Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '10

     
    Kategori
    Öykü
     

    Hayat tuhaf

    Hayat tuhaf
     

    Hayat tuhaf derim her seferinde. İstanbul; aylardan temmuz, tam 7 gündür buradayım ve yeni bir sabaha daha uyanıyorum başım ağrıdan çatlayarak. Nerde olduğum ise meçhul, geceyi geçirebilecek bir yer bulduğuma şükrediyorum. Bir haftadır hayatım bu şekilde geçiyor. Ne bir iş bulabildim ne kalacak yer. Boğulmaya az kaldı bu kentin derin sularında. Param da bitmek üzere gücüm de tükenmek üzere. Gündelik işler yapıyor ufak tefek kazanmaya çalışıyorum ama nafile. Bir emlak şirketinde danışmanlık yaparken patronumun arkadaşı olarak çıkmıştı karşıma. 2 ay içinde arkadaş olduk, sevgiliye dönüştük ve evlendik. Evlenince tanıdım onu, pek de adam değilmiş! Fazla sürmedi zaten. Kavga dövüş ayrıldık. Geçinmek için çabaladım dersem yalan olur. Ama ayrıldıktan sonra işimden de olacağım hiç aklıma gelmemişti. 3 kuruş birikimle çıktım yollara. Patronumun bu yamuğunu da asla unutmayacaktım. Ben bunları düşünürken –günaydın- diye çıkıp gelen kazma herifi birde ayık kafayla görünce kaçacak delik aramak sabah sabah yapacağım ilk iş oldu. - Günaydın.. teşekkür ederim bana evini açtın. Ama hemen çıkmalıyım. Görev beklemez. - Ne görevi bugün Pazar!

