Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Mart '07

 
Kategori
Felsefe
 

Hayatın ta kendisi...

Hayatın ta kendisi...
 

Etrafımızdaki dünyayla ve bir birimizle ilişki kurmanın, iletişimde bulunmanın bir metaforu olarak da düşünebiliriz onu. Bu bir proses. Bizi, öğrenmeye ve diğerleriyle iletişimde bulunma yollarını gözden geçirmeye sevk eden bir proses. Kendimiz ile ilgili öğreneceklerimizin, bizzat onun hakkında öğreneceklerimizden çok daha fazla olduğu bir proses üstelik. Bir şeyi öğrenirken, kendimize mi yoksa karşımızdakine karşı mı daha sabırsız davranırız?. Hatalar üzerinde takılıp kalmaktan mı yoksa onları birer öğrenme fırsatı olarak kullanmaktan mı yanayız? İki farklı kaynaktan - diyelim ki iki farklı hocadan örneğin -, çelişkili bilgiler duyduğumuzda, bu doğru, şu yanlış şeklinde etiketlemeyi mi yoksa, kendimiz için bir fayda üretmek üzere iki perspektiften de yararlanmayı mı seçeriz? Tüm bu sorulara verdiği yanıtlarla ve öğretisiyle karşımızdakini, daha da önemlisi kendimizi tanıma sanatının ta kendisi. “lead & follow” (~yönlendirme ve takip etme) tekniğine dayalı bir öğrenme süreci, yaşamın diğer alanlarında da kullanabileceğimiz bir dizi öğretiyi de içinde barındıran bir süreç aynı zamanda. Neden mi söz ediyoruz? Hayatın bir prototipinden, yani T a n g o d a n.

“Lead” ve “follow” sözcükleri yerine Arjantinlilerin sıklıkla kullandığı İspanyolca “marcar” ve “responder” fiillerinin, “yolu göster, işaret et” ve “cevap ver” şeklindeki tercümeleri, bu prosesi çok daha belirgin ve net bir şekilde tanımlamakta. Bu, tango dansını açıklayan bir tanım ancak, hayatın diğer alanlarında da kendi içimizde kullanabileceğimiz bir sistem aynı zamanda.

Sözün tam da burasında bir parantez açmakta fayda var sanırım; genelde “yol gösterme ve işaret etme” rolünün erkeğe, “izleme ve cevap verme” rolünün de kadına yüklendiği, “lead-follow” tekniğine dayalı tangonun bu yapısı, bu dansın çoğu kez, “maço” bir kimliğe sahip olup olmadığı tartışmasını da beraberinde getirmekte. Ancak tangoya bu etiketi yapıştırmadan önce şu soruları yanıtlamakta da fayda var: Yönlendirilen enerji ve takip edilen enerji, bunlar spesifik olarak erkeğe yada kadına atfedilen nitelikler midir? Bunlar tamamıyla bir birinden ayrışmış mı dır yoksa yönlendirme ve karşılık verme sorumluluğu, partnerler arasında alınıp verilen bir karakteristik mi taşır? Gönderme / yollama ve karşılama, verme ve alma, konuşma ve dinleme.. bunlar, yaşamımızın pek çok alanındaki ilişkilerimizin tümünde yeri olan, cinsiyet rollerinden bağımsız, üniversal kodlar değil mi? Bu bakış açısıyla Tangonun maço bir dans olduğunu söyleyebilir miyiz?

