Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '11

 
Kategori
Edebiyat
 

Hayata dokunmak

Yazarı: Halis Kuralay 

Halis Kuralay, 1968’de Çanakkale’nin merkezinden 70 km daha güneyde küçük şirin bir kasaba olan Bayramiç’te doğmuştur. Doğuştan görme engellidir. Doğumundan iki ay kadar sonra, komşuları Halis’in ablasına “Münevver kızım, sizin dada alenteriğe başka başka bakıyor, gözleri görmüyor olmasın” demiş. İşte o günden sonra, altı yaşını dolduruncaya kadar doktor doktor gezilip gözlerinin görüp görmediği ve görmüyorsa nasıl açılabileceği hususunda trafik başlamış. Fakat olumlu bir netice alınamamış. Faydası olur diye verilen gözlükleri de yazar hareketli bir çocuk olduğu için düşerek veya bir yere çarparak kırıyormuş. 

Halis görmediği halde ata, eşeğe binebiliyor, top oynamak, bisiklete binmek gibi bir sürü faaliyetin içerisinde yer alabiliyordur. Özellikle top oynayışı mahallenin ve yoldan geçenlerin dikkatini çeker. Topu yakalayışı, şutları, hele isabetli olanları büyük takdir toplar ve büyük alkış alır. Bu da Halis’in kendine olan güvenini artırır. Halis namaz konusunda ise annesinden çok babasından etkilenir. Babası sayesinde namaz kılmayı öğrenir. Evdeki aile fertlerinin “şimdi yattı, şimdi ayakta” gibi yardımlarıyla, babası ile birlikte namaz kılmaya çalışır. Halis’in görerek anlaması mümkün olmadığı için babası, yaptığı hareketleri uygulamalı olarak ona bizzat gösterir. Halis yedi yaşındayken babası onu Kur’an Kursu için Karşıyaka Cami’sine götürür. Halis görme engelli olduğu için babası, camideki hocaya Kur’an okuyamaz belki ama en azından namaz surelerini öğrenir der. Bu şekilde Halis namaz surelerini öğrenir. 

Halis’in çevresindeki akranları, yavaş yavaş okula başlayınca, onun da okula karşı ilgisi artar. Halis’in babası kendisine yapılan bütün aksi telkinlere rağmen, Halis’i okula göndermede kararlıdır. Toplumsal baskılar bir taraftan, bilgisizlik, ilgisizlik, geri kalmışlık yüzünden Halis okula kayıt olmakta uzun süre zorlanır. Uzun araştırmalardan, görüşmelerden sonra Halis’in babası, onu İstinye Körler Okulu’na kaydeder. Babası Halis’i okula kaydettikten sonra “Oğlum sana iç çamaşır alıp, geleceğim, ” der. Ancak gidiş o gidiştir. Çünkü Halis’in babası, çocuğunun kendisinden ayrılayamayacağını bildiği için böyle bir yol seçmiştir. Halis uzun bir süre babasını bekler. Hatta zaman zaman okuldaki ziyaretçi masasına kafasını koyup, uzun uzun ağlar. Çünkü Halis, evin en küçük çocuğudur ve ailesine çok bağlıdır. Halis her ne kadar ailesinden ilk defe ayrılmış olsa da kısa bir süre sonra okula uyum sağlamaya başlar. Halis’in okuduğu bu okul, iki katlı ve beş dersliklidir. İki ucunda basketbol potaları ve küçük bir bahçesi bulunmaktadır. Birkaç öğrenci hariç, çoğu yatılı 60 kadar öğrencisi vardır ve bu öğrencilerin yaşları 7’den 18’e kadar farklılık gösterir. 

Halis bu okulda kabartma yazı ile öğrenim görür. Kabartma yazı en çok altı noktadan oluşan sembollere sahip bir yazıdır. Bu yazı yukarıdan aşağı düz çizgi halinde, eşit aralıklı üç nokta ve tam paralel yakınına aynı şekilden bir tane daha koyulmasıyla oluşur. Her noktanın bir sıra numarası vardır bu asla değişmez. Sol üstteki 1, ortadaki 2, alttaki 3 diye; sağ üstteki 4, ortadaki 5, alttaki de 6 olarak isimlendirilir. Mesela, sol üstteki bulunan nokta tek başına kullanılırsa a harfi, sol üstteki ve sağ alttaki yalnız ikisi kullanılırsa ç harfi olur. Görmeyen insanlar sağ ve sol elin işaret parmaklarına dokundurarak bu yazıyı okurlar. 