    Çalışmayacağını söylemiştin dün gece ve tüm gün bize ait diyerek uyumayı tercih etmiştik ya hani?? -Üzgünüm, hiçbir şey hatırlamıyorum. Neden öyle bir şey dedim ki acaba? Gerçekten çıkmam lazım..diyerek ve pılımı pırtımı ışık hızıyla toplayıp tek bir laf daha etmesine fırsat vermeden ikiledim oradan. Yine kendimle baş başa kalmıştım bu kocaman kentte. Aslında yine ucuz kurtulmuştum. Geldiğimden beri akşamları herhangi bir bara takılıp vakit geçiriyor ve illaki buluyordum bana içki ısmarlayıp geceyi geçirebileceğim bir yer temin eden kişileri.. bu ne kadar sürerdi, daha ne kadar aynı numarayla kaçabilirdim bilmiyordum. Bir simit aldım, sahil kenarında oturdum. Tüm gün iş arayacaktım. Son zamanlarda çok içiyor, gündüzleri de şiş yüzle, ağrıdan çatlayan bir kafayla, damarlarım büzüşmüş ve bedenimdeki yıkım haliyle dolaşıyordum, bu halde kimse de bana iş vermiyordu. Tek amaç günümü kurtarmak olmuştu. Kimseye acımamaya başlamıştım. Yalanlar söylüyor, insanlık vasfımdan yavaş yavaş çıkıyordum. Ama biraz umut ve sevgi kırıntıları da vardı. Tüm bunların arasında gidip geliyor, insanlığımı arıyor, buna ulaştıkça da mutsuz olup debeleniyordum. Çıldırmak içten bile değildi. Şeytanım sürekli yanımdaydı. Mesela şuanda diyordu ki: karşı tarafta durup sana göz ucuyla bakan adama pas ver ve simitinin yanında içeceğin bir bardak çayın olsun. Bir çay içecek kadar param yok muydu? Elbette vardı ama kuruş hesabı yapar olmuştum. Şeytan her an kötülük ve baştan çıkarıcı düşüncelerle hazır bekliyordu. Bu şehirde yaşayıp ayakta kalabilmek için de onu yanımdan hiç ayırmamam gerekiyordu. Hayat tuhaf demiştim ya, öğrettiği şeyler karşısında hayretler içinde kalmamak mümkün değildi. Ama ben kararlıydım. Beş parasız ve öfkeliydim. Dünya yaşlı, çirkin, hastalıklı, can çekişmekte olan bir yerdi ve ben de burada isteği dışında bulunan kadersiz bir köle gibiydim. Hayatı süt liman gösteren tüm filmlere, romanlara da küfrederek yanaştım adamın yanına, suratımda sahte gülücükle.. Tüm gün iş aramış, birçok yere başvurarak neredeyse dilenmiştim. Garsonluk, bulaşıkçılık bile yapmaya razıydım. Bana geri döneceklerini söylüyorlar ama hiç bir yerden haber çıkmıyordu. Akşam olmaya başladıkça da ödüm kopuyordu. Her ne kadar alışmaya başlasam da geceler daha bir üstüme geliyor çareyi içip içip bir şey hatırlamayacak hale gelmekte buluyordum. Yorgundum, çok açtım, annemin yaptığı taze biber dolmasını özlemiştim. Sulandı gözlerim.. yine insanca duygularla acımasızlık arasında gidip geliyordum ki şeytanım yetişti. -Yaşasın kötülük- dedim ve attım kendimi herhangi bir bara. Lavabosunda yüzüme gözüme bir şeyler sürdüm, saçlarımı açtım, karnım içeri, göğüsler dışarı çıktım savaş meydanına. Heyhattt … ben ki bu alemlerin kraliçesi, kim karşı koyabilir ki keskin kılıcıma.. Kim kendini koruyabilir ki bakışlarımdan attığım sivri uçlu oklardan.. Tam da yüreklerine yerleşmez mi? Arkası arkasına gelen silahların 12 den vurmaz mı karşıma dikilenleri? Muma çevirmez mi, diz çöktürmez mi önümde af dileyerek.. Kölem olmaz mı savaşımda esir düşen askerler? Ben onlara yapacağımı bilmez miyim.. heyhatttttt Tek başıma koca bir orduydum. Bir şövalye başa çıkabilecekmiş gibi yaklaşıyordu kendinden emin, pek çok zafere imza atmış edasıyla. Ben teçhizatlı ama onda dik duruşundan başka herhangi bir silah yok. Kolay olacaktı savaş. Dakka bir gol bir yere serecek, üzerine basıp