Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Kasım '10

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

Hayata Yaşamak İçin mi Geldik?

Hayata Yaşamak İçin mi Geldik?
 

Hayata Dair Notlar, No:3
Evet. Başlıktaki sorumuzun cevabı “Evet”. Ancak sadece “evet” diyerek geçebileceğimiz bir soru olmadığı söylemeye gerek yok. Öyle olsa bu yazı dizisini yazıyor olmazdık.

Birçoklarının “elbette yaşamak için geldik” diyeceğini söylemek anormal sayılmaz. Ki soruya yüzeysel bakıldığında hakikaten de öyledir. Canlı diye nitelendirdiğimiz her ne varsa, elbette yaşamak için vardır. Bitkiden tutun her türlü hayvana kadar canlı addettiğimiz her şeyin gayesi yaşamaktır. Yaşamak ve üremek. Hayatın tabiatı budur…

Ancak biz konumuz gereği insan hayatından bahsettiğimiz için bu soruyu insan özelinde ele almak ve üzerine hiç olmazsa birkaç dakika düşünmek suretiyle eğilmeliyiz ki diğer canlılardan gerçekten de farkımız olduğunun ayırdına varabilelim. Aksi halde ne kendimizi ne de hayatı tanıma şansını bulabiliriz.

Çeşitli meclislerde edilen sohbete iştirak edemesem de dinlemek suretiyle dikkat kesildiğim anlarda, kafatasıma duvar çivisi çakılıyorcasına şiddetli bir ağrının saplandığı hissini veren sloganlardan bir tanesi işte tam da konumuz olan hayatın gayesi ile ilgilidir. “Abi hayata bir daha mı geleceğiz, hayatımızı yaşayalım!”

Cümlenin gelişinden gideceği istikamet belli ve çıktığı ağzın sahibinin bakış açısı ile görüş keskinliğini gayet iyi yansıtan kısa bir cümle. Kişi özelinde kimsenin görüşüne bir şey diyemem. Eleştirilecek yanları olsa dahi hicabım ulu orta bu fikirlerimi serdetmeme mani olur ve çoğu kez sükutu tercih ederim.

Genelinden olaya yaklaştığımızda bu satırları yazarak bir nevi söylemem gerekenleri yazıya dökerim ki, istifade etme vadesi gelen herkes bunun hayrını görebilsin. Yoksa kerametim kendimden menkul iken kimselere had bildirecek, yön gösterecek derece küstahlık değildir gayem.

Başlığa dönecek olursak bu hayata gelmeyi tercih etme şansımız varmış da, hayatın hangi aşamasında ve neresinde doğacağımızı belirleme iradesine sahipmişiz gibi konuştuğumuz için sual ve cevapta bir garabet var diyorum. Ne gelişimiz ne de gidişimiz iradi. Doğumumuza dahlimizin olmadığı kadar ölüm biçimimiz ve zamanı konusunda da bilgimiz yok (İstisnai ölümlü intihar vakaları hariç, ki onlarda da hastalıklı ruh halinin tezahürü olan bir seçim söz konusu olduğundan irade zayıflığı mevcuttur. Arzu edilirse bu bahsi de sonra açarız)…

Evet, hayata bir daha gelme şansın yok. Bunun farkındasın. Bir daha gelemeyeceksem o zaman şimdi istediğim gibi yaşarım dediğin anda olası sonuçlarına da katlanacağın bir yarın hazırlamış oluyorsun ki, bu da zamanı geldiğinde azap çekeceğin bir durum hasıl edebilir. Nasıl ki insan yaşlanınca gençliğinde yaptığı bazı hatalardan vidan azabı çekerse aynısı “hayatını yaşayanlar” için de geçerli olabilir. Hem de dünya sonrası…

Hayatı yaşamak tamam, nefes alacaksın, yiyeceksin, içeceksin… Ancak diğer canlılardan farkın ne? Onlar da yapıyor bunları. İçgüdüsel olarak yiyorlar, içiyorlar, ürüyorlar. Biz insanız diyorsak bir farkımız olmalı değil mi? “Efendim medeniyet, teknoloji, bilim gibi meziyetlerimiz var. Bizim onlardan farkımız budur” denilebilir. Amenna! Doğrudur, bu sayılanlar bizim diğer canlılardan farkımızdır. Peki ama madem ki günün birinde ölüp gidiyorsak, kendimizi bu kadar paralamaktan ne çıkarımız var? Deliler gibi çalışmaktan zevk mi alıyoruz? Aldığımız zevk ise bize ne kalıyor geriye?