Tango, kadın ve erkek arasında, “lead etme” rolünü erkeğin üstleneceği bir anlaşma ile başlar. Kadın ve erkeğin, işbirliği ve uyum içerisindeki birlikteliği “1”de sembolleşirken, kendi farklılıklarını korumaları ve her birinin farklı bir şeyler başarması anlamında “2”yi de kaybetmezler. Tangoda adımlar, figürler, setler, ezbere dayalı bir kodlamalar dizisi değildir. Partnerler arasında an be an yaratılan bu doğaçlama ilişki, hayatın kendisinde de olduğu gibi sürprizlere gebedir. Partnerlerden hiç biri, bir sonraki adımda ne ile karşılaşacağını kesin olarak bilemez. Peş peşe iki geri adım örneğin, bir üçüncüsünü de hiçbir zaman garantilemez. Zaten Tangonun güzelliği ve gizemi de, bu “önceden bilinemezlik hali”nde yatıyor. Ve tangonun bu yapısı, belki de daha önce olmadığımız ölçüde “tetikte ve gözlemci olma” becerisini kazanmamıza da hizmet ediyor ki, bu beceriyi geliştirmenin kişisel ve toplumsal yaşamımızdaki getirileri, başlı başına bir yazı konusu olabilir. Her farklı müzikte, her farklı partner ile yapılan her tango farklı ve tektir, kendi sürprizlerini, kendi rekabetini ve kendi heyecanlarını da birlikte getirir. Sakıngan veya tedbirli adımlar mı atacağız? Yoksa keskin bir vurgu aksanıyla mı konuşacağız? Karşımızdakine sıkıca sarılacak mıyız yoksa ona bir hareket alanı yaratmaya özen mi göstereceğiz? Hangi durumlarda koruyucu, hangi durumlarda müdahaleci, hangi durumlarda sadece gözlemci ve takipçi olacağız? Tango dansının işleyişine yönelik bu soruların aynı zamanda, hayatın içinde karşımıza çıkan durumları yönetirken de kendi kendimize sormamız gereken sorular olduğu bilmem dikkatinizi çekiyor mu? Yöneten ve takip edenden herhangi biri, kafası karışmış dikkati dağılmış yada yeterli ilgi ve özeni göstermez bir durum içersine düşerse, önemli sinyaller kaçırılmış demektir ve bir anda kendini –en azından- ayak parmakları ezilmiş olarak bulabilir. Bu cümlenin taşıdığı tamamen gerçek ve dobra anlamın yanı sıra, üzerinde yürüdüğümüz toplumsal siyasi, sosyal zeminlerdeki mecazi anlamını da sizlere bırakıyorum.

Tangoda, duyularımız keskinleşir, özellikle dokunma ve işitme duyularımız. Bu volümü yükselmiş ve derinliği artmış duyu algılaması, karşımızdaki hakkında pek çok şeyi “söze gerek kalmadan sezinleme”ye ve üstelik de çok çabuk öğrenmeye dönüşür. Bu sezgisel bağlantı ve beden dili iletişimi aracılığıyla tango, bize aslında geri çevrilemez bir teklifte bulunur: tamamen kendine münhasır, türünün tek örneği bir dans yaratma fırsatı. Her bir dans gerçekten de kendine münhasır bir yapı taşır çünkü, birkaç basit temel kuralı öğrendikten sonra tango, taraflarca genişletilebilecek neredeyse sayısız olasılıkta “lead-follow” kombinasyonu üretmeye açıktır. Aynı tango parçası eşliğinde dans halkasında yer alan çiftlerin tango dansı yorumlarının - kar taneleri misali - hiç biri diğerine benzemediği gibi, farklı iki tango bestesine dans eden aynı çiftin de aynı tarz ve içerikte dans ettiğini göremezsiniz. Dans eden çiftler dışarıdan bakıldığında benzer görüntü vermeyeceği gibi, birbirleriyle dans eden farklı partnerlerin içerden hissedişleri de tamamen farklıdır. Bu herkesin kendine has kişisel stili ve yapısı ile ilgili bir duruşun sonucudur. Bu doğaçlama yönüyle tango, kendi kendini yeniden programlama yeteneği olan harikulade bir tasarımdır. Bedenin ruhun ve zihnin mühendisliğinde bu tasarım, her tango müziğinde yeniden hayat bulur.

Başkalarına dikkatimizi yöneltmeyi öğrenirken “kendimiz” olmaya çalışmak yada başkalarına dikkatimizi yöneltmeye çalışırken “kendimiz” olmayı öğrenmek gibi, dönüştürücü bir deneyim olma özelliği de taşır tango. Yaratıcı bir proses olan, tangoyu öğrenme ve uygulama (~dans etme) süreci, boyunca, bizim içimizde ve karşımızdakinin içinde ne olduğuna dair bir karşı karşıya kalma hali, bir keşfetme durumu yaşarız ki, algılama gittikçe keskinleşen bir forma dönüştüğünde, karşımızdakinin duruşunda, pozisyonunda, enerjisinde neredeyse fark edilmesi mümkün olmayacak kadar küçük değişimleri yakalayabildiğimizi fark eder hale gelmişizdir. Yönlendirme ve takip etme sinyallerine gittikçe daha hassas hale geldikçe, bu ileri derecedeki hassasiyet; en derinlerdeki sezgisel ve yaratıcı gücümüzü tetikler ve onları, müziğe yerleşen ve daha bir dolu duygusal ifade formuna çevirir. Müzik, bu özel ve sözsüz diyalogun konteksti haline dönüşür. Kelimelere ihtiyaç duyulmadan gerçekleşen bu konuşma, tebessümden öfkeye, meraktan ironiye, inatlaşmadan uzlaşmaya uzanan geniş bir ifade aralığında, insana dair tüm deneyimleri ifade edebilir. Tango; tüm nüanslarıyla, nerdeyse aksanlarıyla ve hatta mizah ve espri incelikleriyle birlikte, bu sezgisel duyusal duygusal ve tepkisel kovalamacanın sözsüz dili, imgesel anlatımıdır. Tangoya büyük hayranlık duyan ve tango müziğinin de tarihçisi sayılabilecek Arjantinli büyük yazar J.L.Borges’in kendi ifadesiyle Tango; “şairlerin sıklıkla kelimelere dökmeye çalıştığı gibi, bir kavganın kutlamaya dönüşebileceği inancının doğrudan ifadesidir”.