topraklarını ele geçirecektim. Ben masallar diyarında dolaşırken kalın tok bir sesle : -İyi akşamlar, buraya oturmazsam ve sizinle tanışmazsam yan masadaki arkadaşlarımın ayakkabılarını koklayıp hayatımda hiç olmadığım kadar sarhoş olucam.Lütfen merhamet edin!!! diyerek yüzünü gösterdi düşman. -Demek bahis konusuyum, bir şartla kabul ederim. Kendini acındırma numaralarını geçiceksin sonra da bana içki ısmarlayacaksın. Zaten o amaçla gelmişti, keşke çok daha başka şeyler isteseydim diye de geçirdim içimden. Bir taraftan da kızıyordum kendime, merhamet duygularımın öne çıkması en son istediğim şeydi bu er meydanında. Komikti, çekiciydi, içtikçe açılıyor sohbet derinleşiyordu. Ben ise yorgun savaşçıydım. İçimden bir şey gelmiyordu. Halden anlar vaziyeti vardı, dışarı çıkalım dedi. Tek istediğim şey rahat bir yatak ve derin bir uykuydu. Dışarı çıkma teklifinden bunu anlayarak hemen atladım. Beyoğlu’nun orta yeri, yürüyorduk sokak arasında, elimden tutup da nereye götürürse razı olacaktım. Anlatmaya başladı: Bu yaşıma kadar ipe sapa gelir bişey yapmadım. Hayatım serserilikle geçti. İşsizim, çoğu zaman arkadaşlarımda kalıyorum, kira vermediğim için de sokaklarda geçiyor bir çok zamanım. Ailem uzakta, destek olmaya çalışıyorlar ama nereye kadar.. Bu gece sende kalabilir miyim ??? Hoppalaaa şaka mı lan bu? Allahın sopası yok işte !! İlk darbeyi aldım hem de yere sereceğimden emin olduğum bir düşmandan. Halen şokundayım olayın. Toparlanıp iki geçirsem diyorum. Ama dalga büyük geldi, nasıl vursam ki buna öyle çaresiz gözlerle bakarken şaşkınlığıma.. Ama inanasım gelmiyordu, B planına geçmeliydim. -bu giyim kıyafet, bu duruş, görgü, konuşma halleri hiç de anlattığın sana benzemiyor. Beni kekliyorsun.. hadi şaka olduğunu söyle de gülelim.. deyiverdim. Öyle bakıyordu ki bana esir düşmüş merhamet dileyen şövalye gibi, onu azad edeceğimden de emindi üstelik. Hikayemi anlattım bende, sırlarım açıktaydı artık, vurulmuş kan kaybediyordum. Ölmeyecektim gerçi.. sokakta kalmıştım ama bu sefer oyun arkadaşım yanımdaydı. Bir elin nesi iki elin sesi diyerek girdik bir bayiye, aldık biraları çıktık, cebimiz boş gönlümüz doluydu, içip içip nerde olsa sızacaktık. Çok güldük halimize.. Sıcak yaz gecesi.. bu hayatın, kışı, soğuğu, ayazı, yağmuru da olacaktı. Yenilgiyi yüreğimin derinlerinde hissediyor, bunu düşündükçe de daha fazla içesim geliyordu. Bir bankın üzerinde başım onun dizlerindeydi son hatırladığım şey. Düşümde sen varsın, düşlüyorum yine sen, düşünüyorum çıkamıyorum işin içinden. Saçmalığım, saçmaladığım aşikar.. Başımı ve vücudumu kaldıracak dermanım yok yada rahat yataktayım çıkasım gelmiyor. Gözlerim gördüklerine inanmıyor. Bir otel odası, tertemiz çarşaflar, yumuşacık yastık gömülmüşüm içine, güzel kokular geliyor burnuma ve içerden su sesleri. Birden kesiliyor ses ve havluyla çıkıyor banyodan bizim şövalye. Kılıcı ve kalkanını içerde bırakmış olsa da hala savaşabilecek bakışları var. Şaşkınlığımı, tedirginliğimi anlamış gibi merak etme her şey yolunda diyor. Anlatıyor bana uzun uzun. Kelimeler yankılanıyor, tüm odayı dolaşıp kulağıma geliyor. Duyuyor ama anlam veremiyorum. Dün gece bankın üzerinde sızdın kaldın, ben bir taraftan gecenin ıssızlığını dinliyor, gözümü de senden alamıyordum. Bir araba durdu yakınımızda büyük gürültüyle, tekeri patlamıştı. Yardıma koştum seni bankta bırakarak, zaten çevrede başka kimse de yoktu.

