Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Ekim '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hayata Dokunmak

Yazarı: Halis Kuralay

Yazar Halis Kuralay, altı çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak dünyaya gelir. Dünyaya geldiği zaman komşusunun dikkat edip “Bu çocuk görmüyor olmasın?” demesi ile doktor trafiği başlar. Kör bir çocuk olmasına rağmen, ele avuca sığmayan, top oynayan, bisiklet süren bir çocuktur. Kör bir çocuk, “Nasıl top oynar?” derseniz, toprak zemin üzerinde, topun sesi Halis için yeterli olup, topun sesinin geldiği tarafa hamle yapar ve topu yakalardı. Halis bunla da yetinmeyip topun sesi fazlalaşsın diye, naylon topun içine küçük taşlar doldurur. Şut attığı zaman, topun kaleye girip girmediğini ise arkadaşları ona söyler.

Babasının namazlarını düzenli kılması, Halis’i küçük yaşta etkiler. Babasının ezan okunduğunda camiye gitmeden önce evde hazırlık yapması, abdest alması ve vakit namazlarına hassasiyet göstermesi, Halis için büyük bir mesaj olur ve onda namaza karşı bir ilgi başlar. Aile fertlerinin Perşembeyi Cumaya bağlayan akşamlarda, babası tarafından, “Bu akşam Cuma akşamı, abdest alalım da namaz kılalım, ” diye teşvik etmesi, Halis için manevi bir haz olur.

Halis içindeki sesi dinleyerek namaz kılmayı öğrenmek ister ve babasından bu konuda yardım ister. Babası da olgunlukla karşılar. Fakat Halis’i kendi ısrar etmedikçe, sabah namazlarına kaldırmaz. “Sen kalkamazsın, namaz erken olur, ” der. Keza yaz günlerinde Yatsı Namazı için Halis babası ile gitmek ister. Babası tatlı bir üslupla, “Yatsı geç olur, senin uykun gelir, ” diye karşılık verir. Bu ise ona, “uykuyu terk edebilmenin büyüklerin işi olduğu” mesajını verir. Onda, “büyük olma” isteğini artırır.

Halis, kör olmasına rağmen, zorlukları dikkate almayarak, namazda nelerin yapılması gerektiğini, büyük bir şevkle ailesinden yardım alarak öğrenmek ister. Aile fertleri de onun bu arzusunu dikkate alıp, namazda yapılması gereken hareketleri büyük bir sabırla ona öğretmeye çalışırlar. Halis namaza başladığı ilk günlerde annesi, ellerini kaldırıp kulaklarına götür, daha sonra “Ayakta diz kapaklarına doksan dereceyle eğil, ” der. Daha sonra dizlerinin üstüne çöküp alnını yere değdirmesi gerektiğini, anlatır ve o da büyük bir istekle bunları uygular.

Halis babasıyla Cuma ve Teravih namazlarına gitmek ister. Teravih namazlarında, “Tuvaletim geldi, ” diyerek, çok defa babasını rahatsız eder. Haliyle babası da namazı yarıda bırakır ve onu tuvalete götürür. Halis’in duaları ve sureleri öğrenmesinde de annesi büyük bir çaba sarf eder. Bunda annesinin okuyuşunun düzgün olması etkili olur ve annesinden büyük bir yardım alır. Halis, yedi yaşına kadar gören çocuklar gibi aktif bir yaşam sürdürür.

Halis yedi yaşına geldiğinde, babası elinden tutup camiye götürür ve rahmetli Mahir Hocaya teslim eder. Halis kör olduğu için Mahir Hoca ilk etapta olaya olumsuz yaklaşır. Babasına, “Bu şekilde Kur’an’ı nasıl öğrenir?” diye sorar. Babası, “Hiç olmazsa namaz surelerini öğrenir, ” der. Mahir Hoca da bunun üzerine fazla ısrar etmez ve Halis Kur’an Kursuna başlar. Arkadaşlarının ve hocaların yardımıyla, sure ve duaları büyük bir istekle ezberlemeye başlar. Halis, sureleri ezberlerken, kör olduğu için zorlansa da yılmadan kararlılıkla sureleri, gören bir insandan daha çabuk bir şekilde öğrenir ve kendini çok mutlu hisseder. Başarıyla tamamladığı her şey onda daha büyük şeyler yapma isteği uyandırır.

Halis’in çevresindeki akranları okula başlar. Bu da onda okula karşı büyük ilgi uyandırır ama bir kör okula nasıl gidebilecektir? Gözleri görmeyen bir çocuk hangi okulda okuyabilir? Peki ama okula gitmezse evde ne yapabilir? Halis de okul öncesinde, yazıya ve kitaba karşı büyük bir ilgi duyar ve yazıyla tanışıklığı dışarıdaki kabartma yazılı araba plakalarına dokunarak başlar. Mahalleye gelen ilk otomobilin komşusuna ait olduğu ve plakasını hatırlaması onun yazıya karşı ne kadar ilgisi olduğunu gösterir. Çok geçmeden okuma merakı daha da kabarır ve bu konuda ailesinden destek görür. Ailesi tellerden yapılmış harflerle ona harfleri öğretmeye çalışır ve bu şekilde okula başlamadan önce büyük harflerin tamamını öğrenir.

Babası ilkokul mezunu olmasına rağmen, Halis’in okuması için seferber olur. Yakın akrabalarının aksi telkinlerine rağmen, onun kendini daha iyi geliştirmesi ve kendisinde bir eksiklik hissetmemesi için onu okula göndermeye karar verir. Bu karar kör bir çocuğun babası için pek de kolay değildir. Babası ona uygun bir okul bulabilmek için uzun bir araştırma içerisine girer ve Körler Okuluna gönderme girişiminde bulunur. Görüştüğü okulda, Halis’i kayıt yapabilmeleri için, Halis’in öz bakımını kendisinin yapabilmesi gerektiği bildirilir. Bu durum, kör bir çocuk için pek de kolay olmaz. Annesinden, babasından, ailesinden uzak olmak, aslında Halis için de pek kolay olmaz. Hangi çocuk, yedi yaşında sıcak aile ortamını bırakıp da. Yatılı bir okula gitmek ister?

Halis ailesinin yaşam tarzının etkisiyle, traktöre karşı büyük bir ilgi duyar. Traktör sürmek onun için büyük bir özlemdir. Babası gidecekleri okulda traktör de sürdürecekleri vaadlerinde bulunur ve onu ikna eder. Halis, 1976’da babası ile birlikte İstanbul’a İstinye Körler okuluna gider. Müdürle konuştuktan sonra, Halis ilk önlüğünü giyer ve sınıfa doğru giderler. Babası bu arada Halis’in etkilenmemesi ve duygusallığa kapılmamak için bir baba olarak ne kadar zor olsa da onu orada bırakıp gideceğini söyleyemez. Ayrılırken ona, “Sana iç çamaşır alıp geleceğim, ” der ve gidiş o gidiştir.