Ekmekle de doyuyor bu karın, pastayla da. Ekmeğe ulaşmak daha kolayken ne diye bir yerimizi yırta yırta çabalıyoruz da kek yapıyoruz. Daha iyi lezzet almak için bunca çileye değer mi? Yoksa bunlarda farklı hikmetler mi var? Nedir acaba? Bu hayatta bir gayemiz yok ise ne içindir bu kadar terakki?

Teknoloji teknoloji diyoruz da neden teknolojiden de şikayet ediyoruz? Sabahın köründen akşamın kör karanlığına kadar çalışarak hem gençliğimizi hem de sağlığımızı heba ediyorsak karşılığı iki dilim kek yemek midir? Yahut akşam iki duble içince hesap fit midir? Bu hızlı döngü başımızı döndürmüyor mu?

Yıllarca çalışıp didindikten sonra emekli olduğumuzda elimizde ne kalıyor? Sağlığımızın ve gençliğimizin yerini kazandıklarımız doldurabiliyor mu? O boşluğu doldurmak için para, mal, mülk, şan, şöhret yetecek mi? İsmini bile duymaktan sürekli kaçtığımız ölüm son hızla bize yaklaşırken daha ne kadar kaçabileceğiz ondan? Kaçabilecek miyiz?

Bu dünyada hayatımızı yaşayabiliriz, buna mani yok. Peki bunun karşılığında neleri kaybedeceğiz. Denilebilir ki ölünce toprağa karışıp, yok olup gideceğiz. Olabilir. Belki de öyle olacak (haşa!).

Diyelim ki öyle oldu. Yani ölünce her şey bitti. Yani yok olduk. O zaman zaten yaşadıklarımız da kimsenin bilmediği ve görmediği bir boşlukta kaybolup gidecek. Anlık zevklerin vereceği hiçbir şey de olmayacak. Yani “hiç” olacak bir yaşam için mi buradayız o zaman? Bu ne saçma bir düzendir ki eninde sonunda “hiç” olmak için evreni mükemmel bir düzenekle kurgulamış ve boşu boşuna bizi yaşatıyor! O zaman bu hayat neden çıkmış?

Öyle oluyorsa o zaman bizden önce yaşayan nesillerin bahtı kara talihi kör müymüş? Düşünsenize bundan bin yıl önce bir kabilede cahil bir köle olarak dünyaya geldiğinizi. Ne suçunuz vardı da köle geldiniz hayata? Eğer burada çektiğiniz zulümün ve eziyetin bir karşılığı yoksa yani hayat adil değilse ne olacak? Bizi kabımızda ve kalıbımızda tutan bir güç yoksa, her şey başıboşsa bırakalım bu düzeni, herkes yiyebildiğini yesin, götürebildiğini götürsün…

Öyle değil. O yüzden içimiz rahat. O nedenle çektiğimiz sıkıntılara katlanabiliyoruz. Onun için bu kadar çalışıyor ve ilerlemeye gayret ediyoruz. Yani bu dünyadan sonra da bir hayat formu olduğuna inandığımız için kafayı yemiyoruz. Bir an için yok olacağımızı düşünmek bile psikolojimizi bozar.

Zaten de yok olmayacağız. Belki form değiştireceğiz, belki şekil, belki mahiyet. Ama mutlaka bir başka hayat tarzına, bir başka yaşam faslına geçeceğiz. Kaldığımız yerden devam etmek üzere. Unutmayın ki bu dünya hayatı ebedi yaşama nispetle yıllarca müptelası olunan heyecanlı bir dizi filminin içerisinde birkaç dakikalık kısacık bir sahnedir.

O sahneyi iyi değerlendirmek ve kalan bölümlerde daha iyi roller oynayabilmek için elimizdeki fırsatı iyi değerlendirmeliyiz.

Sevgi, hürmet ve muhabbetle..

Murat HACIOĞLU

www.murathacioglu.com

Hayata Dair Notlar, No:1 Hayatı Yaşamak Ama Nasıl?

Hayata Dair Notlar, No:2 Hayatımı Yaşıyorum

Hayata Dair Notlar, No:3 Hayata Yaşamak İçin mi Geldik?

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..