Halis 1. sınıfı bitirdiği yaz, Halis’in görme engelli olan Muharrem öğretmeni ilk olarak öğrencilerine bir takım yazılar yazan fişler verir. Halis, bu fişlerle okumaya başlar ve daha sonra kitaba geçer. Öğretmenlerinin verdiği kabartma hikâyelerle de okumasını epey geliştirir. 

Okulda sözel derslerin dışında modelaj ve müzik gibi dersler de vardır. O zamanki Körler Okulunda yoğun bir müzik eğitimi vardır. Mesela ilkokulun 2. sınıfında 1 saat normal müzik dersinden başka, 3 ya da 4 saat aletli müzik dersi daha vardır. Halis bu durumu, görmeyen insanları, rahatlıkla yapabilecekleri müzisyenliğe teşvik olarak görüyor. Halis, 2. sınıfta piyanoya başlar ve 5 sınıfın sonunda, okula gelen misafirlere dinletilmeye, gösterilmeye değecek kadar çok iyi piyano öğrenir. 

Okulda görülen derslerden biri de Modelaj dersidir. Modelaj dersi, görmeyenlerin resim dersidir. “Görmeyen öğrenci resim yapmayacağına göre, o da çamurdan şeklini yapar, ” diye düşünüldüğü için böyle bir derse ihtiyaç görülmüştür. Görme engellilere bir şekil incelettirilir ve çamurla o şekli yapmaları istenir. Güzel yapanlarınki sergilenip okula gelen misafirlere gösterilir. Halis okul tatilinde memleketine gider. Halis, kendisinden artık emindir. Kendisine, “Sen körsün!” diyenlere hiç bozuntuya vermeden, “Körsem körüm, size ne!” diyebiliyordur. Halis görmeyen bir çocuk olarak duyduğu ezikliği, Körler Okulunda bir nebze de olsa atabilmiştir. Artık kendini sıra dışı, anormal bir insan diye düşünmez ve kendi gerçeklerini kabul eder. 

Halis 4. sınıfta Kaynaştırma Eğitimi’ne başlar. Yani, yan tarafta görenlerin okuduğu okulla, Halis’in okuduğu okul birleştirilir. Bu okuldaki sınıflarda öğrenci az, kitaplar kabartma, şartlar görmeyenlere özel değildir. Maksat, görenlerle görmeyenleri bir araya getirmek, kaynaştırmaktır. Böylece görme engellileri, eğitim sırasında ayrı tutmayıp, toplumun içine serpiştirmek hedeflenmiştir. 

Halis, farklı bir okula yeni başlayacağı için çok heyecanlanır. Halis ile birlikte Sadi ile Yüksel isimli iki arkadaşını da aynı sınıfa ve aynı sıraya verirler. Böylece bu heyecanını Halis, arkadaşlarıyla birlikte yaşar. 

Bu okuldaki sınıf mevcutları 50’den fazladır. Halis, Sadi ve Yüksel dışında sınıftaki herkes görür. Halis ve arkadaşları bütün derslere aktif bir şekilde katılırlar. Sorulan sorulara cevap verir, soru sorar, duydukları haberleri ise Haber Anlatma saatlerinde anlatırlar. Yalnız Beden Eğitimi ve Resim derslerinde öğretmenleri, onlara biraz ayrıcalıklı davranır ve bu derslerden Halis ve arkadaşlarını sorumlu tutmazlar. 

Bu okuldaki öğretmenler Beden Eğitimi ve Resim dersleri dışında, görmeyenlere aynı görenler gibi davranır ve görenlerden istedikleri şeyleri de aynı şekilde görmeyenlerden de isterdi. 

Halis okulda ders dışı zamanında da olabildiğince yer almaya çalışır. Çocukluğundaki gibi birçok faaliyette ve özellikle kutlamalarda yer alır. Ayrıca yeni okuldaki gören sınıf arkadaşlarıyla da arası iyidir ve rahat iletişim kurabiliyordur. 

Halis ve arkadaşları ders saatleri dışında eski okullarına gider, derslerini orada çalışır, yemeklerini orada yer ve akşamları da orada yatarlar. Kabartma ders kitaplarının önemli bir kısmı yan okula uymadığı için derslerinin ancak bir kısmını kabartma kitaplarıyla çalışırlar. Zaman zaman Selçuk isminde bir üniversite öğrencisi etütlerde ona yardımcı olmaya çalışırsa da, bu çalışma yeterli olmaz. 