Arkada kalan uzun bir yol ve yolun üstünde azimle yürümek isteyen yedi yaşında kör bir çocuk. Halis, babasının gitmesine büyük bir üzüntü duyar ve kendi iç dünyasıyla konuşmaya başlar. Kısa bir süre sonra okula ve arkadaşlarına alışmaya başlar. “Kör bir çocuk nasıl okula gider, okuma öğrenir?” diyerek şaşkınlık içinde kalabilirsiniz ama karşımızda kör ama içinde bitmek bilmeyen okuma öğrenme isteği olan bir Halis vardır. Kısa bir süre sonra dersler başlar ve hocalar kör çocuklara okuma öğretebilme seferberliğine girerler. Bunun için de kabartma yazılı kitaplara ihtiyaç duyulur. Kabartma yazı deyince herkesin aklına normal yazının kabartılmış hali gelir. Oysaki kabartma noktalardan oluşan, dokunduğunda parmağını bir miktar gıdıklayan garip ve en çok altı noktadan oluşan sembollere sahip yazıdır. Görmeyen insanlar sağ ve sol elin işaret parmaklarını dokundurarak bir şeyi okumaya çalışırlar. Biz görenler için böylesi bir okuma mucize gibi düşünülebilir. Çünkü bizim için parmakla bir metin nasıl okunabilir ki? Fakat görmeyenler de bizim bu şaşkınlığımıza şaşarlar. Halis’in okumaya başlaması hocası tarafından ilk olarak “al al ev ev aç ev” gibi yazılar yazan bir fiş alır. Fişler fişleri, kitaplar kitapları takip eder ve daha sonra sınırlı sayıda bulunan kabartma kitaplarına geçer. Kabartma yazıyı öğrenmede büyük bir yol kat eder.

Körler Okulunda, öğretmenler okuma yazma dışında, öğrencilerin resimde de aktif olmalarını isteyerek, öğrencilerden bir şekli incelterek çamurla o şekli yapmalarını ister. Onları onurlandırmak için güzel yapanların eserleri sergilenip, okula gelen misafirlere gösterilir. Halis ve arkadaşları eğitim yolunda büyük zorluklarla karşılaşırlar. Bu zorlukların en büyüğü ise ders kitapları bulmakta çektikleri sıkıntıdır. Bu konuda büyük sıkıntı yaşarlar. Çünkü kırtasiyelerde kabartma kitaplar bulmak pek de kolay olmaz.

Biz görenler, hayatın bize sunduğu kolaylıklardan hep şikayetçi olur ve hayattan hep fazlasını bekleriz. Halis ise bu sıkıntılar karşısında, yılmayan, şikayetçi olmayan, eğitim yolunda engel tanımayan bir kişiliğe sahiptir. Halis Körler Okulunda ders saatleri dışında da aktif bir yaşam sergiler. Arkadaşlarıyla futbol oynar. Bu oyunu da kendilerine kolaylaştırmak için, kale direkleri yerine insanları kullanıp, penaltı atışları sırasında yalnız kaleciden değil, direklerden de ses çıkarmalarını isterler. Maçta herkes sahanın içinde ayaklarını sürümeye başlar. Topun gitme ihtimali olan yerler araştırılır ve farklı farklı yerlerde araştırma yapan bu kör insanlar belki de topun tam yanına gelip, topa dokunamadan gittikleri için aramaya bir süre devam ederler. Bu da sonuç vermediği zaman, kol kola girip orda boşluk bırakmadan, ayaklar yere sürülmeye başlar. Bu şekilde topu bulmaya çalışırlar ve onların hisleri oyunda gözleri olur.

Dördüncü sınıfın başında görenlerle görmeyenleri kaynaştırmak adına, görmeyenler görenlerin okuluna gönderilerek, orda da eğitim almaları sağlanır. İlk etapta görenlerin görmeyenlere karşı okul içerisinde ön yargılı yaklaşmaları, görmeyenlere, “Siz yapamazsınız, ” demeleri, körler üzerinde olumsuz bir etki oluşturur. Görenler okulunda körlerin eğitim alması, sanıldığı kadar kolay olmaz. Düşünün ki, kör bir insanın elinde bir kitap, bu kitap size bakıyor ama siz onu okuyamıyorsunuz. O zaman iki şey ortaya çıkıyor: Körler için kitapları size okuyabilecek birini bulmak ya da kitaba öylece bakakalmak Halis kimi zaman diğer bölümlerde okuyan arkadaşlardan, öğretmenlerden, kabartması olmayan kitapları kendisine okumaları için ricada bulunur. Ve her zaman kitap okuyacak birini bulmakta zorluk çekeceğini bilerek, bir teyp alır. Böylece okunacak materyali kaydedip, tekrar tekrar okuma şansı elde eder.

Halis, insanlara yük olmamak, zamanlarını almamak, başkalarına bağlı olmamak ve kendi kendine yetebilen biri olabilmek için daktilo öğrenmeye karar verir. Daktilo öğrenmesi özel mektuplarını başkasına yazdırmaktan kurtarır onu. Artık ailesine gönlünden geçtiği gibi hitap edebilecektir. Mektuplarını yazdırırken, “İyi olmanızı yüce Allah’tan dilerim, ” ifadesini kullandığı zaman birileri ona, “Yahu şu Allah’ın adresini versene bana, nerededir bu adam!” diyemez. İyi ama “Bir kör daktilonun tuşlarını görmeden nasıl yazar ki?” diyecekler. Halis için, parmaklarının tuşların yerini bilmesi, hafızasına kaydetmesi ve bunu seri hale getirmesi yeterli olur. Çünkü tuşların yerleri ikide bir değişmediği için bir sorun teşkil etmez. İşin enteresan yanı daktilo öğrenmeyi kör öğretmenden öğrenir. Tabii ki bu esnada, yer yer gören kişilerden yardım alır. Onlara ne yazdığını, ne kadar yazması gerektiğini sorar ve devam eder.

Halis kendi kendine yetebilmek adına, ayakkabılarını da kendi boyamak ister. Tabi ki kör bir insan için bu hiç de kolay değildir. Öncelikle ayakkabının ne renkte olduğunu nasıl bilecektir? Fakat bu Halis için problemlerin en küçüğüdür. Halis arkadaşıyla birlikte okul içerisindeki öğretmenlerin, öğrencilerin de ayakkabılarını boyamak ister. Bunu yaparken de ayakkabı boyatana, ayakkabının hangi renkte olduğunu sorar ve o renge boyar. Peki, boyaların hangi renkte olduğunu nasıl anlayabilecektir? Halis, boya kutularına işaret koyarak veya farklı renkleri sandığın belli kısımlarına yerleştirerek ayırt eder. Ayakkabının tam olarak boyanıp boyanmadığını ise, ayakkabı sahibine sorarak öğrenir. Böylece onlardan küçük bir yardım alır.

Halis ilk mezuniyet heyecanını 1980’li yıllarda, ilkokul mezunu olarak yaşar. Artık ailesine tekrar kavuşmanın ve uzun bir tatil sürecine girmenin sevincini duyar. Fakat okul kapandığında da kitaplara ve kitapçılara merakı devam eder. Gören arkadaşlarından, satın aldığı kitapları kendisine okumaları için ricada bulunur ve bu dinleyiş ona büyük haz verir. Halis lise eğitimine, modern matematik ve fen eğitimi yapan Büyük Çekmece Lisesi’nde başlar. Lise müdürü, “Görme engelliler modern lisede yapamazlar, klasik liseye gitmeliler, aksi halde başarısız olurlar, ” diyerek, Halis’e ön yargı ile yaklaşır.