    Minnettar kaldı bana, acelesi varmış, ben olmasaymışım kendisi halledemezmiş. Seni sordu.. sevgilim dedim, kalacak yerimiz yok, geceyi bankta geçirip yarın iş arayacağımızı söyledim. Bizi bu otele getirdi, 2 gecelik ücretimizi ödedi, kabul ettim bende ve şimdi buradayız. Önümüzde koca bir gün ve gece var, akıllıca kullanmalıyız. İnanmaktan başka çarem yoktu hiç inandırıcı olmasa bile.. Günü kurtardığıma şükrediyor, hiç kurcalamıyordum olup biteni, zira bu geceyi de burada geçireceğim garantiydi. Hayatı kurgulayamıyorsun, olacağı gibi yaşanıyor. Otelin imkanlarından faydalanarak banyo ve kahvaltı yapıp iyice dinlenmiştim. İş arayalım dedim, artık ne olursa neresi olursa çalışmak istiyordum. - bir kafede bayan eleman aranıyor yazısını görmüştüm. Oraya gidelim, dedi. Gittik, konuştuk… Bir ara lavaboya gidiyorum diye ayrıldı, geldiğinde onun hemen arkasından gelen kişi işe alındığımı yarın sabah hemen başlayabileceğimi söyledi. Gerçekten de soru işaretleriyle uğraşacak durumum yoktu. Neden, nasıl diye sormadan işi almanın büyük hazzını yaşıyordum. Akşam yemeği için otele geldik, bu arada düşmanımla kanka olma durumları sözkonusuydu, bir de bunu kalbime anlatabilseydim daha iyi olacaktı. Aynen şöyle : Bana bak kızım.. o hayatına girdi diye düzelmiyor bazı şeyler. Bunlar tamamen tesadüf. Şimdi toparlan, kendine gel, minnettarlık hissederek yanlış şeyler yapma, şu suratındaki salak aşık ifadesini de kaybet hemen. Al sana fondöten .. Düşman her daim düşmandır. Ez onu, geç onu.. Ben kendimle konuşurken, elinde bir askıyla çıkageldi odaya.. - Otelin kuru temizlemesindeydi. Yemekte bunu giy, kimse anlamaz, yarın bırakırız yerine, dedi. Hala sorgulamıyordum bazı şeyleri, kendime inanamaz haldeydim. Giydim elbiseyi, topladım saçlarımı, yemeğe indik beraber, karnımla birlikte ruhumu da doyurdum. Uzun zamandır hissetmediğim şeyleri hissediyor bundan çok fazla korkarak da içkiye sarılıyordum. Yemek sonrası lobide, bahçede vakit geçirdik. Daha sonra odaya çıktık. Aklımda ertesi sabah gideceğim iş, gönlümde ise onun delici bakışları vardı. Kendi kılıcımı kalbime batırasım geliyor buna kendim bile inanmıyordum. Yalnızdık, loştu oda, havada şehvet rüzgarları esiyordu. Yanaştı : - beni istiyor musun, diye sordu. -evet, dedim. Yanlış cevap dedi mantığım, doğru dedi şeytanım. Sonra beni kendine doğru çekip vücudunu göğsüme yapıştırdı. Elim ayağım boşalacak gibi oldu. Aptal aşık gibi kendimi ona bıraktım ve bundan zevk aldım. Utandım biraz, mahçup mahçup dudaklarımı uzattım. Parmakları tenime değiyor, ılık bir duyguyla kayıyordu bedenimde. Her yerimi öpmek, sarılmak gibi bir telaşı vardı. Düne kadar avareydim, bugün ise aşık mertebesine yükselmiş, seçilmiş bir kul olduğumu düşünüyorum dedi. İçime işliyordu sözleri, baştan çıkarıyordu beni. Her anından haz alıyor, tutkuyla sarılıyordum. Birbirimizin içinde eriyip gittik. Un ve şeker gibi karıştık tatlı bir helva olduk.

