Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '17

 
Kategori
Felsefe
 

Hayatı 'İdare Etmek' Notalara Yanlış Basmaktır

Hayatı 'İdare Etmek' Notalara Yanlış Basmaktır
 

Hayat Küçük şeylerden oluşur ama sen seversen büyük olur.


Onun konuşurken güzel bir sesi olduğunun farkındaydım, üstelik nefes tekniğini doğal yollardan ayarlayabilen bu kadın böylece kelimelerin üzerinde ne kadar vurgu yapması gerektiğini biliyor gibiydi ama daha önemlisi şarkılardaki gibi ne zaman susması gerektiğini de çok iyi biliyordu. Ben ise ne zaman sevdiğim bir şarkının sözlerini tekrarlayarak bir şarkıcıya  eşlik etsem sürekli ondan daha hızlı söylediğimin farkına varmıştım. O yüzden bunu bir oyun haline getirip tıpkı kareoke yapar gibi şarkılarda bir sonraki sözlere geçmeden önce beklemem gerektiğini öğrenmeye çalışırdım. İtiraf edeyim ki hala bunu tam olarak başaramadım.

Bu başarısızlık belki de hayatımda akıp gitmesi gereken melodik yapıyı zaman zaman bozmuş olabilir, çünkü tıpkı şarkı sözleri ile şarkı hızının uyum içinde olması gerektiği gibi  hayatın hızına senkronize olamamak sistemin dışında ve yalnız kalmanıza da yol açabilir. O yüzden şarkıların hızına eşlik edebilmelisiniz yine de. Hayatın senfonisinde çalınan her parça neşeli bir tonda yani allegro da olabilir, bir requiem ya elegy tarzında elem içeren kederli bir şey de olabilir. Bu yüzden senfonide tüm sazlar gereken hızda olmalıdır ama öte yandan kadanslar yani bitiş etkisi yapan ani duruşlar -inişler önemlidir, bu esnada meseleye bir başka açıdan bakarsak belirli sazların aniden ortaya çıkıp kendi hünerlerini göstermesi gibi; gerektiğinde sizde bütün hünerlerinizi tam zamanında ve doğru yerde gösterebilmelisiniz.
Konuştuğum bu güzel ve alımlı kadına "Hayat nasil gidiyor ?” gibi halkın jargonuna uygun basit bir soru sorduğumda beni şaşırtacak bir cevap bekliyordum; çünkü böyle bir soruya verilebilecek bir cevap genellikle konuşmanın akışını da belirler.

"Ne olsun işte; idare ediyorum " gibi bir cevap yine  günlük yaşamda çok duyduğum bir  ifade  olsa da şimdi bu genel kabul gören anlaşılabilir ve kestirme cevaptan yola çıkarak biraz daha derinlere inelim birlikte.
Konuşma tekniğine hakim eğitimli bu kadının günün modasına uygun göz alıcı giysileri dikkatimi çekmişti. Kentin iyi bir kesiminde oturuyordu ve kendisine ait bir otomobili olduğu için kamu araçlarını kullanmamak ona giyeceği kıyafetleri seçerken kadinlığının farkına varan ve onu doyasıya yaşamak isteyen her kadın gibi vücudunun estetik yanlarını güçlü bir şekilde vurgulamaya özen gösterme özgürlüğü sağlıyordu. Ancak böyle bir kadının hayatı “idare etmesinin”  ardında yatan gizem beni gereğinden fazla zorlayınca ben de bunu yazıya dökmeye karar verdim. Bulunduğu kulvarda hayatı  “idare etmek” hiç de kabul edilebilir  bir şey değilse de böyle bir yaklaşım genel olarak  belirsizliği anlatırken tatsız tuzsuz yavan bir  hayatın içine hapsolmuş bir insanın çaresizliğini de dile getirir.

Konuşmak bir senfoni gibiyse yazmak da o senfoninin notalarıdır. Konuşurken seçtiğiniz kelimeler veya bazı ifadeler ise sizin ruhsal dünyanıza yönelik ipuçları verirken aynı zamanda nerede yaşadığınız, nasıl düşündüğünüz , hayat felsefeniz ve nihayetinde kültürel birikiminiz hakkında da bilgi verir. Gerçekten böyle güzel, çekici ve eğitimli ve profesyonel hayatın içinde bir kadın neden idare etmekle yetinir ki ?  Goethe`nin dedigi gibi “Ne o birine aşık ne de biri ona aşık” olmalıydı ve olasılıkla böyleydi ; çünkü aşık hiçbir kadın “idare ediyorum”  cümlesini kurmazdı. Ama ilginç  olan ise aynı kadının güncel siyasi olaylara ilişkin protesto gösterilerinde aşırı politize olmuş bir hali vardı  ve belki o da  Jeanne D`arc gibi  Tanrının kendisiyle konuştuğunu sanıyor ve  böylece  kutsal bir görev üstlenmiş gibi  bugünün koşullarına uygun olarak sosyal medyada  bayağı aktif gözüküyordu, o güne kadar aşk şiirleri ve bazı sıradan görseller paylaşmakla yetinen bir kadın bazen  göstericilere  katılıyor  ve kendini bu olayların kahramanları ile bütünleştiriyordu . Ama acaba o da bir gün Jeanne D’arc gibi önce lanetlenip yüzyıllar sonra  azize olarak ilan edilir miydi bilinmez ama  devrimler diyalektik akışın bir devamı mı yoksa bazen bazı insanların inisiyatif alarak ve kendilerini feda ederek bazı olayları tetiklemelerine mi bağlı olduğunu düşündüğüm  anlar oluyor; çünkü bir köşede kendi halinde oturan ve hayatını idare etmekle özetleyen bir kadın boşandıktan sonra down sendromunun farklı bir evresindeki problemli çocuğu  ile tek başına mücadele ederken sanki tüm enerjisini şimdi bu farklı siyasi  başkaldırılara  vermiş gözüküyordu. Ve hayat o anlarda “idare etmek “ değildi onun için.

