Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '11

 
Kategori
Deneme
 

Hayata 1-0 yenik başlamak

Hayata 1-0 yenik başlamak
 

Çocuk; henüz 9 unu yeni bitirmişti. Babası kamyon şoförüydü ve yeni aldığı kamyonun borcunu ödeyebilmek için olanca gücüyle hatta çoğu zaman evinden uzak çevre il veya ilçelerde çalışmaya gider, yaz tatillerinde bulunduğu yerden sezonluk ev kiralar ailesini 3-4 aylığına okullar açılana kadar götürürdü.

O sene Isparta nın eğridir ilçesinin yılanlı köyünde çalışıyordu babası. Onları yine bir gecede taşımıştı bu köye.

Şirin bir köydü. Köylü geçimini halı dokuyarak sağlıyordu. Birde meyve bahçeleri vardı uçsuz bucaksız. Her tülü meyve yetişse de, elma ve erik ağaçları çoğunluktaydı.

Koca, koca elmaları vardı sertti ama tadı güzeldi. İstediği zaman dalından koparıp yiyordu. O köyde misafir oldukları için pek kızmazlardı bahçe sahipleri.

Erikler fazla iri değildi ama olgunlaşınca sarı ve yumuşak olurlardı. Genellikle kabuğunu ve çekirdeklerini çıkarıp bir takım ilavelerle ince şekilde tepsilere dökerek kuruturlar, yufkaya benzer hale getirirler ve adına ‘’pestil’’ derlerdi.

Hemen hemen her evde halı tezgahı vardı ve misafir gittikleri evlerde başına oturup öğrenmeye çalışırdı halının dokunuşunu. Çabucak kapıp öğrenmişti de zevk duyuyordu çocuktu ama oyundan çok tezgah başında zamanını geçiriyordu.

Bir gün annesi yine komşu evlerin birine geçmiş. o kendi halinde oturdukları evin bahçesinde oynuyordu.

Köy otobüsleri hoşuna gidiyordu şehrin eski artıkları gibiydi sanki; Oldukça döküntüydüler. Bagajları bilindiği gibi altta değildi otobüsün en tepesi borulardan korkuluk yapılmış yükler oraya konup bağlanıyordu.

Onları gelip geçerken izlemek hoşuna gidiyordu. Hatta bulduğu bir takoz parçasına kalemle pencereler çizmiş en tepesine dört küçük çivi çakıp iple korkuluk görüntüsü yaratmıştı. Benzetmeye çalıştığı otobüsleri tamamlamak için de gazoz kapaklarından tekerlek yaparak kendince bir oyuncak yaratmıştı.

İşte o günde bu oyuncağıyla oynuyordu. Birden karnında dayanılmaz sancı hissetti.

Kıvranıyordu çok geçmeden istifra etmeye başlamıştı.

Annesi çok sert bir kadındı yanında götürdüğü zaman dizinin dibinden ayrılmasını istemez götürmediği zaman da sık sık yanına gelinmesini sevmezdi toplum önünde eliyle olmasa bile diliyle veya gözleriyle yine döverdi. Bunun korkusuyla gidip durumunu söyleyemiyordu.

Karnında sancıyla karışık garip bir ağrı daha olmuştu ve tuvalete gitme isteğiyle koştu tuvalet evlerin dışında derme çatma dört tarafı kapalı küçücük üstü açık bir yerdi; yine de yetişemedi altına kaçırdı ishal olmuştu.

Hem istifra hem sancı birde ishal eklenince yüzü sapsarı kesilmişti ama hala annesine gitmeye cesaret edemiyordu.

Artık midede çıkacak bir şey kalmamış, safra kesesinden geldiğini sonradan öğrendiği yeşile çalan sarı renkte oldukça acı ve kötü bir tat bırakan safra çıkarmaya başlamıştı. Daha fazla dayanamadı annesine koştu. Başına gelecekleri biliyordu korktuğu da oldu. Sanki bilerek hastalanmış gibi sıkı bir azar işitti.

Fazla tedirgin olmamıştı annesi, ama ev sahibi ve diğer misafirler daha çok telaşlanmışlardı. Köyde doktor yoktu. Şehre götürmeyi de hiç düşünmemişlerdi akıllarına baytar ( veteriner) geldi ve çağırdılar. Baytar, insan hastasına ne yapabilirdi ki; avuç ayasına koyulan bir çay kaşığı toz şekere bir damla kekikyağı damlatıp bol su ile yutturmuş ‘’ soğuk algınlığını keser’’ ‘’ üşütmüş’’ diyerek teşhisini koymuştu.