Halis sinema ve televizyona küçük yaşta ilgi duyar. Görmese de herkes gibi televizyon sesinin geldiği tarafa yüzünü çevirerek, kulaklarını dört açar. Bu şekilde televizyondan gelen konuşmalardan, sahnede olup bitenlerden bir kısmını anlamaya çalışır. Konuşmaların olmadığı zamanlarda ise vazifeyi efektler devralır. Halise akan bir su sesi, benzeri su sesi işittiği yerlerde hissettiği duyguları hissettirir. Kuşların, hayvanların sesleri, mekanın bir ormanlık veya köy yeri olduğunun bilgisini verir. Ne konuşmanın, ne de efektin olmadığı uzunca süren sessiz sahnelerde ise, çalınan müzikten ipuçları yakalamaya çalışır. Sinemada farklı olarak anlayamadığı sahneleri, birlikte gittiği kişinin kulağına fısıltıyla sorar. Tiyatroda ise sesin ön planda olması nedeniyle ağırlık konuşmadır ve oyuncuların hareketleri seslerine yansır. Halis, oyuncu sahnenin sağındaysa sesin sağdan, soldaysa soldan geldiğini bilir.

Halis, edebiyat ve şiire de ilgi duyar. Büyük Çekmece Lisesinde Atatürk konulu şiir yarışmasına katılarak okulda birinci olur ve bir kitap kazanır.

Halis, hafta sonları arkadaşlarıyla birlikte gezmek ister ve bunu yapabilmek için de en büyük yardımcısının baston olduğunu bilir. Baston kör bir insanın olmazsa olmazıdır. Çoğumuza bir değnek parçası gibi gözükse de bir kör için büyük bir anlam ifade eder. Baston görmeyenlerin en sadık dostu olur. Kişiliğinin ve bağımsızlığının sembolü, önündekilerden bir derece haber veren bir göz, bir yerlere düşmekten ve çarpmaktan koruyan muhafızdır. Körler her ne kadar bastona sahip olsa da zaman zaman bazı kazalara maruz kalabilirler. Örneğin Halis, bir okul arkadaşının tek başına dışarıya çıkmak istemesi ve gezisi sırasında farkında olmadan denize düşüp hayatını yitirmesi Halis’e büyük bir üzüntü yaşatır.

Halis bastonuyla dışarı çıktığı zaman, o sihirli değnek sayesinde bir gören kadar olmasa da dokunarak tehlikeleri hisseder ve adım atmadan önce nereye basması gerektiğini bilir. O değnek onun için büyük bir rehber olur. Bu sihirli değnek sayesinde gören insan gibi tek başına çok uzaklara gider. Ve tekrar geldiği yere dönebilir. Tabi kimi zaman insanların yardımına ihtiyaç duyar.

Halis’in eve gittiği zamanlarda, babasının ve ağabeyinin tıraş olması dikkatini çeker. Fırçanın hışırdattığı sabun sesini duyması, onun için yeterli olur ve içinde tıraş olma merakı başlar. Peki, kör bir insan nasıl aynaya bakmadan, görmeden kendini tıraş edebilir ki? Halis bunlara gerek duymadan, tıraş etmesi gereken bölgeyi eliyle tespit eder ve o bölge ellerine pürüzsüz gelene kadar permatik ile tıraş eder. Halis bunla da yetinmeyip, arkadaşını da aynı yöntemle tıraş etmek ister ve bunu başarır. Tıraş esnasında gayri ihtiyari ufak tefek kazalara maaruz kalsa da, görenlerden farklı olduğunu düşünmez. Tıraş olurken ve ederken gören arkadaşlardan yardım ister. Yüzünde kanayan yerin olup olmadığını sorar.

Halis’te lise bir ve lise ikinci sınıfta üniversiteyi kazanma telaşı başlar. Hazırlık içerisine girer. Kör bir insanın üniversiteye hazırlanması, konuları anlamak, soruları çözmek zor ve zahmetli bir iştir. Lise bir ve ikinci sınıfta birkaç kitap temin ederek arada bir soru çözer. Fakat gerçek anlamda hazırlanması ikinci sınıfta başlar. Ders çalışmak için çarşıdan bir adet teyp alır. Her ne kadar körler zeki ve kuvvetli olsalar da, bir teyp kadar her şeyi kaydedemezler. Halis, kitapları kasetlere kaydetmek için arkadaşlardan yardım alır. Arkadaşlarının vakti olmadığı zaman, o kaydı istediği anda, istediği kadar dinleme fırsatı elde eder.

Halis “elimde imkan yok” gerekçesiyle çalışmak istemezse, belki de bahane bulmaya en müsait kişidir. Fakat o sabırla, elindeki imkanlarla yetinerek, başarı yolunda büyük bir çaba sarf eder. Artık üniversite sınavına başvurma vakti gelir ve ÖSYM tarafından körler için sınavda bir okuyucu temin edilir. Tüm körler Beyazit İlkokulu’nda toplanır. Körler için her adaya bir sınıf ve en az ikişer okuyucu tahsis edilir. Bu sınav bir kör insan için pek de kolay olmaz Çünkü okumanın okuyucu tarafından sesli olarak yapılması, daha zaman alıcı olur ve kimi yerlerin anlaşılmaması, onun tekrarlatılması, büyük bir zaman kaybı oluşturur.

Engellilere üniversite sınavında ayrıcalık tanınıyor yanılgısına sakın kimse kapılmasın. Asıl ayrıcalık tanınan biz görenlerizdir. Halis tüm bu zorluklara rağmen ilk sınavını başarıyla geçer ve ikinci sınava da çalışmaya hemen başlar. Birinci sınavda fark ettiği eksiklerin üzerine gider onları tamamlamaya çalışır. İkinci sınava hazırlanması pek de kolay olmaz. Sözel ağırlıklı derslerde sıkıntı çekmese de sayısal derslerde hocaların sadece görenler üzerinde yoğunlaşması ve anlatımını da ona göre yapması, Halis’in dersleri anlamasını zorlaştırır. Öğretmenlerin tahtayı çok kullanması ve anlatımında işaret zamirlerine çok yer vermesi, Halis için çok büyük bir sıkıntıdır. Halis bu sınavda ilk sınav kadar heyecanlanmaz.

Halis, Görme Engellilere yönelik bir kamp haberi alır ve buna katılmak ister. Kimi insanlar, “Kör başına otur oturduğun yerde, kamp senin neyine?” diye düşünür. Fakat Halis bunu dikkate almayarak, kampa gitmek için kararlı durur. Halis yazın kampa gitmeden önce, okul arkadaşlarıyla çivi ucuyla delinmiş gibi görünüşü olan ikiye katlanmış kartonlar, postanelere mektup diye gider. Postacılar da zarf içine bile konmamış ama üstü zarf gibi yazılmış bu mektupları, alıcının oturduğu eve teslim eder. Onları izleyenlerin hayret dolu bakışları altında gelen mektupları okur, okuduklarının yazı olduğuna izleyenleri inandırmakta güçlük çeker.

Allah görmeyenin parmaklarını öyle teçhizatlandırıyor ki, insanlar gözleriyle bakıyorlar, fakat yazı namına bir şey tespit edemiyorlar. Görenler, “Hiç bir temas olmadan okuyoruz” derler. Görenlerin yazı diye okuduğu şeylere, görme engelliler ellerini dokundurduklarında bir şey bulamazlar. Yani görmeyene göre görenlerin kitabında aslında bir şey yoktur. Halis arkadaşlarıyla mektuplaşmada, kör olmasının bir engel teşkil etmeyeceğini gösterir.

