Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mart '09

 
Kategori
Deneme
 

Hayata ve ölüme dair...

Hayata ve ölüme dair...
 

www.derindüşünce


Hayat!
Ne kadar güzel bir kelime! Işıl ışıl... İnsanın içini sevgiyle sarmalayıp ısıtan. Mazimiz, bugünümüz ve yarınımız...
Ve kıymetini nedense, ancak kaybedeceğimiz zaman hatırladığımız, sadece bir kez elimize geçen ilk ve son fırsatımız... İkinci bir şansımız daha yok! Bunu çok iyi biliyoruz... Biliyoruz ama, yine de biricik ömrümüzü hiç tükenmeyecekmiş gibi harcamaktan kendimizi alamıyoruz. Akıp giden çalkantılı, köpüklü, girdaplı bir nehire bakar gibi kıyısından, kenarından seyrediyoruz onu. Üstelik, umutlarla dolu günlerimizin bir gün biteceğini, hayatın meşgaleleri yüzünden etrafındaki güzellikleri bir türlü doya doya seyredemediğimiz o muhteşem yolculuğun sonu göründüğünde, bizi bekleyen şeyin ne olduğunu da biliyoruz. Yine de kendimizi sonsuza dek yaşayacağımıza inandırıyoruz. Kimbilir? Belki de doğrusu budur.

Ölüm!
Nasıl da karanlık... ve alabildiğine soğuk. Acı yüklü. Hatırlamak bile istemediğimiz o sonsuz yolculuğun başlangıcı...
Yaşadığımız her an yanıbaşımızdan eksik olmadığını bildiğimiz halde, varlığını bir türlü kabullenmeyip hep ertelediğimiz o koyu karanlık... O; hiçlik, yokluk, kaybolup gitme korkusuyla karışık bilinmezlik yüklü garip, ürkütücü duygu... Yolculuğumuzun son durağı... Aktarma yapacağımız tek istasyon. Dönüş biletimiz yok! Biliyoruz... Ama yine de, o istasyona daha çok vakit var diye aldatıyoruz kendimizi. Belki de doğrusu budur. Ne de olsa, o geldiğinde biz gitmiş olacağız...

Aşk!
En sihirli kelime... Çarpıcı! Acı ve hüzün kokan tutkulu hayalimiz...
Sevgili güzaltı'nın bir masal tadında anlattığı, dünyanın tadına doyum olmaz o tarifsiz güzelliği... Geç bulup, bulduğumuz anda kaybettiğimiz, kovaladıkça bizden uzaklaşan hayalet... Uğruna göz kırpmadan ölümlere bile gidilen sevda kuşu! Bir kez yaşanmış olması bile bir ömre bedel olan o eşsiz , o paha biçilmez esrarengiz duygu...

Aşkı en güzel şairler anlatır. Yalnız aşkı mı? Hayatı da. Acıyı da. Ölümü de...

Leo Buscalia'ya, adının açıklanmasını istemeyen bir kız öğrencisinin verdiği şiir, bakın; hayata, insana, hayallere, aşka ve ölüme dair neler anlatıyor:

Anımsıyor musun, arabanı ödünç alıp çarptığım günü?
Öldüreceğini sanmıştım beni, öldürmedin oysa.

Anımsıyor musun, seni zorla sahile götürdüğüm,
Yağmur yağacağını söylediğin ve yağmurun yağdığı günü?
'' Söylemiştim sana'' demeni beklemiştim, demedin oysa.

Anımsıyor musun, kıskandırmak için seni
başka oğlanlarla oynaştığım ve senin kıskandığın günleri?
Terkedeceğini sanmıştım beni, terk etmedin oysa.

Anımsıyor musun, çilekli pasta düşürüp
arabanın paspasını kirlettiğim günü?
Tokatlayacağını sanmıştım beni, tokatlamadın oysa.

Anımsıyor musun, dansın resmi giysili olduğunu
söylemeyi unuttuğumu ve senin kot pantolonla geldiğin günü?
Bırakacağını sanmıştım beni, bırakmadın oysa.

Evet, yapmadığın çok şey vardı.
Ama dayandın bana, sevdin beni ve korudun beni.

Çok şey vardı,
benim de senin için yapmak istediğim...
Vietnam'dan döndüğünde.
Dönmedin oysa.

Bazı şairlerin anlattığı ölüm adeta gerçek gibidir. Elinizi uzatsanız tutacağınızı sanırsınız. Tıpkı Turgut Uyar'ın Osmanlının son günlerini, yaşlı bir Osmanlı hanımefendisinin yorgun anılarının eşliğinde anlattığı; ''Saffet Hanımefendi'nin Ölümü'' adlı şiirinde olduğu gibi:

Hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum
iri atlarınız macardı dantelleriniz alman
ne göksuda bülbül dinlemek ne abdülhak şinasi bey
ıpılık bir sevgi geçerdi içimden o zaman
siz ne zaman öldünüz allahaşkına yani ne zaman
kirli karlar bile erimemişti haber yoktu nisandan

rüştü paşaydı deli rüştü'ye çıkmıştı adı osmanlı ordusunda
o zaman hamit'ti padişah kocaman bıyıkları kocaman
o günlerde herşey akıp giderdi biz de yaşardık
hürriyet meşrutiyet otuzbir mart falan filan
gemiler de öyle boğazdan aşağı boğazdan yukarı
bıyıklarını burardı umursamazdı paşa kocam o zaman

rüştü paşaydı sakallıydı belki sadece sakallıydı
ki sakallar geçmişinde herhalde bir orman
bir oğul bir kız iki gelin bir damat isviçre lozan
nasıl ağlarım ben bilirim bir yangının ardından
uykularım bölünüyor artık şu konağı bekliyorum
söyle ey muhabbet kuşunun tüyü söyle ölüm ne zaman
hep birşeylere baktım birşeyleri korudum kızdım
kızgındı haremi vardı sakallıydı rüştü paşa o zaman

hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum
iri atlarınız macardı dantelleriniz alman
bahriye nazırı tevfik paşa mütarekeler filan
dünya nasıl çekilirdi ayaklarımın altından
annemin sonsuz giysileri bir telaşı bileyen tramvay
ben ne güzel çocuktum yalnızlıkların ardından
yeniköy'de bir yalı fatih'te evler ayışıklı bir zaman

rüştü paşaydı adı yıldız'da ve dömeteke'de kahraman
herkes ne zaman ölür elbet gülünün solduğu akşam
aldı anlayamadım öldüm anlayamadım almadığım akşam
daha önce hiç ölmedim temmuzum ve incilerimle
göksuyu ışıklarla teşrif ettiğimiz akşam
ne zaman gülüm solar ne zaman deniz ne zaman akşam
ne zaman gemilerdi ne zamandı paşa kocam
artık başucum dinlendirir bir şamdanın süsünü
söyle ey göksu akşamı hafız burhan ölüm ne zaman
mevlutlar okunur dalgalar kalır bir geminin ardından
öldüm ben, saffet hanımefendi, salihat-ı nisvandan.

''Arkasında güneş doğmayan o büyük kapıdan'', unutulmamak üzere geçip gidenlerin anısına...

 
Toplam blog
: 36
: 7030
Kayıt tarihi
: 12.12.07
 
 

Elazığ'ın, şimdiki adı Alacakaya olan, ama eskiden küçük bir madenci kasabasında; Güleman'da doğd..