O yıl yaz tatili biraz zor geçmiş, okulların açılması yaklaştığında tekrar evlerine dönmüşlerdi. Zaman, zaman orada da ağrılar çekmiş yine geçiştirilmişti.

Günlerden bir gün akşamın alacakaranlığında her zamankinden daha fazla sancısı tutmuş yerinde duramıyordu. Baba eve gelmemişti geleceği saatte belli değildi. Mecbur bekleniyordu. Gece yarısına az bir zaman kala kamyonun sesi duyuldu ve sonrasında baba kapıda belirmişti. Ayakkabılarını çıkarmadan çocuğu kaptığı gibi arabaya bindirdi. Soluğu doktorda almışlardı.

Şikayetini dilinin döndüğünce anlattı doktora. O zamanlar röntgen cihazları yoktu veya her yerde bulunmuyordu belki de. Ama ‘’ayna ‘’ dedikleri bir cihaz vardı hemen ona soktu doktor sonra da babaya dönerek!

Acilen hastaneye götür apandisti patlamak üzere dedi

Yine kısa bir yolculuktan sonra devlet hastanesine varmışlardı. Yatış işlemleri yapıldı ama hastanede boş yatak sadece kadınlar koğuşunda vardı. O yüzden baba refakatçı olarak başında kalamayacaktı.

Baba hasta bakıcılara teslim ederek ayrıldı. Çocuk annesinin geleceğini düşünerek beklemeye başladı. Bu arada ağrıları şiddetiyle devam ediyor, ne yatabiliyor nede oturabiliyordu. Gözleri kapıda annesine bakıyordu ama bekleyişleri boşuna oldu. Sessiz sakin uslu bir çocuktu. Çocuk olmasına rağmen dayanılmaz sancılara katlanmış sessiz, sessiz ağlasa da yatan diğer hastaları rahatsız etmemeye özen göstermişti. Oysaki hasta ve hasta yakınları o yaştaki çocuğun yalnız başına hastaneye bırakılmasına oldukça kızmışlardı. O yüzden onlar ilgi gösteriyorlar ve üzüntülerinden uyuyamıyorlardı.

Zorda olsa sabahı etmişti çocuk. Bir müddet sonra tuvalete gitmek üzere yatağından kalktı koridora anca çıkmıştı ki bir erkek hasta bakıcı sevecen bir tavırla omuzuna atıp hızla merdivenlere yönelip bir kaç kata yukarı çıkarttı.

Korku ve ağrıdan tuvalete gittiğini dahi söyleyememişti.

Hasta yakınlarından birisi doktorlara durumunu izah etmiş, sancıdan sabaha kadar hiç uyumadığını anlatmış ve ilgilenmelerini sağlamış meğerse.

Bir odaya götürüp önce bir iğne vurdular. Ağrı kesiciymiş. Sonra hemen yan tarafta bulunan başka bir odaya soktular.

Oda çok soğuk ve ürperticiydi.

Tepede kocaman ışıkları olan aydınlatma vardı hemen altında yeşil örtülü uzunca bir masa ve masanın yanındaki insanlar ağızları maskeli ve yeşil önlükleriyle yatmasını bekliyorlardı. Küçücük bedeni titriyordu çünkü korkuyordu ve korkusunun tepkisini ağlayarak dahi olsa gösteremiyordu. Yardımlarıyla yattı. Şefkatle başını okşuyor ve sorular soruyorlardı kaçıncı sınıfa gidiyorsun gibi.

4.ncü sınıfa yeni geçtim dedi çocuk dudaklarından fısıltıyla çıkan sözcüklerle.

Güzel.. O halde sayı saymayı biliyorsun.

Dediler gülümseyerek ve burnuna ıslak bir pamuk kapatıp derin derin nefes almasını istediler. bir kaç saniye sonra !

Say bakalım kaça kadar sayıyorsun.

Saymaya başladı çocuk ama en fazla on’ a kadar düzgün sayabildi sonrası üçer beşer atlaya, atlaya bazen de geriye sayarak karmaşık çıkmaya başladı sayılar.

Sonrada konuşamaz oldu artık bayılmıştı. O zamanlar anestezi buruna eter koklatarak yapılıyormuş.

Ameliyat tamamlanmış çoktan yatağına getirmişlerdi.

Hala annesi gelmemişti.