Halis arkadaşlarıyla toplanarak kamp için Samsun’a doğru yol alır. Atakum’da bir deniz kampına giderler ve orda çok güzel duygulara kapılır. Karadeniz’in sesini işitir, kamp boyunca esen meltemi hisseder ve kamptan büyük bir zevk alır. Bu kampın Halis için büyük bir önemi de, babası ve ailesi olmadan ilk kez şehirlerarası bir yolculuğa çıkmasıdır. Halis’in büyük bir mutluluk içinde tekrar ailesine dönmesi büyük bir sevinçle karşılanır. Bunda kendilerinden bir parça olan, görmeyen kardeşlerinin veya oğullarının böyle bir seyahatı onları gururlandırır.

Halis, sınav sonuçları neticelenince, üniversiteye kayıt yaptırabilme bahtiyarlığına erer. Kazandığı bölüm, Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümüdür. Boğaziçi’nin eğitim dilinin İngilizce olması, onun için büyük bir sıkıntı oluşturur. İngilizceyi anlamak ve peşinden dersi anlamak başlı başına bir sorundur. Bu ve benzeri kaygılar ne kadar zihnini meşgul etse de o cesaretini toplayıp tercihlerine Boğaziçi Üniversitesi’ni yazar. Ailede üniversiteyi kazanan ve okuyan tek çocuk olma gururuna sahiptir. Altı kardeşli bir ailenin kör ama tek okuyan çocuğu olmak Halis için büyük bir mutluluk olur.

Halis İngiltere’de görmeyenler için görenlerin, kitapları kabartmaya çevirdiği bilgisini alır ve hemen harekete geçer. Hazırlıkta okutulan İngilizce kitaplarını İngiltere’ye gönderir. Halis derslerde bütün kitaplara sahip olur fakat dersi takip edemez. Daktiloya sahip olsa da ders içerisinde çok ses yapması nedeniyle sınıfa götürüp not alamaz. O da bunun yerine sınıfa tabletini götürür. Tablet, kartona kabartma yazı yazmaya yarar cebe sığabilecek dört satırlık küçük bir şeydir. Halis ilk etapta dersleri kaydetmek için sınıfa teyp götürmek ister fakat teyp bir fotoğraf makinesi gibidir. Sınıfta ne duyarsa kaydeder. Beklemeler, öksürmeler espriler dersle doğrudan ilgisi olmayan açıklamalar… Halis derslerde arkadaşlarının yardımına ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacını karşılamak için de onları sıkmamaya özen gösterir. Başkasının kitap okuması başlı başına sıkıcı görünen bir faaliyettir. Halis bu faaliyeti, sempatikliğiyle ve sıcaklığıyla kendisine kitap okuyanları sıkmamaya dikkat eder. Halis ders çalışırken yardıma ihtiyaç duyduğu durumlarda yardım isteyeceği kişiye fazla ısrarcı davranmaz. Onun psikolojisini anlamaya çalışarak, sadece günü kurtarmayı düşünmez. O kişiyle uzun sureli arkadaşlık ilişkisi kurar.

Üniversite hazırlığın son günlerinde, Norveç’te her yıl “Dünya Özürlüler Kampı”nın bir kamp düzenlendiği ve her ülkeden temsilcilerin katıldığı bilgisi gelir. Halis Türkiye’yi temsil etmesi uygun görülen kişi olur. Halis farklı ülkelerden diğer katılımcılarla birlikte, Oslo kampına gider. Kampta Japon bir engelliyle oda arkadaşı olur. Halis’in kör bir şekilde, namaz kılması, ibadet yapması, arkadaşının dikkatini çeker arkadaşının, “Sen ne yapıyorsun, bir çeşit oyun mu oynuyorsun?” gibi sorularına mantıklı bir şekilde cevap verir. Oyun oynamadığını, dininin gereklerini yaptığını bildirir. Halis, Japon arkadaşıyla karşılıklı anlayış içerisinde güzel bir on beş gün geçirir. Halis kampta yüzme, bisiklet, ata binme, atıcılık gibi spor faaliyetlerinde bulunur. Halis, Norveç kampında on beş farklı kültürden gelen, yüz bin kadar insanın içerisinde mutlu olmayı başarır. Kampın bitmesiyle arkadaşlarıyla vedalaşır. İlk ve tek yurt dışı seyahati böylece sona erer.

Halis üniversitede derslerden arta kalan vakitlerde işportacılık yaparak ekonomisine katkı sağlar. Halis, sabun satmakla işe başlar. Bu işi sadece para kazanmak için değil, hayatı tanımak ve yeni tecrübeler yaşamak için de yapar. Satış yaptığı yerde İngilizce biliyor olması, turistlerin bir şeyler satın almak istemesi durumunda İngilizce konuşur ve dilin ne kadar önemli olduğunu anlar.

Halis bir yandan da maneviyatını tatmin edici işler yapmak ister. Bunun için bir vesileyle kitap ve dini kasetler pazarlamaya başlar. İşin para boyutunu unutur hale gelir. Yayınevlerinden kitap temin edip satmak için başvuruda bulunduğu zaman, onlara göre görmeyen bir adamın, bir yayınevini bulması bile beklenmeyen bir durumken, nasıl olur da böyle bir yayınevinin ürünlerini pazarlayabilir, düşüncesi etkili olur. Onlara göre kör bir insan kitapların adını nasıl okur, kendisine verilen parayı nasıl tanır, para üstünü nasıl verebilir? Halis’in ısrarı üzerine yayınevi teklifi kabul eder ve Halis ilk ürünleri çantasına koyar. İlk ürünleri bitirir ve tekrar almak için yayınevine gittiğinde, tebrikler içerisinde ürünlerini alır ve çok geçmeden ‘pazarlama servisinin en hızlı elemanı olarak’ telaffuz edilmeye başlanır. Halis aldığı ürünleri omzuna alarak, Sultan Ahmet mezarlığında iş hanlarının olduğu bölgelerde dükkanları tek tek gezerek pazarlamaya çalışır. Bu işi yaparken adresler konusunda sıkıntı yaşayacağını bilir; gideceği yerin adresini bir kişiye yazdırır ve o şekilde satışlara çıkar. Gideceği adreslerde de, sıkıntı yaşamamak için en büyük dostu olan sihirli değneğini yanına alır. O sihirli değnekle biraz olsun hayata tutunmaya çalışır.