Çevremde gözlemleme şansı bulduğum kim varsa, kaybetmiş veya kazanmış olduklarını vücut dillerinden anlamak hiç de zor değildir,  “idare eden” insanları  anlamak da öyle. Ama hayatı birçok şeye karşı kayıtsız kalarak idare eden bu kadının, herkesin ortak bir ses çıkarabildiği  bugünün siyasi olaylarında farklı bir duruş sergiliyor olması çok dikkat çekiciydi. Yıllarca eski evliliği ile ilgili olarak pek de sevmediği kocasını idare edebilen bir kadın bugün  “idare etmek” kavramı ile özetlediği sıkıcı hayatında bir vasatlığa teslim olmuş gözükürken, herhangi bir sosyal başkaldırıda hayatına bir anlam katma çabası benim açımdan hayatın en azından bazı evrelerinin sorgulanması gerektiği gerçeğini bir kez daha ortaya koyuyordu. Bu noktada “Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez” diyen  Socrates ile aynı görüşte olmanın keyfini sürdüğümü belirtmeliyim.

Politikaya atılan insanlar mutsuz mudur acaba diye düşündüğüm zamanlar olmuştur. Ünlü bir gazete yazarı bir zamanlar  “Türkiye’de kadınlar evlenmeye , erkekler devlet yönetmeye meraklıdırlar” diye yazmıştı ama İrlandali oyun ve öykü yazarı Oscar Wilde ise “Kadınlar merak ettikleri için erkekler ise yoruldukları için evlenirler ama her ikisi de hayal kırıklığına uğrarlar “ diyerek bize başka bir bakış açısı kazandırmıştır. Sonuç olarak tek başına kalmış ve düşünebilen  bir kadın ne kadar  tehlikeliyse, herhangi bir kimseye tutku ile bağlanacak cesareti olmayan her erkek de politikada veya başka bir alanda o kadar tehlikeli hale gelebilir.
Alexander Dumas tüm insan hayatının Umut ve Bekleyiş gibi iki kelimede özetlenebileceğini söylemişti. Ortalama insanlar için ise hayatın “idare etmek”  gibi iki kelimede özetlenmesi  umudu ve bekleyişi barındırmaktan çok sadece var olmayı simgelemesi bakımından hayal kırıklığı yaratır. Örneğimizdeki kadın ise hayatı idare etmeye çalışırken kendisine çizilen yörüngenin dışına çıkarak aynı zamanda  bir parkın korunmasına yönelik siyasi olayların patlak verdiği o gece, başkaldırıya yönelik duyarlı ve romantik notları düşerken kişisel bir  bağlılıktan çok diğerleri ile ortak bir duyguyu paylaşabildiği için özgür olabilmişti.  Ama öte yandan daha önce  aşk kapıyı çaldığında, onu sürekli canlı tutabilmenin vereceği sorumluluk duygusu ile kabuğuna çekilmeyi tercih etmişti. Hemen her eylemde olduğu gibi bir şeyin düzeyini korumak hiç de sanıldığı kadar kolay değildir. İste bu yüzden çoğu zaman hayatı idare etmeyi seçenler de bazı mutsuz politikacılar gibi, devlet veya halk meselelerini kendi vasat ve tatminsiz hayatlarını saklamak için bir paravan olarak kullanmayı seçerler çoğu zaman.

Yaşamın kendine özgü bir ritmi var ve evrensel denge dediğimiz şey hayatı o doğal akış içinde yaşamaktır. Bir senfoni çalarken şefin yaptığı hareketlere bakarsanız, tüm seslerin belirli bir ritmde ve daha önemlisi belirli bir hızda aynı anda bütünleşmesini sağlayan kişiyi izlersiniz. Orkestrada kimse tek bir notaya dahi yanlış basamaz; hiç bir müzik aleti gereğinden hızlı ya da yavaş çalamaz ve hiçbiri  yanlış bir zamanda müziğe dahil olamaz.
Bir müziğin hızlı veya yavaş çalınmasından daha da ölümcül olanı ise notalara yanlış basmaktır. Bir yazar için bu son derece dikkat çekicidir. Yani konuştuğum kişinin kendisini bir akışa bırakıp kendisi ve çevresi ile bir armoniyi yakalayabildiği anlarda  o kişiyi bıkmadan usanmadan dinleyerek bir senteze ulaşmayı hayal ediyorum. En büyük hayalim ise sonuca ulaştırılamamış bir hayatı hiç olmazsa yazarak bir sonuca ulaştırmak oluyor. Bana göre  hayatı idare eden her kadın ya da erkek notalara yanlış basıyordur ve bu durumda  diğerleri sadece bir kez yok olurken bu kişiler her gün azar azar kendilerini yok etmelerine eşdeğer  bir trajedinin kurbanı haline geliyorlar  demektir.

Francois De La Rochefoucauld “ İkinci bir sevgi bulamazsak birincisine uzun süre bağlı kalırız " demişti. Öyle ise hayatı idare etmektense misyonunu tamamlamış her şeyi terk etmenin tam sırasıdır.

 
Toplam blog
: 27
: 292
Kayıt tarihi
: 11.04.13
 
 

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İkitisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden 1986 yılında mezun oldum..