O yıllarda, telefon gerek yaygın, gerekse ekonomik olmadığı için mektup haberleşmede yoğun olarak kullanılır. Daktilo yazmayı bilen görmeyen öğretmenler Halis’in mektuplarını yazar. Halis, özel mektuplarını başkalarına yazdırmaktan kurtulmak ve ailesine gönlünden geçtiği gibi kimseye bağımlı olmadan hitap edebilmek için daktilo öğrenmek ister. Bunun için daktilo tuşlarının yerini ezberleyerek daktiloyu öğrenir ve artık yazmaya başlar. 

Halis’in ilkokulu bitirme zamanı geldiğinde gerek çevresi gerekse ailesi Halis’in konservatuara gidip ses ya da saz sanatçısı olmasını ister. Bu düşünceye aletli müzik öğretmeni Kadir Bey de katılınca, baskılara dayanamayıp razı olur. İlkokuldan mezun olduktan sonra konservatuar başvurusuyla ilgili bir şey mi yapmıyorlar, yoksa birilerine sorup da cevap mı alamıyorlar, nedenini Halis tam olarak hatırlamaz ama görünüşte Halis’in istediği şey gerçekleşmez ve böylece konservatuara gidemez. 

Halis ilkokulu bitirip, yaz tatilinden döndükten sonra babası ile İstinye’ye gelip Büyük Çekmece Lisesi’ne kaydını yaptırmak ister. Ancak epey zorluklar çeker. O yıllarda Türkiye’de modern ve klasik lise ayrımı vardır. Büyük Çekmece Lisesi de Modern Matematik ve Fen Eğitimi yapan bir lise olduğu için müdür bey bunu gerekçe göstererek, “Görme engelliler modern lisede eğitim yapamazlar, klasik liseye gitmeliler, aksi halde başarısız olurlar, ” diyerek görme engellileri liseye almayacağını söyler. Fakat iş sonunda Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı Özel Eğitim Genel Müdürlüğüne intikal edince müdür kabul etmek zorunda kalır. 

Büyük Çekmece Lisesi ’sinin bahçesi daha önceki okula kıyasla daha geniş ve ferahtır. Ayrıca kantini de vardır. En önemlisi, okul dışına çıkarken izin almak yoktur. Bu okulda özgürlük vardır ve onlara güvenilmektedir. 

Halis liseye kayıt yaptırdıktan sonra bir kafile daha görmeyen öğrenci gelir ve toplam bu okulda 15 kadar görmeyen öğrenci olur. Okula ilk kaydını yaptıranlardan Halis, Sadi ve Yüksel lise boyunca birbirlerinden ayrılmazlar. Bu üçlü grup sadece okulda değil, aynı pansiyonda da birlikte kalır. Derslerde, teneffüslerde, etütlerde yemekhanede velhasıl her yerde beraber olurlar. 

Halis ve arkadaşları bu okulda daha özgür oldukları için artık okul çıkışı istedikleri gibi gezintiye çıkarlar. Yüksel’in bir miktar görmesi olduğu için bu gezintiler onlara kolaylık sağlar. Ancak her ihtimale karşı üçü de bastonlarını yanına alır. Çünkü baston görmeyenlerin en sadık dostu, kişiliğin ve bağımsızlığın sembolü, öndekilerden bir derece haber veren göz, bir yerlere düşmekten ve çarpmaktan koruyan bir muhafızdır. 

Akşam saat 08’de zil çalınca bütün yatılı öğrenciler etüde girer. Her sınıfın ayrı bir etüt sınıfı vardır. Fakat görmeyenlerin ders çalışma usulleri ve aletleri farklı olduğundan hepsi aynı etütte çalışırlar. Ödev yapmaları gerektiğinde ise daktilolarını kullanırlar. Bu da hayli gürültüye sebep olur. 

Bu okuldaki görme engelliler ders çalışma aleti olarak kabartma, daktilo, teyp, tablet, karton gibi aletler kullanırlar. Derslerini belli kalınlıktaki kartonlara yazarlar. Karton kıtlığından dolayı aynı sınıfta olan görmeyenler -mesela Halis, Sadi ve Yüksel- her ders için yalnız biri not tutup, birlikte çalışırlar. 

