Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '09

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın soluğu

“ 1 …. 2 …. 3 …. 4 vay bu daha güzeldi.”

***

Ve artık zaman gelmişti. O’nun için son dakikalardı bunlar, diğer arkadaşları gibi gidecekti. Sonsuzluğa kavuşacaktı. Ölümü bekliyordu ama ne bir korku ne bir üzüntü, sadece buruk bir sevinç vardı içinde. Sevdiklerine kavuşacak olmanın sevinciydi bu belki de, kim bilir…

Geçen onbeş yılı çok hareketi geçmişti. Yirmibeş yaşına kadar karamsarlık denizinde yüzerken, hayallerinin bir gün olacağını düşleyen, en kötü anda bile gülüp insanların sinirini bozan biriydi Ufuk. Kendi yolunu çizdiğini söylerdi, gelecekte kendisinin ne olabileceğini anlatırdı, hayallerinin gerçek olacağını bilmeden. Nerden bilebilirdi ki yirmibeş yaşında bir müzik grubu kurup kırk yaşında geldiğinde ise bütün sevdiklerinin acısını yaşayıp ta, bu dünyaya elveda diyeceğini. Ama onların isteği olmuştu. Bıçakla ağacın gövdesine kazır gibi dünyaya kendilerinin ismini kazıyarak tanıtmışlardı. Ölümleri de kendileri gibi mahsundu...

Sonunda Ufuk hayallerini gerçekleştirip grubunu kurdu. Elektro gitarda ufuk, ikinci elektroda tuba, bas gitarda belgin, neyzen yasemin ve Gökay da baterideydi. 15 yıl boyunca müziğin en iyisini yapmaya çalışıp insanların akıllarına kazındılar. Yaptıkları müzik tarzına ters, skut bir yaşamları vardı dışarıda. Grup elemanları da sakindi, ta ki sahneye çıkana kadar. İşte o anda değişiyor, kendi kimliklerinin dışına çıkıp içlerine hapsettikleri kini, öfkeyi, çılgınlığı dışarı vuruyorlardı. Şarkılarının her sözlerinde, insanların acımasız yüzünü anlatıyor, dünya düzenine nefret yağdırıyorlardı. İşte buydu insanları kendilerine bağlayan, örnektiler her insan için…

Zaman hızla akıyordu bir nehir gibi. Yaptıkları müzikte kendileri gibi olgunlaşıyordu. Kartallar gibi yüksekten uçuyorlardı bir gün yere ineceklerini bilerek. Her güneş battığında onlardan bir parçada alıp götürüyordu. Devam ediyordu senelerde, yaptıkları müzikte…

Sonbaharda ki ağaçlar gibi artık yaprakları sararıp dökülmeye başlamıştı bu dostların. Artık meyveleri kalmamıştı. Güçlüydüler ama her rüzgar estiğinde sendeliyorlardı. Evlenmemişti hiç biri dostlukları bozulmasın diye. Yıpranmışlardı artık kötü kullanılan bir defter gibi… sonunda ayrılmaya başladılar dünyadan vaktinden önceymiş gibi. Ölümleri de garipti.

İlk ayrılan Gökay’dı. Hazin bir trafik kazası sonucu ayrılmıştı aralarından. Aşırı hızdan direksiyon hakimiyetini kaybedip bariyerlere çarpmış, bariyer demirlerinden birinin yerinden kopup aracın içine girerek kafasını ezmesiyle oracıkta can vermişti. Azrail, bağlılık yemini eden arkadaşlardan birini çekip almıştı aralarından. Beklenmeyen bu ayrılık onlar için büyük bir sürpriz olmuştu. Gökay’ın ölümünün üçüncü gününde Tuba’da dostunun ölümüne dayanamamış olsa gerek oda fenalaştı. Saat 20:05’te gözlerini yummasını sağlayan, beyninin her tarafını sarmaşık gibi sarmış tümördü. Geriye kalan üç arkadaş neler olduğunu anlamaya çalışıyordu…

Geçen üçüncü günde yeni bir acı düştü yüreklere. Belgindi bu. Oda tuba gibi bir anda gidivermişti aralarından. Artık bu acı dayanılmaz olmuştu. Yürekleri yanıyordu. İki dost kalmıştı artık. Gözleri ağlamaktan kan çanağı olmuş iki kişi. Zaman durmuştu onlar için. Artık her şey bitmişti. Ne var ki geçen yıllar fark ettirmeden ömürlerinden çalmıştı sessizce…

Ufuk kimsenin fark etmediği bir şeyi fark etmişti, anılarını hatırlamak için baktığı fotoğraflarda. Almanya’da çıktıkları son konserlerinin sonunda beraber çektirdikleri fotoğraflarlarında ki sıraya göre sonsuzluğa doğru gidiyorlardı. Gökay, Tuba, Belgin ve şimdide yasemin. Kimseye söyleyemedi bunu fark ettiğini. Çok geçmeden Yaseminin ölüm haberi gelmişti Ufuk’a. Neyini eline sıkıca kavramış yıldızlara bakarken bulmuşlardı neyzenin cansız bedenini. Anlaşılamaz, garip bir tebessüm vardı bulduklarında yüzünde…

Ufuk artık sıranın kendisinde olduğundan emindi. Ve uzaklaşmıştı şehirden. Bir kumsalda kendisiyle baş başa kalmıştı. Geçen yıllarını düşündü. Arkadaşlarını düşündü, ağladı sonrada bir anda güldü. Artık arkadaşları ile buluşma vakti gelmişti. Onların yanına gidecekti. Kırk yaşındaydı belki erkendi ama gitmeliydi bu dünyada yapacak hiçbir işi kalmamıştı…

***
“5… 6… bu akşamda ne kadar çok yıldız kaydı. Bunlardan biride benim sanırım.”dedi kendi kendine, sesi titrek çıkmıştı.
“Dostlarım yanınıza geliyorum, beni de alın” dedi yüksek sesle.Boğazını temizlerken bir sigara çıkardı. Paketinde kalan son sigarasıydı.
“ne şans” dedi mırıldanarak ardından ekledi “sigaramda benim gibi son
anlarını yaşıyor.”
Oturduğu yere, kumun üzerine uzandı. Sigarasından uzunca bir duman çekip bıraktı. Ardından çok kötü şekilde öksürdü, tekrar öksürdü ve eline kan bulaştı. Nefes alıp vermeleri hızlanmaya ve sıklaşmaya başladı. Dudakları kuruyordu artık. Nefes alıp vermekte zorlanıyordu.
“8… bu çok güzeldi” diye bildi kayan yıldıza bakarken. Son nefes alışverişleriydi. Gücünü kullanıp “arkadaşlarım geliyo…” sözleri yarım kaldı. Göğsünde tuttuğu eli yavaşça yana düştü. Göz kapakları yavaşça kapanırken başı sağa doğru yattı. Nefes almıyordu, kalbi
atmıyordu. Bir yıldız daha kaymıştı. Bu hayat bir insanı daha bitirmişti….

 
Toplam blog
: 2
: 411
Kayıt tarihi
: 10.02.09
 
 

1984 Eylül ayı İstanbul doğumluyum. Teknik lise mezunuyum ve şu anda bir firmada bilgisayar destekli..