Halis satış yapabilmek için dükkanları tek tek gezer, kapıları bulmak için bastonuyla duvarların alt tarafını takip ederek yürür. Ne zaman ki bastonu duvardaki bir boşluğa denk gelirse, Halis orada bir kapı olacağını hisseder. Emin olmak için bastonunun bulduğu boşluktan insan sesi gelip gelmediğine dikkat eder. Halis’in dikkat ettiği diğer bir husus, içersine girdiği dükkanın genel havasından, farklı bir koku veya sıcak havanın gelip gelmediğidir. Eğer yaz ise sıcak hava yerine klimalardan çıkan serin hava, işini görür. Bir dükkan kapısında olduğunu anlar. Böyle bir mağaza bulana kadar duvar takibine devam eder. Dükkan bulduğu yere girer. Dükkan sahiplerinin tepkisi farklı olur. Kimileri görmeyen birinin geldiğini görür görmez dilenci zannedip, Halis’i uzaklaştırma taktiği uygularlar. Böyle önyargılı insanlar içerisinde Halis pes etmeyerek, satışlarına devam eder fakat bu durum Halis’i çok üzer. Gittiği dükkanlarda patronlar çekmecesine davranır. Çırakla Halis’e para gönderir. Halis, kılık kıyafet olarak dilenciye benzemese de, kör oluşu böyle bir duruma yol açar. Böylesi bir durum, Halis’i derinden etkiler. Onu çok üzer ve cevap verme isteği duyarak dükkan sahiplerine, “Ben üniversite öğrencisiyim, pazarlamacılık yapıyorum, ” dese de, karşı tarafın anlayışsızlığına maruz kalır. Böyle bir durum, Halis için iftiraya maruz kalmak gibi bir şeydir. Bir insanın durduk yere dilenci muamelesi görmesi, kimin hoşuna gider ki… Halis bunu kendisi için bir sabır imtihanı olarak görür ve isyan etmez. Halis, kimi zaman da dükkanlara girip bir şeyler satmak isteyince, dükkan sahibi, Halis’i dinlemeden para pul göndermekle uğraşmaya gerek duymadan kestirmeden, “Patron yok kardeşim, kusura bakmayın!” der… Fakat Halis bunu diyenlerin doğruyu söyleyip söylemediklerinden, hatta söyleyenin patron olmadığından emin olmaz. Halis’in en büyük arzusu önyargıya maruz kalmadan, mağazaya girip ürünleri takdim etmektir. Bunu yaparken de kelimeleri ağzında gevelememeye, cümleleri anlaşır biçimde kurmaya özen gösterir. Halis, pazarlama yaparken farklı şeyler talep edenler de olur. O bu durum karşısında, talep sahibinden talep ettiği ürünü ve kendi adresini yazmasını rica eder. Yayınevine gittiğinde oradakilere göstererek, temin eder. İkinci olarak daha pratik olanı, talepte bulunan mağazanın kartını alır ve arkasına istediği ürünü yazmasını ister. Talep edilen ürünleri yayın evinden temin ettikten sonra, talep yazılı kartları yolda birilerine göstererek, talep eden adresi de hiçbir sorun çıkmadan bulur.

Halis, Ankara’da Altınokta Körler Derneği’nin dikkatini çeker. Çünkü bu kurum çağdaş dernek tarifine yakın bir imaj çizer. Dernek bünyesinde bilhassa eğitimli görmeyenler ilgi ve saygı görür. Görmeyenlerin eğitimini ön plana çıkaran ve makul yöntemlerle destekleyen bir politika takip eder. Bir gün derneğin o zamanki genel sekreteri Ahmet Cantürk, Halis’e “Artık bu davayı omuzlamanın vakti gelmiştir. Seni derneğimizin yönetim kurulunda görmek istiyoruz. Bir sürü sorunları bulunan görme engelli kitleye hizmet edebilecek kapasitedesin, ” der. Böyle bir teklif karşısında şaşkınlık içinde kalır ve kısa bir süre sonra on bir kişilik yönetim kurulu üyelerinden biri olur. Önce sayman yardımcılığı, sonra istihdam sekreterliği görevinde bulunur. İstihdam sekreterliği ilgisini çeker ve giderek bir derneğin nasıl yönetilebileceğini öğrenir. Halis görme engellilere yeni iş sahası bulmak, onları kabiliyetlerine göre yerleştirmekten büyük bir haz duyar.

Halis dernekte büyük firmalara bizzat ziyarette bulunarak, görme engellilerin en azından fabrikalar bünyesinde staj yapmaları teklifinde bulunur. Halis bu dernek altında toplumun yerleşmiş önyargılarını değiştirmek ister. Dernekle birlikte görmeyenlerin okuma ihtiyacını karşılamak için bir kaset kütüphane çalışması başlatır. Daha önce gönüllü insanların okumasıyla çözülmeye çalışılan okuma ihtiyacı, ilk defa olarak bu çalışmayla profesyonelleşir. Keza topluma görme engelliyi tanıtmak amacıyla “Vurgu” adında bir gazete çıkarılmaya başlanır.

1985-1995 yılları Türkiye’de kör dernekleri arasında kelimenin tam anlamıyla bir kutuplaşma söz konusu olur. Kutuplar kesin hatlarıyla, çizilmiş fikirleriyle birbirlerini kıyasıya eleştirirken, uzlaşmacı bir fikir baş gösterir. Bu fikrin savunucuları, Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyan görme engelli öğrenciler olur. Bu amaca yönelik olarak Boğaziçi Üniversitesi görme engellileri, bu kutuplaşmayı yumuşatarak ve faydalı hale dönüştürmek için kutup dernekler ve görmeyenlere hizmet eden çeşitli kuruluşlardan temsilciler çağırarak bir açık oturum tertipler. Bu açık oturumun faydası, katılımcı kuruluşların nabzını tutmak olur. Halis’in de içerisinde bulunduğu bu grup, uzun bir çalışmadan sonra yeni bir federasyon tüzüğü hazırlar. Fakat Boğaziçi hareketi uzun sürmez. Uzun sürmediğinden ve yeterince anlaşılmadığı için elle tutulur faydası olmaz.

Halis, çocukluğundan üniversite yıllarına kadar Kur’an öğrenmeye ve okumaya büyük bir ilgi duyar. Bu yolda büyük bir emek sarf eder. Halis, Allah inancı ve inancı gereği şöyle düşünür: “İnsan ve kainatın kullanım kılavuzu Kur’an herkes için çok önemlidir. Çünkü onu okuyarak insanın ve kainatın nasıl kullanılması gerektiğini öğreniriz. Madem bu kadar önemli, o halde herkes istinasız onu okumalıdır. Gören okumalı, ama görmeyene gerek yok, denilemez.” Halis, Allah’ın emirleri karşısında, çok özel durumlar hariç, engellilere yönelik bir ayrıcalık olmadığını bilir.

Halis, 1988 Ekim ayında on kadar görme engelli arkadaşlarıyla bir araya gelerek, Laleli İlim Vakfı’nda buluşur ve hepsi ortak bir karar alır. Yurt dışından kabartma Kur’an getirilecek ve Kur’an okuması öğrenilecektir. Arap alfabesi de yine dünyada kullanılan standart altı nokta üzerine uyarlanmış bir alfabedir. Bunu temin etmeleri pek de kolay olmaz. Çünkü o zamanlarda Türkiye’de basılmaz. Bunun için İlim Yayma Vakfı’ndan Kur’an getirttirmeleri için ricada bulunur ve bunu temin ederler. Halis ve arkadaşları Kur’an bilen arkadaşlardan yardım almaya başlar ve kısa süre sonra büyük bir azimle herkes Kur’an okumaya başlar. Halis ve arkadaşları Kur’an’ı okuma ve öğretme adı altında büyük bir özveriyle çalışma başlatır. Halis bu işe kasetlerden başlar ve sabaha kadar uyku nedir bilmeden, “Kur’an Öğreniyorum” kasetinin kayıtlarını yapar. Bu kaset yalnızca ses ve söz kaydından oluşur. Bunun için kasetin dinleyici istifadesine sunulabilmesi için müzikleme yapmak gerekir. Halis bu görevi kendisi alır ve işe koyulur. Dinlediği her müziği “Kabartma Kur’an Öğreniyorum” kasetinin neresine yerleştirmek uygun olur, düşüncesiyle dinler. Halis ve arkadaşları kabartma Kur’an öğrenmek isteyip de kurs alma imkanı olmayanlara cevap verebilecek “Kabartma Kur’an Öğreniyorum” kaseti çıkarır. Halis bir yandan da üniversite öğrenciliğine devam eder, hafta sonları bu çalışmalar içerinde aktif olarak bulunmaya çalışır. Halis ve arkadaşları kaset çalışmasını yeterli bulmayıp çalışmalarını daha ileri götürmek isterler ve görmeyenlere yönelik resmi “Kabartma Kur’an Kursu” düzenleme girişiminde bulunurlar. 1989 Haziran ayında körlere yönelik Antalya’da ilk resmi “Kabartma Kur’an Kursu” açılır. Görmeyen tüm insanlar bu hizmetten en iyi şekilde istifade eder ve Halis bunun mutluluğunu yaşar.