Kabartma kitapların çoğu herkesin okuduğu kitapları tutmadığından, görmeyen öğrenciler okulun seçtiği kitapları birilerine okutma ihtiyacı duyarlar. Etüt saati başlayıp da okuyucuya ihtiyaç duyduklarında bütün etüt sınıflarına uğrayıp, “Arkadaşlar, ders çalışmayan arkadaş var mı? Fen çalışacağız da, ” derler. Olumlu bir cevap çıkarsa ne ala… Kimi zaman, altı ayrı etüt sınıfını gezip yaklaşık 200 kişiden okuyucu bulamadıklarında, sadece kendi notlarına çalışırlar. 

Halis, üniversiteyi kazanma telaşına lise 1’den itibaren başlar. Çünkü bir görme engellinin üniversiteye hazırlanması, kitaplarını önüne açıp okumaya başlamaktan ibaret bir faaliyet değildir. Lise 1. ve 2. sınıflarda üniversiteye hazırlık mahiyetinde bir takım çalışmalar yaptıysa da, bunlar bazı kitapları satın almak ve arada bir takım soruları çözmekten ibarettir. Halis, gerçek anlamıyla üniversiteye hazırlanmaya lise ikinin yazında başlar. Sırf ders çalışmak üzere Bayramiç’ten bir teyp alır. Teyp görmeyen biri için çok önemli bir ders aracıdır. Çünkü her zaman kitap okutturacak birilerini bulmak zor olur. 

Karşıyaka Camii’nde tanışıp dost olduğu Fevzi Halis’in, hissederek üniversiteye hazırlanmaya başlangıcı olmuştur. Çünkü Fevzi lise ikinin yaz tatilinde hiç aksatmadan her gün Halis’in yanına gelir ve onun için kasete üniversite hazırlık testi kaydettirir. Toplam onu bulan bu kasetler Halis’i üniversite sınavına hazırlamıştır. Nihayet, sınav günü gelir ve Halis sınava girer. Halis iki sınav aşamasından geçer. İlk sınavı iyi, ikincisi ise birincisi kadar iyi geçmemiştir. Sınavdan sonra Halis toparlanıp gönül huzuruyla memleketine döner. 

Halis iki ay sonra görme özürlülere yönelik 15 günlük Samsun Kızılay Kampı’na katılır. Halis ilk defa yanında hiç kimse olmadan bir işi başarıp şehir dışına çıktığı için çok mutlu olur. 

Sonunda sınav sonuçları açıklanmıştır ve ikinci tercihi olan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü kazanır. Birinci yıl sadece İngilizce görür. Halis iki yıl Sosyoloji bölümünde okuduktan sonra, bu bölümün ona göre olmadığını anlayıp, Psikoloji bölümüne geçer. 

Bu üniversitede insanlar fikirlerini en güçlü bir şekilde savundukları halde, oturdukları masadan yumruklarını sıkmadan, bıçak çekmeden kalkabilirler. Halis üniversitenin bu yanını çok sever. Ayrıca hocalarının fikirlerine bakarak da, ayrım yapmadıklarının farkına varır. 

Halis bu üniversitede kabartma daktilosunu kullanır. Ancak gün geçtikçe dersleri takip edemez olur. Çünkü kabartma daktilosu çok fazla ses çıkardığı için sınıfa götürüp not alamaz. Bunun için tablet kullanır. Tablet, kartona kabartma yazı yazmaya yarayan bir alettir. Ancak o da dört satırlık bir şey olduğu için bütün notları buna geçiremez. Teyp de sınıfta ne olursa (öksürük, espri, dersle ilgisi olmayan açıklamalar) her şayi olduğu gibi kaydettiği için pratik değildir. 

Halis kısa bir süre sonra pratik bir çözüm bulur. Sınıfta en iyi not tutan bir arkadaşından notları alır ve bu notları teybe kaydedecek birilerini bulur. Teypteki kayıtları dinleyerek bir gün gecikmeli olarak dersleri takip eder. İki kaseti vardır. Arkadaşına birinci kaseti verir, arkadaşı okuyup getirir. Halis ikinci kaseti doldururken, o da birinci kasettekilere çalışır. 

Halis, üniversitedeki Özürlüler Komisyonu’nu görmeyenlerin başarılı olması için verilmiş bir şans olduğunu düşünür. Bu komisyonun görevi, belli aralıkta toplanıp, üniversitede okuyan özürlülerin ihtiyacını gidermektir. Bu komisyondaki asistanlar sayesinde Halis derslerinin bir kısmını halleder. Ancak bir görme engelli için bu da yeterli olmaz. Bu yüzden Halis, derslerine çalışmak için kitap okuyabilecek birilerini arar ve bu şekilde açığı kapatmaya çalışır. 