    Her şey yok oldu o anda. Sadece bir bedendik, iki aşık tendik. Sabah uyandığımda aklı bir karış havada, ayakları yere basmayan divaneydim. Yanımdaki asil serseriye kocaman bir öpücük kondurarak hızla kalktım yataktan. Duş, giyim kuşam, saç, baş, azıcık makyaj derken yarım saat içinde en mağrur halimle çıkmıştım otelden. Heyecanlıydım. Bu şehirde ilk iş günümdü. Koç Holdinge CEO olmamıştım ama önemli bir adımdı benim için. Her şey güzel gidiyordu, ilk günden avans bile almıştım. Akşam işten çıktığımda prensim bekliyordu beni beyaz atı olmadan. Hemen çıkıp kalacak bir oda bir mutfak yer ayarladık. Gün geçtikçe eşya alıyordum. Bazen bende kalıyor bazen arkadaşlarım dediği kişilerin yanına gidiyordu. Bir muhasebecinin defterlerine bakarak para kazandığını söylemişti. İkimiz için de yeni bir hayat başlamıştı. Ben hala fazla soru sormuyor, günlerimin tadını çıkarıyordum. Birdenbire kanatlanıp uçuyordum gökyüzünde, içim aydınlıkla dolu, yüreğimde sonsuz melodiler, hayata küfrederek, tüm gerçekleri öteleyerek, geçen zamana aldırmadan, sadece bana ait olanı özleyerek.. Evet yokluğu hasretle doluydu. Yanındayken ise uzun uzun seni seviyorumlarla bezeliydi aşkımız. Ama her çıkışın bir inişi vardır misali bazı taşlar yerine oturmuyordu. Mutluluğum bozulmasın diye de daha ne kadar salağı oynayacaktım bilmiyordum. Bir akşam iş çıkışıydı. Prensim beni bekliyordu. Gıcır gıcır müthiş bir arabaya dayanmış başı dik, suratında alaysı bir gülümsemeyle. -hadi bin, dedi. -kimin bu, dedim. Soru sormamam gerektiğini, her şeyi bana anlatacağını söyledi. Aslında meteliksiz şövalyem mesleğinde doruklara çıkmış bir mimarmış, şirketi varmış, bir sürü çalışanı, evi, arabası, geliri ve bir çok parası.. Ve bunları bana bir haltmış gibi anlatan edası. Boğazımda düğümlenen şeyi çıkarıp da konuşmaya bile dermanım kalmamıştı. Düşmanım birer birer üzerime geliyor, her darbe bir öncekinden yıkıcı oluyordu. Yere serilmiştim, kalkamıyordum. Galibiyetini ilan ediyordu. Hayat:1 Ben:0 Her şey yalanmış, tüm bunların sebebinin de çıkarcı kadınların ağına düşmemek, güven kazanmak olduğunu söyleyince ben hepten çılgına dönmüştüm. Hızla giden arabadan atlamaya kalktım, tuttu kolumdan, durdurdu arabayı. İndim koşmaya başladım. Arkamdan koşuyordu, dur diye bağırarak. Yakalaması an meselesiydi, öyle darbeler almıştım ki ayaklarım yürümez hale gelmişti. Kan ter içinde kalmıştık, nefes nefese yakaladı beni, kendine çekmesiyle dönüp suratına bir tokat indirmem aynı anlara denk geldi. Durmadan konuşuyor, sevdiğini haykırıyor, anlamamı istiyor ben ise durmadan debeleniyordum. Hırpalıyorduk artık birbirimizi. Yere düştük. Kollarımı tutup öpmeye başladı, kurtardım kendimi, ittim onu üzerimden hızla, sırt üstü yere düştü. Hareketsiz kaldı bir an ben de soluklandım o an. Kalkmaya çalışırken kolundan süzülen kanları görünce içim çekildi. Toparlanıp kan akan yere baktığımda büyük bir cam parçasının tenine girdiğini gördüm. Cam içinde kırıklara ayrılmıştı, çok kanıyordu ve kötü görünüyordu. Arabaya kadar taşıyıp, en yakın hastaneye götürdüm. Acilde ona müdahale edilirken son bir kez baktım yüzüne elveda der gibi. Ve ışığı görünmeyen bir tünele doğru yola çıktım. Sonradan arkadaşı olduğunu öğrendiğim kişinin de kafesinde çalışmayı bıraktım. Aradı çok, bakmadım telefonlarına, içimdeki derin yaraya ve hasrete rağmen. İstanbul ile baş başa kalmıştık yine.. Yine başa dönmüştüm.

    Ey hayattt ne kadar tuhaf olsan da beni yenebilir misin ki !! Canımı bile istesen azrailin gönlünü yapmak zorundasın. Heyy hayattt yüreğinden uzak tut karanlık dehlizlerin o gizem dolu ürpertilerini, sana sunduğum bu ruh bu beden gün geldiğinde parlak ve keskin bir kılıç gibi çıkacak karşına. Günler geçmiş zırhımı takmıştım yine bir barda demleniyordum. Karın içeri, göğüsler dışarı, bakış delici.. İşte yine başlıyordu oyun : -Merhaba, karşı masadaki kızlar sizin ısmarladığınız içkinin tadının bir başka olduğunu söylediler. - Öyle mi? - Evet! - O zaman denemek istersin .- Elbette….

     
    Toplam blog
    : 1
    : 554
    Kayıt tarihi
    : 10.04.10
     
     

    72 senesi, yılın en soğuk ayı şubat, ayın ilk günü ve Ankara.. Kısaca doğum öyküm, sonrası yurdun çe..