Halis 1992 yılında kurulmuş olan Beyazay Derneğine katılır. Beyazay, Halis’i Halis yapan, kendini bulmasına vesile olan, çok emek ve zaman harcadığı bir dernektir. Beyazay da Lalelideki Kabartma Kur’an Kursu öğrencilerinin oluşturduğu bir dernektir. Ağırlıklı olarak içinde görme engelli insanların yer aldığı bir oluşumdur. Beyazay yaklaşımına göre, “Engelliler Allah’ın kuludur. Bedenlerindeki bazı engelleri dolayısıyla yararlanamadıkları bazı dünya nimetleri, yararlanabildikleri kat kat fazla nimeti unutturtmamalıdır. Onlar da imtihan halindedir. İnsanlar engellilerin Allah’ın imtihanına tabi olduklarını unutmaktadırlar. Onlara göre görme engelliler zaten cennete giderler. Ne var ki Allah’ın günah dediği şeylerin hepsi yalnız gözle işlenen günahlar olmadığı gibi, dünyadaki güzellikler, nimetler de yalnızca gözle tadına varılacak şeyler değildir. İstifade edilen her nimetin bir bedeli, bir fiyatı vardır.” Bu ve benzeri düşüncelerle başlar Beyazay ekolü. Beyazay faaliyetlerine, görmeyenlere bilgisayar eğitimi, çalışmalarıyla başlar. Bu yüzden Beyazay kısa sürede görme engellilerin akın akın geldiği bir hüviyet kazınır.

“Peki, bir görme engelli bilgisayarı nasıl kullanır? Ne yazdığını, gelen uyarıları ekranı görmeksizin anlamak mümkün değildir, ” diyeceksiniz ama bu Halis ve arkadaşlarıyla mümkün hale getirtilmeye çalışılır. Bunun için körlere, ekranda yazan yazıları sesli olarak okuyan özel ekran okuyucular temin edilir. Bu programlar ekrana yazı olarak ne gelirse okur. Bu sayede körler, resim hariç, ekranda yer alan her şeyi gözleriyle olmasa da görmüş olur. Beyazay’ın diğer büyük çalışması ise Kur’an’ı Kerim’i kabartmaya çevirmek olur. Çünkü kabartma Kur’an bulmak Türkiye’de pek de kolay olmaz. Kabartma Kur’an İslam ülkelerinde var ama o dönmede getirtmek kolay değildir. Türkye’nin bu işi yapması gerekiyordu. Bu da Beyazay’a nasip olur. Amerika’dan getirilen bir kabartma yazıcı ile basım yavaş yavaş başlar. Tabii ki tamamlanması uzun zaman alır. Bunun için bu güzel hizmete, Diyanet de el atar.

Beyazay’ın üçüncü girişimi de körlere yönelik üniversite hazırlık kursu olur. Birtakım sıkıntılar olsa da körler üniversite hazırlık kurslarına kabul edilir. Fakat sayısal derslerden istifade etmeleri pek mümkün olmaz. Bu kursla birlikte birçok engelli üniversiteyi kazanır.

Halis durmak bilmeyerek, arkadaşlarıyla bir dergi çıkarır. Bu dergi bildiğimiz kabartma yazılı dergi olmaz. Bu dergi sesli bir dergi olup, teyp kasetinden oluşur. Yazılar görmeyen insanların faydalanabilmesi için kasete okunur ve abonelerin sayısı kadar çoğaltılır. Halis bu uğurda gece yarılarına, hatta sabahlara kadar süren uykusuz gecelerde, bitmek bilmez bir enerji ve zevkle çalışır.

Halis, Üniversite sınavında ikinci tercihi olan Sosyoloji bölümünü kazanır. Burada iki yıl okuduktan sonra birinci tercihi olan Psikoloji bölümüne transfer başvurusunda bulunur. Notları yeterli görülüp, kabul edilir. Kimi öğrenciler çoğu zaman gerek ailelerinin, gerek çevrelerinin, gerekse kendi yanlış algılamaları sonucu olarak yanlış bölüm tercih ederler. Kazandıkları bölümün gerçek yüzünü, okudukça anlarlar. Memnun olurlarsa problem olmaz. Halis gerçekte Psikolojiye daha yakın olduğunu hisseder. Bu bölümde daha aktif olacağını düşünerek Psikolojiye geçme kararı alır.

Halis Psikoloji bölümünü büyük bir başarı ile tamamladıktan sonra iş bulma yoluna koyulur. Bu tabi ki kör bir insan için pek de kolay olmaz. O da bunun farkındadır. Halis, iş için çevresi ve önemli konumu olan tanıdıklarına, iş aradığını ve destek beklediğini söyler. Tabiî ki bir görmeyene iş bulmak, dünyanın en zor işlerinden biri olsa gerek. Halis o zamanki adıyla İş ve İşçi Bulma Kurumu’na başvurur. Oradan özürlü açığı bulunun işyerlerinin isimleri ile o iş yerlerine onun durumunu anlatan bir yazı gelir ve işe başvurması istenir. Yaz boyunca boş kalmamak ve kimseye yük olmamak için İstanbul kazan, Halis kepçe dolaşır. Temmuz ayında şıpır şıpır terlerin aktığını hissederek İstanbul’un birbirine oldukça uzak yerlerine gidip, iş görüşmelerinde bulunur. Halis iş ararken gözlerinin görmemesi, onun birçok işten olumsuz cevap almasına neden olur. Mesela bir iş yerine gider. Boğaziçi öğrencisi olduğunu, İngilizce bildiğini, isterlerse santrallerine bakabileceğini söyler. Bunun üzerine işyerine davet edilir.

Görüşmeye gittiği zaman kapıcı kendisinin görmediğini müdürüne iletince, davet iptal edilir. Telefonunu alıp, daha sonra arayacaklarını söyleyerek geçiştirirler. Bu noktada, Halis için iş bulma konusunda kapıcının büyük rolü olur. Halis’in kapılarda bekleyen kapıcıları, müdürle görüşebilmek için bir şekilde atlatması gerekir.