Boğaziçi Üniversitesinde, yalnız görmeyenlere ayrılmış bir bölüm bile vardır. Bu bölülme Braille adı verilmiştir. Braille ismi, kabartma yazıyı bulan Fransız Luis Braille’den gelir. Aslında karanlıkta, askeri haberleşmelerde kullanılmak üzere düşünülmüş bu yazı, bütün dünyada bir anda görme engellilerin yazısı oluverir. Şu an dünya milletlerinin tamamı bu yazıyı kullanmaktadır. 

Bu bölümde 2000 civarında kabartma yazılı (Braille) kitap vardır ve bu kitaplar üstelik İngilizcedir. Braille bölümünde romanlar, hikâyeler, tarih ve felsefe kitapları hatta sözlük bile vardır. Dünyada tanınan bazı dergilerin kabartmaları da mevcuttur. Gönüllü insanların kasetlere okumalarıyla oluşturulmuş bir de kaset-kitap kütüphanesi vardır. Körler, bu kaset-kitapları ödünç alıp, dinledikten sonra iade ederler. 

Halis üniversiteyi okurken, birçok faaliyette bulunur. Örneğin, Türkiye’yi temsilen Norveç’te her yıl düzenlenen “Dünya Özürlüler Kampına” katılır. Bu onun ilk ve tek yurt dışı seyahati olur. 

Halis kör dernekleriyle de tanışır. Bu dernekler, görmeyenlere burs, karton, boş kaset yardımı yapar. Halis o yıllarda Türkiye Görmezleri Eğitim ve Himaye Derneği, Körleri Eğitim ve Kalkındırma Derneği’ne ulaşabilmiştir. Halis üniversiteyi okuduğu yıllarda Himaye Derneği’nin yönetim kurulu üyelerinden biri olur. 1988-1991 yılları arasında görevde kalır. Önce sayman yardımcılığı, sonra İstihdam Sekreterliği görevinde bulunur. Halis’in yönetim kurulunda bulunduğu günlerde Himaye Derneği önemli atılımlar yapar. 

Halis daha sonra 10 görme engelli arkadaşıyla Laleli İlim Yayma Vakfında buluşur. Halis bu vakfa Pakistan’dan Kur’an getirmesi için ricada bulunur. Bu rica sonucu yurt dışından kabartma Kur’an getirilir. Böylece Halis ve arkadaşları bu kabartmalar sayesinde Kur’an okumasını öğrenir. Halis ve arkadaşları görmeyen insanların Kur’an okumasını sağlamak için müftülükle bir görüşme yapar. Bu görüşme sonucu, ilk resmi kabartma Kur’an kursu gerçekleşir. 

Yazarın hayatının en önemli köşe taşlarından biri de Beyazay’dır. Beyazay, özürlüler adına faaliyet gösteren bir dernek olup burası, Laleli’deki eski kabartma Kur’an öğrencilerinin oluşturduğu bir dernektir. Bu derneğin amacı çok geniştir. Ama ilk harekete geçiş enerjisini, engellilerin ihmal edilmiş dini ihtiyaçlarından alır. Bu dernek ilk faaliyetlerine, görmeyenlere bilgisayar eğitimi vermekle başlar. Beyazay’ın ikinci ilki ise Kur’an-ı Kerim’i kabartmaya çevirmek olur. Üçüncü ilk ise görme engellilere yönelik üniversite hazırlık kursu olur. Bu ilklerin dışında, dışarıdan bitirme kursları, santral operatörlüğü, kabartma yazı, çorap örme kurslarıyla eğitime ağırlık verilir. 

Bu arada Halis Sosyoloji bölümünden Psikoloji bölümüne transfer olduğu için, iki bölüm arasındaki fark dersleri sebebiyle okulu bir dönem uzamıştır. Normal şartlarda 91 Temmuz’da mezun olacakken, mezuniyeti 1992 Şubat’a kayar. Tarihler 91 Haziran’ı gösterdiğinde Halis’in finalleri bitmiştir. Kaldığı üniversite yurdu mezun olduktan sonra kalmasına müsaade etmediği ve üniversite bursları da kesileceği için Halis çalışmak ister. Yaz boyunca sırtından şıpır şıpır terlerin aktığını hissederek, İstanbul’un birbirine oldukça uzak yerlerine gidip iş görüşmelerinde bulunur. Ancak sırf görme engelli olduğu için olumlu bir sonuç alamaz. Artık Eylül sonu olmuştur ve ders çalışma vakti gelmiştir. Halis iş aramayı bırakıp derslerinin başına döner. Kısa bir süre sonra hiç beklenmedik bir gelişme olur. Halis üniversitenin özürlü açığını öğrenir. Hemen başvurduğu takdirde kabul edileceğini öğrenir. Gereken evrakı tamamlayıp hemen başvuru yapar. 

