyecek hiçbir şey gelmiyor lan aklıma)

Ben…

unutmak-a-mıyorum ne yazık ki,

( yüzümü kapayıp, saçlarımı yolmaya başladım)

Bu varoluş,

Mem. Kenti,

Gri Hükümet…

Dipsiz bir kuyuday-

AHHHH !

Düştükçe

düşüyorum, dü-

-şü

-yor

-um

kentin en yüksek binasından aşağı ( çok tiyatral oldu)

Ahnalan: ( Gözlerinde eski zaman hüznü var.

Biraz sonra soyutlaşacak gibi. Ellerinde titreme.

Ağladı ağlayacak. )

Sevgilim, sevgilim, sevgilim…

Sende… Sende aynı acıdan mustaripsin benim gibi

yüzümüzde parçalanan

bunca maskeden kaçmak istiyorsun

sende…

(yaban-

cı-

laş-

ıyorsun )

Bu… bu

öyle korkunç ve güzel ki

yani

seninle- herhangi bir zamana

ait değiliz

- ‘’Hiç’’ i göze almış iki dostuz -

- ‘’Hep’’ lere varabilmek için -

Anlıyor musun?

Sıcaklığımız bir evreni ısıtabilir

bizim.

( Histeri nöbetiyle üzerime oturdu. Küt kahve, bohem saçları sigara kokuyor.

Yanağında akan rimelin izi.

Kulağımı ısırıp şarkı söylemeye başladı)

’We’ve been alone too long

Let’s be alone together’’

( Fısıldayarak) Bir yer var… -İçinde her şeyi söylemek mümkün-

Mem Kentinden çok

uzakta.

Yasaklı bir şiirde okumuştum.

Etrafı çam ağaçlarıyla çevrili küçük bir dağ gölünün kıyısında

kutu kutu ahşap evlerin bitimindeymiş

Akşamüstünden yaratılmış bir yer düşün!

Hayat Dinlenme Tesisi…

Oraya gidelim!

Ben: (Saçlarını kulağının arkasına atıp yüzüne baktım.

İncecik boynunu koklayıp

içime çektim.)

Akşamüstünden

-Ahnalan… (yanağından akan yaşı sildim)

mi yaratılı?

(dudağının ucundan öpüp)

-Kalbinde bu neyin acısı?

( Durdu. İnanmaz gözlerle bakıp, parlayarak kalkıp gitti yanımdan.)

Ah nalan: (Sesi çatlak çatlak)

SENDE- SENDE İNANMIYORSUN HA BANA?

SENDE…

O........U ÇOCUĞU

HAHAHA ! APTAL BUDALA.

SADECE BİR YANSIMAYIM TAMAM MI?

BUNLARIN HEPSİ BİR ‘’İLLÜZYON’’

BU SOK...............UN MEM. KENTİNİN DIŞINDA ÖYLE BİR YER VAR!

ÇÜNKÜ HAYAL EDİYORUM

VAR!

VAR!

VAR!

(Masanın üzerindeki küllüğü hışımla alıp pencereye fırlattı.

Çığlık atıp dakikalarca küfür etti. Bir

başına

debelenip konuşuyor. Gözleri sabit bir noktaya takılı.

Kanepeye çöküverdi sonra teklifsizce.

Titreyip kasılıyor...)

Güçsüzüm… çok.

Kendimi… Kendimi görmekten korkuyorum

Hayır, hayır… kendini görmekte değil bu.

Bir çeşit koruma içgüdüsü belki

Her organımı tek tek duyumsarken

neyim ben?

Kimim?

Bütünlükten yoksun et ve kemik yığını mı?

‘’BEN’’ deyince aklıma hiçbir şey gelmiyor ki.

İnsan olduğumu öğrettiler bana

doğru mu?

Diğerleri nasıl bu kadar mutlu?

Nasıl, nasıl, nasıl ?

(Yanına gidip ellerini avcuma aldım. İncecik porselenden bileği kırılacak)

Ben: Uzun sarı dişlerini fırçalayan bir lağım faresiyim

ben kentin karabağırsaklarında.

Ve her gün tekrar tekrar uyanırken Ahnalan

gözbebeklerim buharlaşıyor günışığından

Mesele şu ki ben kendimi kandırmayı öğrendim sanırım

-avuçiçlerim patlıyor, müsait bir yerde inmek istiyorum-

belki bu denli düşünmek… Bu denli düşünme-memek

gerekli belki.

Bilmiyorum…

Gel, kalkıp gidelim bu akşam!

Tüm bu huzursuzluk…

Bu huzursuzluk

Bu hu-zur-suz-luk

son bulur belki

Belki o zaman Unutmak-a-bilirim bende

(1 dakika sessizlik, ardından İstiklal Marşı)

Kandırıldım Ah nalan KANDIRILDIM!

Öyle çok…

öyle çok inanmak istiyorum ki..

Ahnalan: ( Kanepeden doğrulup oturdu. İki eliyle yüzümü tuttu. Gözlerinde garip bir ifade. Elmacık kemiklerindeki çilleri sayabiliyorum )

Bana karşı ilk kez bu denli dürüstsün Su Birikintisi.

Ben: (Çarpılmış gibiyim, bu konuşma nasıl bu hale geldi?)

Sanırım… Sanırım öyle.

Ah nalan: (Alnını alnıma dayadı)

Senin tanrıçan olabilirim

Gel…

( Etli dudaklarını verdi.

Vücudunu saran mor, yünlü kazağı çıkarttı. Siyah ten çorabıyla…

Ah

nalan

kesik kesik şarkıyı söylüyordu…

‘’Let’s do something crazy

Something absolutely wrong’’ )

 

 

Hasan Berk Akkoç 

 
Toplam blog
: 2
: 196
Kayıt tarihi
: 01.07.12
 
 

''Hakkımda'' tadında şeyler yazamayan adam. Genel olarak okur, seyreder, gezer. Gazetecilik o..