Halisi derinden etkileyen diğer bir husus ise, İş ve İşçi Bulma Kurumu’ndan yazı alıp, Hilton Oteline gitmesidir. O yıllarda işyerinde çalışan personelin, en az yüzde ikisi özürlü yahut eski hükümlü olmak zorundadır. Halis bilgileri alıp Hilton’a gider. Bir şekilde yetkili kişinin yanına çıkar ama buna bin pişman olur. Büyük bir üzüntü yaşar. Halis kapıdan içeri adım atar atmaz yetkili kişi, “Sizin iki gözünüz görmüyor mu?”der. Halis sakin bir edayla “evet” der. Yetkili kişi, “Biz iki gözü görmeyen biriyle çalışmak istemiyoruz, ” der. Bu ne kadar zor bir durumdur kör bir insan için. Yetkili kişi bir taraftan sözlerini söylerken, diğer taraftan hızla kapıyı kör bir insanın yüzüne çarpar. Halis söylenen sözlerin bir kısmını yüzüne kapanan kapının ardından işitir. Halis kendini, kızını istemeye cüret edip, padişahın hakaretine maruz kalan bir adam gibi hisseder. Bir engellinin gururuyla bu kadar oynamak karşılıksız kalır mı? Halis birkaç gazeteye gidip durumu anlatır. Bu şekilde kendini teselli etmeye çalışır. Fakat gazeteci, onun verdiği tek taraflı bir haberi diğer tarafı dinlemeden yayınlamanın basın ilkesine aykırı olduğunu söyler. Yine de konuyla ilgileneceklerini, söyleyerek Halis’i uğurlar.

Halis kısa bir süre sonra sevinçli bir haber alır. Üniversitede çalışan değerli bir insanın yardımıyla Boğaziçi Üniversitesinde iş bulur, Görev yeri, kayıt işleri şube müdürlüğüdür. Halis’in görevi, telefonla sorulan sorulara cevap vermek, yabancı öğrencilerle iletişimde bulunmaktır. Halis için bu iş çok iyi olur. Çünkü hem çalışıp, hem de üniversitesi ile ilişki içerisinde bulunma fırsatı elde eder. Halis burada severek, içtenlikle, öğrencilere var gücüyle yardımcı olmaya çalışır ve bundan büyük bir mutluluk duyar. Öğrencilerin işlerine yardımcı olmak, onların mutluluğunu hissetmek, Halis’e büyük bir haz verir.

Halis 1992 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen alımı yaptığını duyar ve hemen başvuruda bulunur. Üstelik alınacak kişiler arasında İngilizce öğretmenleri de vardır ve öğretmenlik formasyonu aranmaz. Bu durum, tam Halise göredir. Ankara’da özürlülerin öğretmenlik başvurusunu değerlendiren komisyona başvurarak, öğretmenlik yapıp yapamayacağını öğrenir. Ve şans Halis’ten yana döner. O günkü bakan Köksal Toptan, görme engellilerin öğretmen olarak atanabilmesi yolunda kararname çıkarır. Bunda sayın Bakan’ın da engelli bir çocuğunu olması etkili olur. Alınan karar sonucunda Halis’e öğretmenlik yolu açılır.

Halis müstakbel öğrencilerine umut ve enerji verebilmek için kayıt işlerinden ayrılır ve öğretmenlik yapacağı okulun yolunu tutar. Halis evraklarını tamamlayarak görev yapacağı yer olan İstanbul’un Avrupa yakasında yer alan Kilyos’a gider.

Gittiği okul Halis’in yıllar önce mezun olduğu okuldur. Bu durum, onu çok duygulandırır. Bahçeye girdiğinde, bahçede top oynayan çocuklara seslenir. Çocuklar koluna girerek onu müdürün odasına götürür. Müdür, Halis’in ilkokuldan grup öğretmenidir. Birlikte uzun uzun eski günleri yad ederler. Müdür Bey eski öğrencisini karşısında görmekten büyük bir mutluluk duyar, bir yandan da endişeye kapılır. Çünkü okulda İngilizce öğretmenine ihtiyaç yoktur. Fakat Halis’in psikoloji mezunu olması bu olumsuzluğu giderir. Kaymakamlık onayıyla, Halis okulda “rehber öğretmen” olarak göreve başlama sevincini yaşar.

Müdür Bey Halis ile sınıfa girer ve onu öğrencileriyle tek tek tanıştırır. Halis büyük bir heyecan içinde mutluluktan ne yapacağını şaşırır. Halis görevine büyük ideallerle başlar. Eğitime önemli yenilikler getirip, öğrencilerle bütünleşmek ister. Ve bunu samimiyetle yapar. Halis idealleri doğrultusunda ilk olarak beşinci sınıflara her gün birer saat gönüllü İngilizce dersleri verir. Kısa sürede öğrenciler Halis’e çok yakın davranır ve ona gönülden bağlanırlar. Halis’e bir ağabey edasıyla yaklaşıp, her şeylerini paylaşma fırsatı bulurlar. Halis öğrencilerini çok yakından takip edip, onların her türlü sorunlarına, sıkıntılarına ortak olur. Halis kenarda köşede içine kapanık öğrencilere de ulaşarak, onların sorunlarına çözüm üretmeye ve topluma kazandırmaya çalışır. Okul içerisinde öğretmenler, sorun yaşadığı öğrencileri Halis’e gönderirler. O da özel ilgi göstererek problemi temelden çözmeye çalışır. Halis okulda boş geçen derslere de zevkle girmek ister, Bu sayede hem dersler boş geçmez, hem de öğrencileri daha yakından tanıma fırsatı bulmuş olur. Halis her boşluğu dolduran joker öğretmen gibi olur. Fakat kimi zaman bu uygulamalar, Halis’i zor duruma sokar. Çünkü rehber öğretmenlik vazifesini yapmaya, neredeyse zamanı kalmaz.

Halis, okul korosu çalışmalarına da destek vererek büyük bir katkıda bulunur. Müzik öğretmeni ile birlikte hedefsiz gençliğin, hedefsiz popüler müziği yerine, Türk Sanat Müziği üzerine büyük bir çalışma başlatır. Kısa zaman sonra, isteksiz gibi gözüken öğrenciler Türk sanat müziğinin en ağır parçalarını bile zevkle söyler hale gelir. Daha sonra okulda ortaokul açılır ve Halis rehber öğretmenlikten ayrılıp İngilizce ve Türkçe derslerine girmeye başlar.

Halis bunun kendine has güzelliklerini görür. Her gün öğrencilerin zihnine yeni bilgiler ve tecrübeler eklemek, ona tadına doyulmaz bir zevk verir. Dünya zıtlıklar dünyasıdır: Dinde sevap-günah, ahlakta iy-kötü, kimyada asit-baz birbirini tamamlayan şeylerdir. Bir açıdan bakarsak zıt kutupların birbirini çektiğini görürüz. Kadın ve erkek meselesini bu açıdan değerlendirmek yerinde olur. Kadın ve erkek birbirinin zıttı olmasına rağmen, birbirini çeken iki kutuptur. İnsan evlilik içine girdiğinde, her türlü ihtiyacını karşılayabileceği ve içinde kendini huzur ve güvende hissedebileceği bir yuvası olsun ister. Bütün bu ve benzeri sebepler görmeyenler için de pek tabi geçerlidir. Körler de benzeri sebeplerle evlenir ve benzeri şeyleri hissederler. Fakat onların evlenmeleri herkesinki kadar zor olmaz. Onların evlenmeleri çok daha zor olur.

Örneğin bir araba galerisine gittiniz. Kendinize mümkün olduğu kadar fazla üstün özellikleri olan bir araba almaya çalışırsınız. Teker teker arabaları incelemeye başlarsınız. Dış aksamında hemen göze çarpan bir problemi olan arabayı bir kalemde geçersiniz, üzerinde düşünmeye gerek bile duymazsınız. Zahir bir noksanı bulunan bir arabayı almak isteyebilirsiniz ama onda başka üstün özellikler ararsınız. Ya fiyatının ucuz olmasını ya da motorunun güçlü olmasını istersiniz. Hele bir de toplumun değerlendirmeleri sizi etkiliyorsa, insanların rahatsız olacağı özelliklerden özenle kaçınırsınız.