Vurulan ağrı kesici iğnenin etkisi azaldıkça kendinde olmadığı halde ağrı ve ameliyat acısının etkisiyle kıvranmaya ve debelenmeye başlamıştı. Diğer hasta yakınları koşmuşlardı yanına. Dikişlerin patlayacağı korkusuyla yatağa bağlı olan tutunma ipini çözüp diz kısmından yatağa bağlamışlar, bir kişi bir kolundan diğer kişi diğer kolundan tutarak hareketini kısıtlamaya çalışmışlardı.

Yavaş, yavaş kendine gelmeye başlamış, gözlerini aralamıştı. Gözleri tanıdık birisini arıyordu ama görüntü fersiz ve buğuluda olsa başında bulunanlar arasında tanıdığı kimse yoktu.

Su diye fısıldadı çocuk. Ama ameliyat sonrası sıvı alması yasak dedikleri için üzülseler de kimse oralı olmuyordu. Aralarından birisi ıslatılmış mendille dudaklarını nemlendirerek bir şekilde çözüm bulmuştu kendince. Birazcık faydası olmuş kuruyan dudakları serinlemiş ve yumuşamıştı.

Tamamen kendine gelmiş, artık el ve ayaklarını serbest bırakmışlardı ki! Nihayet annesi teşrif etmişti.

Annesi siz misiniz? diye sordu birisi.

Başını sallayarak cevapladı anne.

Hanım, hanım

‘’neredesin sen ‘’

‘’ bu el kadar çocuk tek başına bırakılır gidilir mi’’

‘’ sabaha kadar kıvrandı yavrucak’’

‘’ bu yaşında tek başına ameliyat olup çıktı’’

‘’ sen daha yeni geliyorsun’’

Bir diğeri;

‘’Hiç gelmeseydin’’

‘’iyileşip taburcu olduğunda biz bırakırdık eve’’

Gibi her kafadan çıkan seslerle epey azarlamışlardı.

Haklılardı.

Bir hafta kadar süren hastane misafirliğinde, annesi başında olsa da ha varmış, ha yokmuş fark etmedi onun için. Belli etmiyordu ama büyük kırgınlık vardı içinde.

Taburcu etmeye yine babası gelmişti. Birlikte doktoru ziyarete gittiler önce. Bir kapıya yanaştıklarında, kapıdaki küçük levhada ‘’BAŞTABİP’’ yazıyordu. Büyük doktormuş beni ameliyat eden diye geçirdi kafasından.

Kapıyı tıklatıp içeri girdiler. Doktor yine gülümseyerek başını okşadı. Ameliyat esnasında trajikomik bir olay yaşanmış. Bunu hastaneden taburcu olurken öğreniyordu ameliyat eden doktorundan.

‘’ Sabah, sabah yüzümü yıkadın kerata’’ demişti ve kısaca özetlemişti olanları. Anlatılandan yüzü kızarmıştı. Ne yapabilirdi utangaçtı söyleyememişti tuvalet ihtiyacı olduğunu ve olan doktora olmuştu. Tam kesilecek yeri steril edip kesiyorken karnına yapılan baskı ile koyuvermişti ne varsa. Ve doktor espriyle karışık gülen bir ifadeyle anlatsa da yine de utanmıştı işte.

Nihayet sadede gelindi baba borcunun ne kadar olduğunu sordu baştabibe.

Çok tonton sevecen bir adamdı

Ne borcu siz muayenesini yaptırıp teşhis koydurmuşsunuz, gerisi de bana kalmış yok borcunuz falan geçmiş olsun.

Bir hafta sonra getir, dikişleri alalım. Demişti.

Teşekkür edildikten sonra çıktılar hastaneden.

Ama o gece ve bu hastanede yaşadıkları, anneye ihtiyacı olduğu dakikalarda yalnız oluşu, çok dokunmuş küçücük yüreğini acıtmıştı.

Çok dayak yemişti suçlu suçsuz demeden annesinden. Ama bu kadar üzülmemişti.

Yüreğinde burukluk duydu. Annesinin ona olan ilgisizliğinin bu olay sayesinde farkına vardı. Duygusallaştı, gözleri nemlendi.

Sevgi eksikliğini hissetti. Hem de anne sevgisiydi eksik olan.

İşte hayata 1-0 yenik başladığı o an dank etmişti kafasında.

Sonraki hayatında da hiçbir şey değişmemişti ama SEVGİ nin önemini çok iyi öğrenmişti.

Birol Yiğit 

 
Toplam blog
: 19
: 425
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Antalya doğumluyum. İlköğretim ve lise tahsilimi bu cennet şehirde okudum çeşitli meslek dalların..