Halis 25 Kasım 1991 tarihinde görevinin başındadır ve artık memur olmuştur. Görev yeri Boğaziçi Üniversitesi Kayıt İşleri Şube Müdürlüğüdür. Buradaki görevi, bankoda bulunup telefonla sorulan sorulara cevap vermek, bilhassa yabancı öğrencilerle iletişim kurmak, İngilizce yazışmaları takip etmektir. 

Bu Halis için çok güzel bir iştir. Çünkü Kayıt İşleri yürüyerek yurduna bir dakika mesafededir. Üniversite personeli olduğu için yurtta kalma imkânı da verilmiştir. Halis çok pratik ve akıllı olduğu için kısa bir sürede herkes tarafından sevilir. Bu işinde bir yıl çalıştıktan sonra mezun olur. 

Halis mezuniyetine uygun iş bulma girişimlerinde bulunur. Psikologluk stajı yapmak üzere Çapa ve Cerrah Paşa hastanelerinin Psikiyatri Bölümleriyle görüşür. Ancak psikologların kullandığı testler hep görsel içerikli olduğundan bir görme engellinin kullanmasına uygun değildir. Üstelik psikologlar Halis’in hayallerini süsleyen bire bir görüşmeler, terapiler yapmıyordur. 

1992 Eylül’ünde Milli Eğitim Bakanlığı öğretmen alımını başlatır. Alınacak öğretmenler arasında İngilizce öğretmenleri de bulunmaktadır. Üstelik İngilizce öğretmenliği düşünenlerden öğretmenlik formasyonu aranmamaktadır. İstenen şartlar tam Halis’e göredir. Psikolojiyi bitirmiştir ama pedagojik formasyon derslerini almamıştır. Hemen evrakını hazırlayıp başvuru yapar ve başvurusu kabul edilir. Bakanlık Halis’i mülakata çağırır. O yıllarda özürlülerin öğretmenlik başvurularının kabulüne Ankara’daki bir komisyon karar verir. Uzun yıllar bakanlıkta görmeyenlerin öğretmenlik yapamayacağı görüşü hakimdir. Halis, öğretmen olabilmenin gerek ve yeter şartının görmek olmadığını, ancak öğretmen olmanın şartının bilgi, güzel ahlak ve iyi iletişim olduğunu düşünür. O günkü Milli Eğitim Bakanı Köksal Toptan görme engellilerin yolunu açan bir kararname çıkarınca, Halis çok sevinir. Halis daha sonra, Sarıyer İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne gider ve Kilyos Veysel Vardal İlkokulu’na İngilizce öğretmeni olarak atanır. Halis okula gittiğinde, bahçede top oynayan öğrencileri görür ve onlara müdürün odasını sorar. Çocuklardan biri: 

- Gel ağabey, diyerek koluna girip onu müdürün odasına kadar götürür. Okul müdürü Halis’in ilkokuldaki grup öğretmeni çıkar. Yan odadaki müdür yardımcısı ise yazarın ilkokuldan görme engelli öğretmeni Fikret Bey’dir. Halis öğretmenleriyle oturup uzun uzun eski günleri yad ederler. 

Bu okul aslında yıllar önce Halis’i mezun eden okuldur. İstinye’den taşınmak durumunda kaldığı için buraya gelir. Müdür Bey, bir taraftan eski bir öğrencisini karşısında görmekten memnun olduysa da bir taraftan endişelidir. Çünkü bu okul beş yıllık olduğu için İngilizce öğretmenine ihtiyaç yoktur. Çünkü İngilizce dersleri 6. sınıftan başlıyordu ve henüz 8 yıllık eğitim de başlamamıştır. Müdür beyin dikkatini bir şey çeker. Okulda rehber öğretmen yoktur. Halis de Psikoloji Bölümü mezunu olduğu için onun Rehber öğretmenlik yapma imkânının olduğunu söyler. Kaymakamlık onayıyla Halis o günden itibaren resmen öğretmenliğe başlar. 