Bu yaklaşım tarzı, evlenilecek insanı seçerken de aynen geçerli olur. Görme engelli biri evlenmeye kalktığı an, işe gören akranlarından birkaç adım geriden başlar. Çünkü onun gözle hemen fark edilebilecek fiziksel bir sorunu vardır. Hiç kimse ilk anda böyle bir güç noksanlığına maruz kalmak istemez. Görmeyenlerin toplum nazarında birçok özelliği hakkıyla bilinmez. Bu yüzden evlenmek, işe girmekten pek de farklı değildir. Görücüye çıkan bir görmeyen, alıcının bilgisizce ve önyargılı yaklaşımına maruz kalır. Taraflardan birine, sırf görmediği için olası evliliği yakıştıramayanlar çok fazladır.

Halis, 19 Haziran 1995 tarihinde üniversitede aklı, yüreği güzel bir bayanla tanışır. Bu bayana karşı içinde bir sevgi yumağı oluşur ve ona gönülden bağlanır. Onu kendisine eş olarak seçer. Diyeceksiniz ki, “Kör bir insan eşinin boyunu posunu, yüzündeki tebessümü, bakışındaki sevgiyi görmeden nasıl bağlanır, nasıl sever?”

Halis şüphesiz eşini hiç görmez. Ama çok beğenir. Bunun adına siz ister sevgi deyin, ister aşk. Ama güzellikleri ancak gözle görülür zannetmek, yalnız görenlere has eksik bir değerlendirmedir. Halis gönül gözüyle eşinin güzelliğini, ondaki samimiyeti hisseder. Ondan kendisine güzel bir eş olacağını bilir. Halis der ki, “Bir insanın gülümsediği yalnız yanaklarının şeklinden değil, sesinden de anlaşılır. Surat asıklığı yalnız sese değil, ağızdan dökülen kelimelere de yansır. Bir kimsenin size duyduğu sevgiyi anlamak için, ille de onun bakışlarını izlemeniz gerekmez. Kalpteki sevgi, dilden dökülen kelimelere ulaşır ve bulaşır. Ses tonu sevgiyi inkar edemez.” Halis bu sözlerle, biz görenlere büyük bir mesaj verir.

Gözle görmeden bahar nasıl yaşanır, öyle mi?

Nasıl yaşanmasın ki bahar dostlarım.

Çiçeklerin kokusu gözle mi görülür?

Kuşların cıvıltısı gözle mi işitilir?

Nisan yağmurunun zevkini gözle mi tadarsınız?

Siz, gözlerinizle mi hissedersiniz ferahlığı

Rüzgara binmiş sevgileri?

Yürek hisseder dostlarım.

Bu dizeler, kör insanlara önyargıyla yaklaşanlar için çok büyük bir mesajdır. Halis’in eşi evlilik öncesinde birçok kişinin önyargılarına maruz kalır. Arkadaşları kör bir insanla evlenmemesi için uyarılarda bulunur ve onu bu kararından vazgeçirmeye çalışırlar. Ona şöyle derler: “Düşünsene bir kez, görmeyen eşinle birlikte güzel bir manzaradasınız. Sen o manzaranın harikalığı karşısında tam bir şeyler söyleyecekken, duraksayıp yutkunacaksın. Çünkü yanındaki o manzaradan habersiz, senin duygularını bile paylaşamayacak.” Fakat Halis’in eşi bu söylentilerin etkisinde kalmayıp, yüreğinin sesini dinler ve Halis ile evlenir. Halis evlendiğinde de aktif bir eş olur ve her şeyi eşinin yapmasını beklemez. Ev işlerinde ona gönülden yardımcı olur. Bakkal market ihtiyaçlarını eşi belirler, Halis de alışverişi yapar. Alınması gereken çok şey varsa ya kayıt cihazına not alır ya da eşi bir kağıda yazıp ona verir. Halis eşliyle karşılıklı dayanışma ve anlayış içerisine girip evlilikten büyük bir haz duyar. Halis’in eşi der ki, “Hayatım boyunca görünüşteki güzellikler hep geri planda kaldı. Hiçbir zaman modayı takip eden bir insan olmadım. Bir konuda karar vereceksem, benim için ölçü olan, o şeyin benim standartlarıma uyup uymamasıdır. Gerektiğinde prensiplerim adına toplumun ön yargılarına, kınamalarına aldırmaksızın kararlı davranmaktan da çekinmiyorum. Rabbimin bana ihsan ettiği bu özelliklerdir ki, hiç layık olmadığım böyle bir insanla hayatımı birleştirme kararı almamı sağladı. Halis bir gün eşiyle ve altı aylık kızıyla birlikte otobüse biner. Halisin eşi otobüste yaşlı bir teyzeyle konuşur ve aralarında şöyle diyalog geçer:

-Abin mi kızım?

-Hayır, teyzeciğim beyim.

-Akraban mı?

-Hayır.

-Memleketlin mi?

-Yok teyze.

(Teyze, durumu bir türlü aklına sığdıramamıştır.)

-Seni zorla mı verdiler?

-Ben kendim istedim teyze.

-Sen mi çalışıyorsun?

-Hayır teyze. O çalışıyor, ben yiyorum.

Herkes bu teyze gibi açık bir şekilde düşündüklerini ifade etmez. Fakat buna benzer birçok duruma rastlarız. Nasıl olur da üniversite mezunu bir bayan, hiçbir eksiği olmamasına rağmen bir körle evlenir? Bu durum merakları bir kat daha arttırır. Halis’in eşi kimi zaman şöyle sorulara da maruz kalır: Eşinin doğuştan mı, yoksa sonradan mı gözlerini kaybettiği. Eğer sonradan kaybetmişse bir derece makul karşılanabilir. Kimileri ise Halis’in doğuştan kör olduğunu öğrenince “Vallahi sen cennetliksin kızım, ” diyerek bir çırpıda, Halis’in eşini Cennete koyarlar. Keşke o kadar olsaydı Cennete girmek. Bütün bu tavırların ardında bir gerçek vardır ki, o da, insanların çoğunluğunun nazarında görme engelli biriyle, gören birinin evliliğinin olağanüstü bir durum olmasıdır. Halis’in eşi bu durumlar karşısında fedakarlık yapan kendisiymiş gibi görünmekten rahatsızlık duyar. Hiç kimsenin kendisinin Halis’e layık olup olamadığını sormamalarından büyük bir üzüntü yaşar. Halis’in eşi bu evlilikten hiçbir pişmanlık duymayarak, eşinden övgüyle bahseder. “Tabi ki kimi zaman sıkıntı olmuyor değil, özellikle Halis’in telefonuna gelen mesajları okumak, son arayan numaraları söyleyip durmak, bazen sıkıcı olur. Keşke bütün evliliklerdeki problemler böyle tatlı, küçük problemler olsa.

Şu an Halis Kuralay, Saliha Nur ve Zeynep isimli kızlara, Abdullah Sadık isimli oğla sahip üç çocuk babasıdır.

Sonuç:

Savunma mekanizmalarını dağarcığınızdan çıkarmak istemiyorsanız, bu kitabı okumayınız.

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..