Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '12

 
Kategori
Deneme
 

Hayata Dair Dip Notlar

Genelde her zaman yapmaya çalışsam da en çok cuma akşamları yaptığım gecenin yavaş yavaş sessizliği vakit geçdikce aydınlığa doğru giden saatlerde haftabaşına sarar tekrar yaşananları hatırlamak isterim. Aynı hatalara düşmemek, eğer kırdığım insanlar da varsa bir özür hakkımı çok geç kalınmaması adına düşünürüm. Böyle düşündüğüm zamanlarımı bir ben bilirim bir de neden geç vakitte yattığımı merak eden ve sonradan öğrenen annem. Gene böyle bir akşam da annem yanıma gelmiş bu yolculuğuma arkadaş olmak istemişti. Konu evlilikten açılınca bana "Yavrum seçimini yaparken sana hayatta ve bu dünya da her şeyi verebilcek bir erkeği değil, sana hayatını verebilecek bir erkeği seç" demişti.

O zamanlar hayatta ve dünya da bana her şeyi verebilecek bir insan zaten hayatını da verebilirdi diye düşünüyordum...

Halbuki bunun ne kadar doğru olduğunu şimdi anlayabiliyorum... Her şey önüme sürülse bile bir hayatı paylaşamıyorsa sevebileceğin birisi bunun pekte anlamı yok.. Peki neydi? Karşımızdaki insandan istediğimiz ömrümüze ömür katmasa mıydı. Tabii ki hayır kimse kimsenin ömrüne ömür katamaz. Ama ömür dediğimiz şeye mutluluk,huzur katabilir ve dediğimiz şeyin yaşamamızda rahat geçirebilmek,anlamlı kılabilmek için elinden geleni yapabilirdi. Hiç bir şey gelmiyorsa bile sevebilme gücünü kullanabilirdi. Güven aşılayabilir zorlukları paylaşma isteğiyle yan yana yürüyebildiğini hissettirebilirdi. Uzaklığın bir anlamı olmaz istese en yakındaymış gibi hissedirebilirdi...

Dilin kemiği yok derler ya karamsar anlarımızda ağızımızdan bir çırpıda çıkan istem dışı ya da bilerek söylenen sözlerin bir kurşun yarası gibi delip geçmeyeceğini tüm ağırlığınla yüreğimiz de yer edebileceğini bilebilirdi... Bunun için insanın öyle çokta sevmesine gerek yok deli gibi...

Hayatına sokabilmek bu kadar zor olmamalıydı... Sevgi ve sabırın tüm sınırları zorlanmamalıydı... Paylaşılmak istenen sadece hayat denen bu yolda birlikte yürümek için sevdayı yokuşa sürmek... Kelimelerle oynamak... Kalan son parçayı bir türlü yerine oturtamamak...

Kabul herkes aynı derecede, aynı istekle, aynı heyecanla sevmeyebilir ama gerçek anlamda SENİ SEVİYORUM diyorsa... Hayatı paylaşabilecek kadar, hayatına ortak edebilcek kadar seviyorsa bu engebeli yolda tüm olumsuzlara rağmen sevdiğin insanın yanınıda olmasından başka ne isteyebilir insan...

Şimdi sevdiğimiz veya değer verdiğimiz insanlara gün içinde istem dışı ( İsteyerek söylendiğini düşünmek bile istemiyorum.) kelimelerimizi çok geç kalmadan yürekten toplamak zamanı ve yerine çiçeklerden bir demet bırakma zamanı bence... Eğer sevmeyi biliyorsak ve SENİ SEVİYORUM diyebiliyorsak bu iki kelimenin peşinden koşma zamanı... Zaman zaman herkes umutsuzluğa kapılır, hayat her zaman toz pembe değildir kabul... Ama bunu kıştan yaza ve bahara çevirmek biz insanoğlunun elinde...

Hayatı bir bütün olarak ele alıp eğer biz bu bütünün bir parçalarıysak sabırla, sevgiyle ve en önemlisi güven ve istekle bir adım atabilirsek... Karşımızdaki insanı anlayabilirsek, kelimelerimizi seçerken ifadelerimize dikkat edersek, zamanın ne kadar çabuk geçtiğini unutmazsak ve hayattan gerçek anlamda tadından bir damla almak istiyorsak... İnsanlara hakettiği samimiyeti, sevgi, özlemi, iç şartlarımız ne olursa olsun... Onları sorumlu tutarcasına yanımızdan uzaklaştırmaya çalıştırmak, derin yaralara sebep olan kelimelerke vurup yaralamak niye... Hele ki sadece insanca sorunlarını bir nebze hafifletmek uğruna çabalıyorlarsa, söylenen sözleri hava da yakalayıp yüreklerine batmasına engel oluyorlarsa içten bir teşekkürü çoktan hakettiklerini düşünüyorum...

İnsan diyoruz bizim gibi yorgun türlü hayat mücadeleriyle uğraşan dayanıyorsa yüreğindeki tanımsız bir güçle ayakta duruyorlarsa ve bu güçün kaynağının, sonsuz pınarın siz olduğuna inanıyorsa tüm benliğinle... Hayat SEN diyorsa...

Diyeceğim odur ki ; Zor zamanlarımda sevdiğim bir insanın yanım da olmasını isterim ben...

Doğduğum günden beri beni koruyan bir melek olduğuna inanırdım. Her istediğimi yapabileceğime, her engeli aşabileceğime, öldürmeyen acının güçlendireceğine… Büyüdükçe gördüm ki içimdeki kuşların kanatları, ben başımı eğmedikçe, hayat bana acıklı filmler izletse de filme kapılmayıp filmle dalga geçtiğim sürece, ‘her minnet kabulüm yeter ki gün eksilmesin penceremden’ dedikçe kanatlarım Kaf Dağının en tepesine yükseliyor. Büyüdükçe görüyorum ki kendime acımayacak ve kendimle gururlanmayacak kadar ‘BEN’im artık ve hala masallara inanacak kadar, hayallerime sığmayacak kadar çocuk… Biliyorum Kaf Dağına ulaşana kadar hiç yaşlanmayacağım.

İsterim ki benimle bu yola çıkabilecek yanımda benimle birlikte yürümeyi isteyen herkes bunu hissedebilmeli..

Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi. ..
Ağladım.
Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu;
aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar oldugunu
öğrendim.
Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla…
Zamanla yarışılmayacağını,
zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…
İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…
Sonra da her insanın içinde
iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.
Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi…
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı oldugunu,
sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu
öğrendim.
İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altnda bir ruh bulunduğunu. ..
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim..
Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydinlatabilmek için önce çevreni
aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.
Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin,
bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.
Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra…
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…
Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi…
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…
Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.
Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek
olduğunu ögrendim.
Namusun önemini öğrendim evde…
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu;
gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el
sürmemek olduğunu öğrendim.
Gerçegi öğrendim bir gün…
Ve gerçegin acı olduğunu…
Sonra kararında acının, yemeğe olduğu kadar hayata da
lezzet kattığını öğrendim.
Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının
hayatı tadacağını öğrendim.
Ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
Olur ya…
Kalp durur…
Akıl unutur…
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur…
MEVLANA

 

 
Toplam blog
: 227
: 543
Kayıt tarihi
: 16.01.08
 
 

Fazla söyleyecek bir şey yok herkes gibiyim. Artık... Bazı acılar faydalıdır. Önce üzer, sonra he..