Halis, Fikret Bey’le öğretmenler odasına çıkıp, diğer öğretmenlerle tanışır. En geç olanının on yıllık öğretmen olduğunu öğrenir. Halis ilk bir ay yalnızca sınıflara girip gözlem yapar. Bir süre sonra da fiilen rehber öğretmenlik yapmaya başlar. Halis öğretmen, eğitime katkılar yapmak yenilikler getirmek, ister. Bunun ilk somut örneğini 5. sınıflara her gün birer saat gönüllü İngilizce dersleri vererek başlatır. Elinde kabartma yazılı hiçbir kaynak olmadığı için konuları ve sırayı tamamen doğaçlama bir yöntemle belirleyerek öğrencilere not tutturur. Dersi takip etmeyenlere hiçbir şekilde müsamaha göstermez. Çünkü öğrencilerine hayatta ancak sebat edenlerin kazandığını ve başarılı olduğunu şimdiden anlamalarını ister. 

Zamanla dersten ayrılan öğrenciler ile ihmal ettikleri için Halis öğretmenin ayırdıkları öğrencilerin ayıklanmaları sonucunda, gerçekten isteyenler grubu netleşir. Bu grup on dört kişiden oluşmaktadır. Halis öğretmen üç dört ay gibi kısa bir sürede 8. sınıfın sonuna kadar olan müfredatın önemli kısımlarını bitirmeyi başarır. Yaptığı kabartma yazılarla, başarısız olarak değerlendirilemeyecek bir başarı ortaya çıkar. 

Zamanla Halis’ten, okulda hep boş geçen derslere girmesi istenir. Bu sayede Halis, öğrencileri ve her sınıf düzeyini yakından tanıma fırsatı bulur. Artık Halis öğretmen, her boşluğu dolduran joker öğretmen gibi olmuştur. Bir süre bu durum onu rahatsız etmeye başlar. Çünkü Halis rehber öğretmenlik vazifesini, zamanı kalmadığı için tam olarak yerine getiremez. Sürekli meslektaşlarının derslerine ihtiyaç halinde Halis’in giriyor olması, onun Rehber Öğretmenlik mesleğini lüzumsuz bir konumda gösteriyordu. Bu da Halis’i daha planlı ve kararlı olmaya mecbur eder. Daha sonra okulda, ortaokul kısmı açılır ve Rehber öğretmenlikten ayrılıp, İngilizce ve Türkçe derslerine girmeye başlar. Halis ders öğretmenliğini daha çok sever. 

Halis öğretmen olduktan sonra Kilyos’a yerleşmeye karar verir. Ev tutmasına yardımcı olmak üzere memleketten babasını çağırtır. Babasını çağırtmasının sebebi, hem onun tecrübesinden yararlanmak, hem de “Görmeyen insanlara güvenilmez, evi yakar, ” diye ev sahiplerinin ev vermeyişidir. Nisan başında annesi ile babası Kilyos’a gelirler. Babasıyla birlikte uzun çabalardan sonra bir ev kiralarlar. Her şey çok güzel geçiyordur ancak babası bir süre sonra rahatsızlanır ve ameliyat olur. Bir süre sonra da hayata gözlerini yumar. Halis çok sevdiği babasını kaybettiği için çok üzülür. Ancak inançlı bir insan olduğu için kısa bir süre sonra kendisini toparlar. 

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra Halis, aynı üniversitenin Kimya Bölümü’nden görme engelli olmayan bir bayanla hayatını birleştirir. Halisin eşi ilk başlarda gerek ailesi, gerek çevresi tarafından çok tepki alır. Çünkü insanlarda “Nasıl olur da hiçbir özrü olmayan bir insan, iki gözü görmeyen biri ile evlenebilir?” düşüncesi vardır. Ancak Halis’in eşi, görünüşteki güzellikleri hep geri plana attığını söyleyerek, Halis ile evlenmekten çok mutlu olduğunu söyler. Halis ve eşinin dünyadaki tek amacı, Allah’ın onlardan razı olmasıdır. 

Mutlu giden evlilikleri sonucu 1997 Mart’ta Saliha Nur, 1998 Ekim’de Abdullah Sadık, 2002’nin Temmuzu’nda ise Şükriye Zeynep isimli çocukları dünyaya gelir. 

Hayattan Kesitler (Yazarın kendi dilinden):

Zorla mı evlendin? 

Bir gün İstanbul’da eşimle birlikte bir otobüse bindik. Eşimin yanında oturan bir kadın beni kastederek sormaya başlar: 

“Bu adam senin kardeşin mi, yoksa beyin mi?” 

“Beyim teyze. 

“Beyin demek. Peki, akrabadan mı?” 

“Hayır, teyze akrabadan değil.” 