Öte yandan tango ile; meditasyon, yoga, aile ilişkileri ve hatta iş yönetimi arasında da paralellikler kurabiliriz. Örneğin meditasyon, tüm dışsal dikkat dağıtıcıların zihnimizden uzaklaşmasına olanak tanır, tango da öyle. Yada bir yoga duruşunda, ideal pozu bulmaya çalışmak diye bir şey söz konusu değildir, ideal olan kendi duruşumuzdur, aynen tangoda olduğu gibi. Aile ilişkilerinde, eşler arasında kurulacak iletişimlerde, beklentilerden ve varsayımsal senaryolardan kaçınmak, dinlemek ve gerçek durum neyse ona cevap vermek ne kadar önemliyse, tangoda da o kadar önemlidir. İş hayatında, başarı ve başarısızlık arasındaki farkı yaratan, büyüyen Pazar koşullarına ve müşterilerimizin değişen ihtiyaçlarına hızlı ve spontane bir biçimde adapte olabilme yeteneğimiz değil mi? ve tango, bu yeteneği edinebilmenin en eğlenceli ve pratik yolu olduğu gibi, beklenmeyen durumları yönetebilme, stratejik davranabilme, zor kararları alabilme ve daha da fazlasını, hem öğrenip hem de deneyimleyebileceğimiz bir araç aynı zamanda. Tango perspektifinden “başarı” kavramını da –ki bunu tangodan alınan keyfin üst düzeyde olması olarak düşünebiliriz- tüm bu unsurları doğru ve yerinde uygulayabilmenin bir türevi olarak tanımlamak, hiç de yanlış olmaz sanırım.

Tangonun temel niteliklerinin, özelliklerinin ve etki-tepki prensibinin, yaşamın tüm diğer alanlarına da uygulanabilir olması, artık insanların sosyal dans etme olgusuna dair fikirlerini de dönüşüme uğratmakta şöyle ki; hemen hemen dünyada her şehirde, sadece tango dansçıları değil tango camiaları da oluşuyor, etki ve tepki olgusunun anlık beceriler geliştirmekte kullanılması konusunda çalışmalar yapan gruplar ortaya çıkıyor, tango klüpleri akla hayale gelmeyecek yerlerde tomurcuklanıyor, seminerler, atölye çalışmaları düzenleniyor, tango tartışma grupları tarafından tango yaklaşımlarının felsefi sorgulamalarının elektronik ortamda tartışıldığı global forumlar oluşturuluyor, tango gittikçe güçlü bir “aidiyet” adresi haline geliyor. Tangonun; bir amaç değil, bir araç ve bir yol olduğu, dans müzik yorum dışında başlı başına bir felsefe ve hayatın bir prototipi olduğu fikrinde birleşenler gittikçe çoğalıyor.

Kim düşünürdü ki; sevdiklerini, kimliklerini, vatanlarını geride bırakmış birçok yoksul göçmen tarafından genelevlerde yapılan, Buenos Aires’in zavallı teneke mahallelerinde 19.yy sonlarında, toplumun belden aşağısında doğmuş bir dansın, böylesine evrensel bir dil haline geleceğini, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Londra'da, Hollanda'da, Almanya'da, Fransa’da, New York’ta, Boston’da, Montreal’de, hatta İsveç’te Finlandiya'da tango meraklılarının hemen hemen her gece toplanacağını, Japonya'nın kendi tango alt-kültürünü oluşturacağını, tango show’larının Broadway, Paris, Londra, Berlin ve Tokyo'da sayısız izleyiciye perde açacağını, sadece büyük şehirlerinde değil, Türkiye’nin pek çok ilinde ve üniversitelerin sosyal klüp faaliyetleri arasında da tangonun, hem müzik hem de dans boyutuyla kendine özgü bir yere sahip olacağını…

Ve kim bilebilirdi ki; yalnızlığın, tek başınalığın, “öteki” olmanın, baş kaldırışın simgesi olan bu müziğin ve dansın, böylesine bir kalabalığa karışacağını..

Yeşim Esemen

 
Toplam blog
: 45
: 2228
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

"Artık makine ile değil, insanla iletişim kurma" kararımın ardından IT sektöründeki kariyerimi nokta..