Demek akrabadan biri değil. O zaman aynı memleketten misiniz?” 

“Yok, teyze aynı memleketten de değiliz.” 

“Allah Allah. O zaman mutlaka zorla evlenmişsindir vah yazık. Öyle mi?” 

“Zorla olur mu teyze, kendi isteğimle evlendim.” 

“Hem de kendi isteğinle ha. Peki, sen mi çalışıyorsun, o mu çalışıyor? Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz?” 

“Tabii ki o çalışıyor. O çalışıyor, ben de yiyorum, artık devir değişti teyze.” 

Siz ayna mı tutuyorsunuz? 

Fatoş, üniversitede Psikoloji okumuş ve Amerika Birleşik Devletlerine yerleşmiş başarılı bir görme engellidir. Amerika’da bir gün yemek yerken, yemektekilerden biri sorar: 

“Fatoş Hanım, dikkat ediyorum da yemeği aldıktan sonra kaşığı doğruca ağzınıza doğru götürüyor, hiç şaşırmıyorsunuz. Görmediğiniz halde, bunu nasıl becerebiliyorsunuz?” 

Fatoş Hanım cevabı yapıştırır: 

“Affedersiniz ama siz yemek yerken ayna mı tutuyorsunuz? 

Bunu görmekle ilgisi yok ki… 

Mezhebi başkadır. 

Eminönü’ndeki Yeni Cami’de bir arkadaşımız namaz kılmaya girer. Koskoca cami, kıbleyi tayin etmekte güçlük çeker. 

Küçük camilerde genellikle bir kapı olur ve kapının dik karşısı da kıble olur. Fakat bu caminin birden çok kapısı var. Bir görmeyen, devamlı burada namaz kılarsa ancak kıbleden emin olabilir. Arada sırada gelen görme engellinin kıble tahin etmesi hayli müşküldür. 

Bu arkadaşımız önce kıbleyi bulmak için etrafına seslenerek insan arar. Birkaç kez seslenirse de kimseden cevap alamaz. Kalbine danışır ve kendince bir kıble tayin ederek namaza başlar. 

Arkadan birileri kendini görür. Adamlardan biri yüksek sesle kıblenin yanlış olduğunu söylemektedir. Diğer adam hemen cevap verir: 

“Biz karışmayalım canım, belki de bunların mezhebi başkadır!” 

Bozuk yok. 

Bir görme engelli arsa almak niyetiyle bir emlakçıya girer. 

Birçok defa olduğu gibi, emlakçı da görmeyen arkadaşı dilenci zanneder. Daha meramını anlatmaya fırsat olmadan kapıdan girer girmez, emlakçı: 

“Bozuk yok be ağabeyciğim, ” der. Görme engelli hiç yabancılık çekmez: 

“Olsun efendim biz bozarız, ” cevabını verir. 

Emlakçı daha sonra işin aslını anlar ve özür dilemek durumu da kalır. 

Parmağını koymamışsın. 

Bir baba, görme engelli oğlundan bir bardak su ister. Oğlu suyu getirir. Baba bir bardağa bir görme engelli oğluna bakar ve der ki: 

“Oğlum, bugün suyu doldururken parmağını suya sokmuşsun.” 

Oğul birden utanır. Düşünür ki, ben bardağa su koyarken her defasında suyun üzerine parmağımın izi mi kalıyordu acaba? 

Bu arada görme engelliler bardağa su doldururken suyun dolup dolmadığını anlamak için parmağını bardağın kanarına koyarlar. Su parmağına dokununca bardağın dolduğunu böylece anlarlar. Oğul babaya sorar: 

“Peki, baba nereden anladın? Baba cevap verir: 

“Çünkü bardak tam dolmamış da oradan anladım.” 

Sen adam değil misin? 

Biz görmeyenler yolda yürürken, insanlar sanki yalnız o gün dışarı çıkmışız veya yola nadiren çıkarmışız gibi sorular sorarlar. Böylesi durumlar, bizde var olan bir kabiliyeti yok saymak anlamına geldiği için hoşumuza gitmez. 

Yine bir gün Ümraniye’de karşıdan karşıya geçerken sağ olsun bir genç bana yardımcı oldu. Bir taraftan yardımcı olurken, bir taraftan da akıl vermeye çalışıyordu. 

Genç: 

— Senin yanında adam yok mu? 

— Adama, bana yardımcı olması için gerek var değil mi? 

Genç: 

— Evet, abi iyi olurdu. 

— Sen yardımcı oluyorsun ya, sen adam değil misin? 

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..